Bir ağaç denizinin içinde ada gibi yükselen bir tepenin ortasında; bir adam boyu, mezar taşına benzeyen bi kayanın dibinde; oturuyordum sabahtan beri. Nasıl oldu, oraya nasıl geldim, hatırlamıyordum. En son dün gece Semih’le içiyorduk… Tamam bu Semih’in muzipliklerinden diyeceğim ama yol yok bişi yok o çiroz taşıyamaz ki beni oraya kadar. Üstelik hiç uzatamaz bi şakayı, nerdeyse öğlen olmuştu.“Artık bir karar vermem lazım. Burda beklemenin bir yararı yok. En yakın açıklık doğu tarafında ormanın. Yürüsem karanlık basmadan çıkıp medeniyete ulaşabilirim belki” diye düşündüm. Geceyi ormanda geçirmek istemezdim doğrusu. Tepeden aşağı inen patikaya ayak basınca aklıma sevdiğim bir kitapta ki bir karakter geldi. “ yola çıkmak çok tehlikelidir frodo bir kere ayağını yola attın mı seni nereye götüreceğini bilemezsin” diyordu. Gülümsedim ve ayağımı yola attım.Ama aşağıda akşam olmuştu çoktan. Ömrümde hiç böyle bir orman görmemiştim. Bir kere ağaçlar çok sıktı. Hiç güneş almıyordu orman. Ağır bir küf ve çürümüşlük kokusu vardı. Çok eski bir ormandı belliki. Hafızamı yokladım yaşadığım yerin yakınlarında hiç böyle bir orman yoktu. Endişem daha da arttı. Yürümeye başladım ama hızlı gitmenin hiç imkanı yoktu. Patika tepeyi iner inmez bitmişti ve şimdi sık çalılıkta yürümek çok zordu. Üstelik bir patikanın var olması insan varlığına delalettir. Olmaması ise korkuya, korkudan yavaşlamaya sebep olur.