bildirgec.org

sonbahar hakkında tüm yazılar

KADINLAR ŞAİRLERİ SEVMEZLER, NE YAPSAN BOŞ!

Radyocu | 01 May 2007 00:32

KADINLAR VE ŞAİRLER
KADINLAR VE ŞAİRLER

Bu ifadeyi bir şairle yapılan bir röportajda okumuştum: “Kadınlar şairleri sevmezler”. O zamanlar anlayamamıştım bu sözü. “Nassı yani? Sen kalk kadınlar için şiir yaz. Onların (belki de sadece uykusuzluktan dolayı) hülyalı bakan gözlerinde bile ummanları gör, ondan sonra seni sevmesinler! İnanmıyorum!” şeklinde bir tepkim olmuştu.

Fakat zaman geçtikçe bu sözün aslı, zihnime soğuk su gibi sızdı. Yaşanacak ve görecek şeyler varmış demek ki! Anlamadığınız sözleri hemen unutmayın, saklayın. İlk duyduğunuzda anlamadığınız sisli ifadeler, zamanla zihninizde, gevşek bohçalar gibi çözüleceklerdir. Bunu derim başka şey demem!

sonbahardan kaldı

cosmicdust | 24 January 2007 02:35

Yazın yapış yapış sıcaklığını geride bıraktı İzmir dün itibariyle. Dün gece yağmur yağdı. Hava yeniden serinledi. İzmir de yaşamama rağmen sevmiyorum yazı. Güneşi, denizi mutlu günleri, akşam yenen çoban salatasını. Sonbahar daha güzel geliyor. Japon bahçelerindeki kırmızılar ve sarılar, toprağın içten gelen sıcak kahverengiliği, yağmurla ıslanmış yumuşaklığı. Sonbaharın masallardan çıkmış hali
Sonbahara yakışır bir gün yaşıyorum tüm bunların yanında. Dizdiğim bunca övgünün nedeni de bu zaten. Hava kapalı. Uyandığımdan beri kitap okuyorum. Bir yandan bir şeyler çalıyor fonda. Durumla tamamen alakasız. Keyfimi bozan tek şey balkonda kurumayı bekleyen çamaşırlar. Zaten az olan ışığımı engelliyorlar. Hala yazlık giysilerimle oturuyorum. Ayaklarım üşüyor. İnatla çoraplarımı giymiyorum. Uyku vaktimin gelmesini bekliyorum bir yandan, kapı pencere açık yorganıma sarılmayı ve içten içe üşümeyi… Kışı özlüyorum. Klozete oturma korkusu yüzünden tuvalete gitmeye üşenmeyi özlüyorum.
Evim o kadar huzurlu ki. Hüzün mutluluk dağıtıyor. Dinginlik. Sakinlik. Ne kadar zamandır sakin kalamadığımın farkına vardım. Yaşadığım anı kaybetmenin düşüncesi bile beni ağlatabilir.
Hayatımın biraz daha iyiye gittiğini görüyorum artık. Sevgi açlığımın gereksizliğinin farkına varıyorum. Beni ne kadar yıprattığına şahit oluyorum. Aptallığımın da. Ne zaman oldu tüm bunlar ne zaman başıma geldi ben neredeydim yaşarken. Baygın olarak geçirdiğim beş yıl bana ne verdi diye sorgulamadan önüme gelenler arasından fark etmeden seçimler yaparken nerede kaybettim beni ve her şey ne zaman başladı diye sorguya çekmek istiyorum kendimi ürkütmeden.
Geriye dönüp baktığımda üzüldüklerim sevindiklerim gittikçe farklılaşıyor. Araları açılıyor. Büyümek mi bu kendini kandırmak mı? Büyüyoruz hayat zorlaşıyor diyoruz sürekli. Ya da keşke çocuk kalabilsek; temiz ve saf. Beyazlara bürümeye çalışıyoruz kendimizi masumiyetin rengi diyerek. Gerçekten masumiyet mi beyaz? Tüm renklerin karışımı tüm renklerin rahmi. Siyah ve beyazdan dengeler yaratıyoruz. Sonra hayır siyah ve beyaz değil gri de var işin içinde kesin hatları yok duyguların, hayatın diye ahkam kesiyoruz. Bir şey bildiğimizden değil anlam yüklemek için yırtınmamızdan. Söyleyecek bir şeyimiz kalmamasından korkuyoruz. Sürekli boşluk doldurma oyunları oynuyoruz. Tanrı olup yaratıyor ya da öldürüyoruz. İç içe tiyatro sahnelerinde abartılı mimikler ve jestler silsilesi hayatımızda. Dikkat çekmek için çırpınıyoruz. Kendi tanrılarımızı eğlendirmek üzmek; çocukları, tanrıya güçlerini fark ettirmek için umutsuzca çırpınıyor. Kolumuzu kaldırıp, rolümüze devam edecek halimiz kalmadığında ise son nefesimizi veriyoruz. Yeni gelenler sahneden sürükleyerek, hırsla kaldırıyorlar bedenlerimizi. yerimizi önce kapabilmek için. Perdenin kapanmasını bile beklemeden

4. vida

estragon | 03 October 2006 10:12

Sevgili günlük,
Bilemeyeceğim belki çok şey paylaşırım senle,belki de defalarca başlayıpta bir türlü devamını getiremediğim çöpe giden günlük defterlerimin sanal karşılığı olursun.Tabi kabul etmek lazım konsept farklı biraz.Her neyse…

Evet yaz bitti.Bunu grip oluşumla ve gene indirmli satışlardan hiç bir şey alamayınca fark ettim.Hakkaten şu alış veriş konusunda niye bu kadar başarısızım ki.Mesala yaz başında tişört almak isterim ama pahalı olunca vazgeçer indirime girmesini beklerim.İndirime girince de “E yaz bitiyor ne yapacağım tişörtü”deyip vazgeçiyorum.Sonuç ‘tişörtsüz estragon’.

ağlamasın yapraklar

| 13 October 2005 00:51

ve kentte rüzgâr eser. sultanahmet’te kandil mumundan damıtılan saf mürekkeple hât icrâ eder ulema. kentin yarısı açtır, diğer yarısı belki dalga geçer açlarla. güneş, kız kulesi’nin üstüne dokunduğunda rüya görürüm belki: ilk defa kız kulesi’ni geziyorumdur rüyamda. rüya bu ya; belki deniz yarılır ve düşümden düşerim serin maviye. benim rüyam bu; çırpınmak beyhude. derin bir nefes alırım boğazın serininde; üsküdar’dan vururum sahile. fırıncı kamyonları göremez beni sabah koşuşturmalarının telaşında-n. asya’dan avrupa’ya eser bu sabah rüzgar. uyanırım rüyamdan ve sarı nevresimlerimin neden yataktan çıkıp vücuduma dolandığına kafa yorarım ilk. belim terlemiştir ve doktorun dediği üzere, yavaşça sağ tarafım üzerinden doğrulurum üç minik bel fıtığımın cilvesi üzerine. terlik aramaz artık ayaklarım, ilk defa yerler kaplıdır beton olmayan bir şeyle. ayak parmaklarım, tahta parkeyi hissetmek için uzaklaşır birbirinden; tıpkı kırmızı hırkamda parlatıp yemeden seyrettiğim kırmızı elmayı “hissetmek” için aralanan “5-yaş-el-parmaklarım” gibi… tahtayı severim; dokunmayı, pürüzlerini, kıymıklarını, parmaklarını üzerinde kaydırdığında çıkardığı sesi-verdiği hissi… tahtayı severim; babam yaşarken bir süre marangoz olduğundan… tahtayı severim; doğup büyüdüğüm (büyümeye çalıştığım) ev ahşap olduğundan. ve tahta “mertek”lerle örtülü toprak “dam”ımızda hep mutlu olduğumdan. tahta balkonumuzda, babamın bana yaptığı tahta sedirimin üzerinde ilk aidiyet duygusunu hatırlatır tahta bana. babamı hatırlatır; ve kavakları.