bildirgec.org

Sinepil hakkında tüm yazılar

Reservoir Dogs (Rezervuar Köpekleri)

queennothing | 05 June 2008 09:40

1963 doğumlu Amerikalı yönetmen Quentin Tarantino, 1987 yılında ilk yönetmenlik denemesi “My Best Friend’s Birthday”den sonra 1992 yılında “Reservoir Dogs” ile sinema dünyasına gerçek anlamda “yeni bir tat” getirdi.
Pulp Fiction”, “Natural Born Killers”, “Death Prof”, “Jackie Brown” gibi sinema dünyasında ‘kült’ olmuş filmlerin arkasındaki başarılı isim Tarantino, kimilerine göre bir “dahi”; kimilerine göre ise “anlamsız filmlerin yönetmeni”.

Çeşitli film festivallerinde toplam 6 ödül kazanan “Reservoir Dogs”, ‘90’lı yılların başında amatördüm’ diyen Tarantino’yu izleyicilerin gözünde haksız çıkarıyor.
Joe Cabot, işlerini oğlu Eddie ile birlikte yürüten ünlü bir mafya babasıdır. İsrail’e gidecek fazla miktarda elmasların bulunduğu mağazayı soymak için oğlu Ed’in de bulunduğu 6 kişilik bir ekip oluşturur. Joe’nun en önemli kuralı, işin büyük bir gizlilik içinde gerçekleşmesidir. Bu yüzden ekipteki herkese gerçek isimlerini kullanmayı

yasaklar ve onlara birer lakap takar;
Mr. White” (Harvey Keitel), “Mr. Orange” (Tim Roth), “Mr. Pink” (Steve Buscemi), “Mr. Blonde” (Michael Madsen), Quentin Tarantino’nun canlandırdığı “Mr. Brown”. Sadece oğlu Eddie Cabot (Chris Penn) kendi ismini kullanabilecektir.

Rezervuar Köpekleri” adlı altı takım elbiseli adamın, büyük bir ‘profesyonellikle’ planladıkları soygun işine, polis baskını engel olur. Bu baskınla, ekipte bir ‘köstebek’; yani polis olduğunu anlarlar. Sığındıkları depoda ‘aralarındaki polisin kim olduğunu’ anlamaya çalışırken yaşanan trajikomik olaylar, vazgeçilmez Tarantino diyalogları ve her anı sürprizli geçen aksiyon sahneleriyle bir “suçlu-polis” filmi.

Fikret Kuşkan

queennothing | 04 June 2008 10:20

Halıcıoğlu’nda yaşayan 6 kişilik Kuşkan ailesinin 7. üyesi olarak 22 Nisan 1965 yılında dünyaya gelen Mehmet Fikret Kuşkan, 1 yaşına geldiğinde dört ablasıyla birlikte İstinye’ye taşındı.
Fikret 4 yaşına geldiğinde, babası felç geçirdi ve artık hayatına ‘yatakta’ devam etmek zorunda kaldı.
‘Evin tek erkeği’ olan Fikret, ortaokul yıllarında bunu babasının ölümüyle fark eder ve okulu bırakıp çalışmaya başlar. 13 yaşında marangozculuk yaparak iş hayatına atılan Fikret, ‘diğer babası’ olarak gördüğü tarih öğretmeninin daveti üzerine Tokat’a gitmeye karar verdi. Henüz 13 yaşındayken kendi hayatıyla birlikte ailesinin de sorumluluğunu almaya çalışan Fikret, okumak için gittiği Tokat’ta ‘şehirli’ muamelesi gördü. İstanbul’dan sonra Tokat – Almus’a ayak uydurmak Fikret’i zorladı; nihayet başaran Fikret, 3 yılın sonunda tekrar İstanbul’a, ailesinin yanına döndü.
Kuşkan ailesi, maddi durumları gereği İstinye’den tekrar Halıcıoğlu’na taşınmak zorunda kalır. Dört ablası ve annesiyle yaşayan Fikret, Hasköy Lisesi’ne yazılır. Okulun yanı sıra ailesine destek amaçlı çeşitli işlerde çalışan Fikret, sokak kültürüyle büyüdü. Sokak insanları, sokak kedileri ve yılarca hayatın içinden manzaraları izlemek yerine bizzat yaşayan Fikret, bunun olumlu ve olumsuz getirilerini yıllar sonra tek başına yaşadığı çatı katında görecekti.
Fikret, 16 yaşındaydı hayatında bir kez bile tiyatroya gitmemişti. Lise edebiyat öğretmeni bir gün Fikret’i tiyatroya davet etti ve Fikret’in ‘oyunculuk aşkı’ gittiği tiyatro sayesinde başlamış oldu.
Liseyi bitiren Fikret, okul arkadaşlarıyla birlikte Sirkeci’de bir fotoğraf stüdyosu açmaya karar verir.
Fikret liseyi bitirmiştir ama aslında başarılı bir öğrenci değildi. Okul ve dersler ona hep uzak gelmişti.

Doomsday – 2008

kadirgunay | 04 June 2008 09:00

Doomsday
Doomsday

Filmin ismini araştırdığınız zaman sürü ile sonuç çıkmaktadır. Kısaca ismi ile ilgili bilgi vermek gerekirse şöyle sıralayabilir;

  • Superman’ i öldüren yaratık
  • Power ve trash metal yapan fransız grubun adı
  • Normandiya çıkarmasının yapıldığı güne verilen isim v.b diye ilerler gider.

Fakat filmimizin yukarıdaki maddelerin hiç birisi ile ilgisi yoktur. 30 sene önce iskoçya’yı ele geçiren bir virüsü temizlemek adına kurulan karantina bölgeleri, dikilen duvarlar ve bu duvarların arkasında kalan insanlar… Film başladığı zaman bir zombi istilası muhabbeti olunca “yine mi?” sorusunu hemen soruyorsunuz fakat zaman ilerledikçe aslında içinde sadece zombi değil farklı çekimler ve sahneleri de görüyorsunuz.
Filmin bir bölümünde iskoçya’da duvarlar arkasında kalan insanların vahşileştiği ve insan eti yemeye başladıkları sahne yer alıyor. İşte bu bölüm seneler önce izlediğimiz Mad Max serisini hatırlatıyor. Kıyafetler, saçlar, makyajlar, arabalar v.b şeyler. Gelişmiş silah ve dövüş sahneleri ile süslenmiş film daha sonra tarihi çağlara geri dönercesine krallık, şato v.b durumların olduğu sahnelere giriyor. Burda da yine senaryoya göre tüm kıyafet ve makyajlar yerli yerinde.

MTV Movie Awards 2008

gtufekli | 03 June 2008 17:16

MTV‘nin 1992 yılından bu yana enteresan alanlarda da olmak üzere (En İyi Öpüşme Sahnesi gibi) dağıttığı MTV Film Ödülleri bu sene de sahiplerini buldu.
Öncelikle, En İyi Kötü Karakter ve En İyi Komedi Performansı dalında ödül alan Johnny Depp’ i tebrik ederim. Depp, Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street filmi ile En İyi Kötü Karakter, Pirates of the Caribbean: At World’s End filmi ile En İyi Komedi Performansı ödüllerini kazandı.

Johnny Depp
Johnny Depp


En İyi Film Ödülünde ise adaylar cidden zorluydu. Transformers, Juno, Pirates of the Caribbean: At World’s End, I Am Legend, Superbad, National Treasure: Book of Secrets filmleri arasından, ipi göğüsleyen film küçükken çizgi filmini çok severek izlediğim Transformers oldu.
En İyi Erkek Oyuncu kategorisi de oldukça çekişmeli bir kategoriydi. Adaylar, Will Smith (I Am Legend), Michael Cera (Juno), Matt Damon (The Bourne Ultimatum), Shia LaBeouf (Transformers), Denzel Washington (American Gangster) idi. Çeşitli sinema eleştirmenleri tarafından eleştirilen bir film olmasına rağmen Will Smith bu alanda ödülü kazanan oyuncu oldu.

Televizyon Değil “Vizontele”

toz66 | 03 June 2008 14:27

vizontele
vizontele

Vizontele… Küçük bir şehirde televizyonsuz, mutlu, heycanlı bir o kadar da dramatik olaylar yaşanmaktadır… Şehrin belediye başkanı Nazmi yani Deli Emin’İn hocası, şehri imkanlar çerçevesinde yönetirken,Trt şehre verici getirir ve televizyonsuz hayatlar bir anda vizonteleli oluverir. Bu durum kimilerinin çoook hoşuna gider, kimilerini meraklandırır (bkz:”peki zeki mürende bizi görecek mi?”), kimileriniyse çok kızdırır…Vizontele acaba iyi habeler mi verecek?.Yoksa bu gavur(!) icadı hayatımızı değiştirecek sevenler birbirine kavuşamaz hale mi gelecek?

Vizontele…. Türk Sinemasında önemli yeri olan filmlerden bir tanesidir. Bu filmler Eşkiya,Babam ve Oğlum,Ağır Roman gibi… Yılmaz Erdoğan’ın muhteşem senaryosuyla Ömer Faruk Sorak’ın yönetmenliyi ile film çok güzel işlenmiş ve izleyenlere derin tadlar bırakmıştır…Yayınlandığı dönemde en fazla izlenen film olurken, en pahalı Türk Tilmi ünvanını da almıştır.

Böyle “Baba” Görülmedi – The Godfather 1

toz66 | 03 June 2008 11:06

The Godfather
The Godfather

Onlar, sinema tarihinin büyük babaları… En büyük baba ise Don Vito Corleone ( Marlon Brando)… New York‘un en güçlü ailesi ise İtalyan Corleone ailesidir. Aile göçten sonra sıkı bir şekilde birbirine bağlanmış, güçlenmiş, kendilerine göre iyi bir aile; başkalarına göre ise büyük bir mafya olmuştur. New York’taki güçlü çevreler Corleone ailesi ile birlikte uyuşturucu işine girmek istemişlerdir. Bu teklifi reddeden Don Vito Corleone, çevresine düşman toplamış ve bu düşmanlık kendisine suikast düzenlenecek kadar ciddileşmiştir. Yaşanan düşmanlıklar sonunda yıpranan Büyük Corleone, yerine veliaht olarak soğuk kanlı 2. Dünya Savaşı’nın Kahramanı, en küçük oğlu Michael ( Al Pacino) tayin eder. Mafyalık işleriyle alakası olmayan Michael bir anda kendisini çatışmaların ve intikamın içinde bulur…

Anadolu Filmi: İnat Hikayeleri

heavybear | 03 June 2008 10:22

İnat bazen insanların yaşamlarını değiştirir. Ancak bu değişim kimi zaman hüzünle biterken, kimi zaman da sadece küçük bir tebessüm bırakır suratlarda. “İnat Hikayeleri” de doğaçlama olarak bu sonuçları göstermekte bize.

Bu filmin ana hikayesi, kış aylarında köylüleri kasabaya taşımak için kızakçılık yapan Kızakçı Daşo ile kırmızı minibüsünü övgüyle anlatan minibüsçü arasında geçmektedir. Kızakçı, donan Çıldır gölü üzerinden kestirme gittiğinden minibüsün göle giremeyeceğini ve kendisinden hızlı olamayacağını iddia etmektedir. Minibüsçünün ise başka planları vardır. Aralarında bu inatlaşma süredursun yolcular arasında yol boyunca inat üzerine hikayeler anlatılır. “Lades”, “5 kırık çöp bir kırık kalp” ve “cambaz şaho” hikayeleri dinleyenleri hem eğlendirir hem de düşünmeye sevkeder.

Waltz with Bashir

dionysia | 02 June 2008 22:24

Nuri Bilge Ceylan‘ın kazandığı ödülle bir kez daha gurur kaynağımız olduğu 2008 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan filmlerden biri de, festivalde yarışan ilk belgesel animasyon olan İsrail/Fransa/Almanya ortak yapımı Waltz with Bashir.

1982’de Beyrut’taki Filistin mülteci kamplarına Hristiyan milis güçlerince düzenlenen baskında ileriki yıllarda hafızasının hatırlamayı tamamen reddedeceği kadar korkunç bir katliama tanıklık eden yönetmen Ari Folman, yıllar sonra askerlik arkadaşlarının anlattıkları sayesinde yıllardır hatırlayamadığı gerçeklikle yüzleşirken ortaya konusu itibariyle hayli gerçekçi ve iddiali bir savaş karşıtı animasyon çıkmış. Yaşadıklarını normal bir sinema filmi çekerek değil de, ancak animasyonunu yaparak seyirciyle paylaşabilen yönetmen Folman, filmin finalini ise baskında katledilen insanların animasyon görüntüleri yerine arşivlerden çıkardığı gerçek görüntülerle yapmış. Türkiye’de gösterime gireceği tarih henüz belli olmayan filmin bir özelliği de İsrail sinemasının ilk animasyon filmi olması.

Fight Club’ın yazarından; “Choke”

queennothing | 02 June 2008 19:45

21 Şubat 1962 tarihinde Amerika’da doğan Charles Michael Palahniuk, University of Oregon School’da ‘gazetecilik’ bölümünde okurken bir radyoda staj yapıyordu. “Fight Club”dan bildiğimiz “terapi toplantıları”, üniversiteden mezun olunca Chuck’ın hayatında derin bir iz bıraktı. Ölümcül hastaların katıldığı bir terapi toplantısına ‘gönüllü’ olarak katılan Chuck, bir katılımcının hayatını kaybetmesi sonucu toplantılara katılmayı bıraktı.

Helena Bonham Carter

queennothing | 02 June 2008 12:21

1908 yılında Henry Campbell-Bannerman’in İngiltere başbakanlığından istifa etmesiyle Herbert Henry Asquith yeni İngiltere başbakanı oldu. 1916 yılına kadar ülkeye başkanlık yapan H.H. Asquith, “1. Dünya Savaşı” ve “Parlamento Yasası” gibi İngiltere tarihine geçen olaylar esnasında da ülkenin başında bulunuyordu. 1916 yılının Aralık ayında istifa eden H.H. Asquith, Helena Bonham Carter’ın büyük-büyük babasıdır. (Helena’nın babası Raymond Bonham Carter’ın babasının babası).
1902 doğumlu ünlü yönetmen Anthony Asquith ise, H.H. Asquith’in oğludur. (Helena’nın büyükbabası). Anthony Asquith, 1927 yılında yönetmenliğini yaptığı “Shooting Stars”, 1928’de “Underground”, 1932’de “Dance Pretty Lady”, 1938’de “Pygmalion”, 1943’te “We Dive at Dawn”, 1951’de “The Browning Version”, 1963’te “The V.I.P.s”, 1964’te “The Yellow Rolls-Royce” gibi filmleriyle tanınırdı.
Antony Asquith’in kız kardeşi Violet Asquith, Maurice Bonham Carter ile evlendi ve bu evlilikten 4 çocuk dünyaya geldi; Cressida Bonham Carter (1917), Laura Miranda Bonham Carter (1918), Mark Raymond Bonham Carter (1922) ve Raymond Henry Bonham Carter (1929).
Bank Of England’da bankacı olan Raymond Henry Bonham Carter ile Elena Propper De Callejón hayatlarını birleştirmeye karar vererek İngiltere’nin başkenti Londra’da bulunan Golders Green’e yerleşmeye karar verdiler.
1966 yılında çiftin ilk bebekleri dünyaya geldi; Helena. Helena’dan sonra Edward ve Thomas adlarında iki oğulları oldu.
26 Mayıs 1966 tarihinde doğan Helena, henüz 5 yaşındayken önemli aile sorunlarıyla karşı karşıya kaldı. Ciddi bir sinir krizi geçiren annesinin gerçek anlamda toparlanması 3 yıl sürdü ve bu süreçten sonra anne Elena, psikoloji ile ilgilenmeye başladı; başarılı bir psikiyatri uzamanı oldu.
Londra’nın Hampstead Kasabası’nda bulunan “South Hampstead Kızlar Okulu”nda okudu.