bildirgec.org

şarkılar hakkında tüm yazılar

Ömrümüzün son demi, son baharıdır artık

FEYZAN | 22 April 2009 17:43

Ben 15 yaşlarındaydım. Böyle yeni açmış bahar dalı gibi ter-ü taze, daha yeni yeni kız olduğumun filan farkına varıyorum. Annemin, çok sevdiği bir kuzeni vardı, ( hala da var da annem gitti ) dayı derdim ona, çok iyi anlaşırlardı. Beni öyle serpilmiş filan görünce ‘ne güzel ömrünün baharında’ dedi. Biz ise yavaş yavaş sonbahar a yaklaştık. O zaman herhalde, benim şimdi olduğum gibi, 4o’ lı yaşlarındaydılar. Dayımın anne ve babası daha 60’ larını bulamadan vefat etmişlerdi. Belki de kendisinin de öyle olacağını düşünüp bunu lafı etmişti. Annem de onu teselli etmek için yok canım genciz biz daha ne sonbaharı filan dedi. Ben de nedense lafa karışıp dayımı teselli etmek istedim. Hem dedim, ben sonbaharı da severim.
Onun bahsettiği sonbahar değildi benim kastettiğim tabi. Benim bahsettiğim eylül de başlayıp kasım da sona eren sonbahardı. Dayım, ben de senin gibi ilkbahar da olsaydım sonbaharı severdim dedi, gülüştüler.

şarkılara dört yakışır..

morfik | 06 October 2008 15:29

..
..

Dört gecedir , sabahın dördünde, gözlerim arıza vermeseydi bu yazı muhtemelen hiç yazılmayacaktı. Gözlerimi onarmaya çalışırken hepten bozmasaydım, düşlerimin beni bekleyen peronuna koşarak da olsa yetişebilirdim. Düşlerim bensiz yolculuklara çıkmak zorunda da kalmazdı.
Gel gör ki yoklama alıyorum gece nöbetlerinin hepsi burda mı..

Eğer ki;
Ekmeksiz kalsaydım düşenecek başka şeylerim olacaktı.
Şarabım olmasaydı düşünmeyecektim kadehi, kan kırmızısını.
Senin varlığını bilmesem aşksız devam edecektim. Öylesine geçip gidecek o kadar çok ben vardı ki !
Ben, ben olmasam..
yine deli gülümsemesi konuyor dudaklarıma. Nedense kıkırdıyor içim. Delilik işte. ‘Enayiymiş be Platon , bir içsin de görsün, ne felsefi varmış bu alemin..’ kıvamı.

Şerefe! unutulan sevgilere ,unutulan şarkılara

| 12 May 2006 00:13

Şarkılar Şimdiye Bulaşınca………………………………………………

Tüketiyoruz ve tükettikçe etrafımızda ne varsa,biz de onlarla beraber an be an tükeniyoruz. Bu sözlerde yeni bir şey yok. Yeni olan, şu söz: “ismimizi bir tanesinin üstüne yazana dek yavaş yavaş taşlaşıyoruz”. Nerden çıktı şimdi bu karamsarlık denebilir. Aslında bir şarkının, geçmişte güzel bir anıyı ansızın anımsatmasının ve bazısının kalbinde bazısının karnında kunt bir sızı başlatmasının çok da öyle ciddiye alınır bir tarafı olmayabilir. Bu yalnızca bir andır ve geçer diye düşünülebilir. Öyle de olsa bu anlar acı ve güzel anlardır. “Mutsuzluğun şanslı gözyaşları”dır. Çünkü eğer sen öylesine radyo istasyonlarında dolaşırken, kendini bir anda hüngür hüngür ağlıyor halde bulabiliyorsan, o güçlü duygu tarafından darmadağın edilebiliyorsan bu demektir ki sen şanslı azınlıktansın. Bu şanstır. En azından artık benim için öyledir… Ancak bunlardan önce henüz nedenini bulamadığım bir yer var. Bir uçurum bir sınır var. Ve ben nerden düştüysem bu sınırın içinde kesif, karanlık bir duygusuzluk noktasında duruyorum. Her dinleyişimde o zamanların o güzel gözlerinden süzülen ve her defasında damladığı derinlerde bir şeyleri paramparça eden gözyaşları artık kurak bir çöle düşüyor sanki. Sanki bu boşluk bir şeylerin tükendiğini haber veriyor. İçimizde tükenen şarkılar, içimizde tükettiğimiz aşkların kırıltıları. Tabi sadece aşk değil bu. Mutlu geçmişe ve çocukluğa da uzanır. İşte o şarkıyı bir “taş” gibi dinlediğimiz andır çocukluğun kaybolduğu an. Andır o sevgilinin, elinizi tuttuğunda kalbinizde atan mutluluğun ölüme yenildiği. Aşk atmaz artık o kalpte.