bildirgec.org

ölüm hakkında tüm yazılar

Aralık ayına adım adım haberler

nazokiraze | 24 November 2010 09:37

Aralık ayı geliyor artık sofralardaki taze fasülyeler, barbunyalar, patlıcanlar yerini pırasaya, karnabahara, lahanaya bırakmak üzere. Bol bol balık tüketme zamanları.Trabzon Hurması’nın da zamanı geldi.(ben hiç sevmem)

Cennet Hurması da denilen Trabzon Hurması bilindiği gibi tam bir şifa deposu, kansızlıktan bağışıklık sistemi arttırılmasına kadar pek çok derde derman olan bu meyve kalp dostu olarak belirtiliyor.Trabzon Hurması’nın sağlığa faydalı olmasının dışında bir özelliği daha var, o da içeriğindeki Tanen.(Üşümemek için Trabzon hurması yiyin)

Dino De Laurentiis hayatını kaybetti

queennothing | 11 November 2010 23:42

Hannibal“, “Red Dragon“, “Body of Evidence“, “Unforgettable“, “Dune“, “Desperate Hours“, “King Kong“, “The Serpent’s Egg” gibi filmlerin yapımcılığını üstlenerek sinema dünyasında saygın bir yer edinen 1919, İtalya doğumlu Dino De Laurentiis, 11 Kasım Perşembe 2010 tarihinde hayatını kaybetti. Los Angeles’ta öldüğü bildirilen Oscar Ödüllü sinemacı, 91 yaşındaydı.

James MacArthur hayatını kaybetti

queennothing | 29 October 2010 02:27

1960 çıkışlı Swiss Family Robinson filminde canlandırdığı ‘Fritz Robinson’ karakteriyle, 1965 çıkışlı The Bedford Incident, BAFTA adayı olmasını sağlayan The Young Stranger filmi ama en önemlisi 12 sene süren Hawaii Five-O adlı TV dizisi (‘Danny’ karakteri) ile tanınan 1937, Kaliforniya doğumlu aktör James MacArthur 28 Ekim Perşembe gecesi hayatını kaybetti. Üç evlilik geçirmiş ve üç çocuk babası olan aktör, 72 yaşındaydı.

Kampüste Cinayet

karuma76 | 25 October 2010 12:46

Gözleri dalıp gitmişti Mert’in. Kapıya bakmasına rağmen geçtiklerini içeri girince farketmişti. Gelmişlerdi sonunda, hem de birlikteydiler. Şimdi kolaylaşmıştı herşey. Bir taşla iki kuş vuracaktı belki de. “Haydi rastgele.” deyip bulunduğu yerden ayrıldı. Fakat plan biraz değişmişti. Kapının önünde olması gereken şey koridorlarda gerçekleşecekti. “Olsun!” dedi. “Seyircimiz daha fazla olur.” Emin adımlarla okul binasına girdi. Buraya daha önce de defalarca gelmişti ama başka amaçla. Şimdiyse ölümü kucaklayacaktı burada. Kantine bir göz attı. Kantine uğramamışlardı. “Ya derse girdilerse?” deyip sendeledi.Fakat ağır ağır merdivenleri çıkıyordu. Eli belindeki silaha takıldı. Ürpermişti. Duvara yaslanıp derin derin nefes almaya başladı. Hayır, bu iş bitmeliydi. Kendini toparlayıp ilerlemeye devam etti. Koridora açılan kapıya geldiğinde iyice kendini kaybetmişti. Kapı aralığından dolapların önünde beklediklerini gördü. Silahını eline aldı ve derin bir nefes alıp koridora girdi. Etratailer paniğe kapılmış, çığlıklar atıp sağa-sola kaçışıyorlardı. Semra ve arkadaşı ise olup bitenlere anlam verememiş, donakalmışlardı. Aralarında birkaç adım kalmıştı ki, Mert durdu ve silahını onlara yöneltti. Az önceki şaşkınlığı ve heyecanı geçmişti Semra’nın. Sanki bu olanları tahmin etmiş ve hazırlıklı gibi davranıyordu. Şimdi Mert ve Semra dışında herkes dehşet içindeydi. Oysa ölecek ve öldürecek olan kişiler çok rahattı. Ve Semra’nın secgili arkadaşı… O herkesten çok korkmuş gibi görünüyordu. Benzi solmuş, şaşırmış yüzüyle şaşkın şaşkın bir Semra’ya bir Mert’e bakıyordu. Semra’ya sıkı sıkı tutunmuş ve tirtir titriyordu. Ölüm korkusu ona herşeyi unutturmuştu. Kaçmayı tek çare olarak gördü ve kaçtı. İkisi de arkasından bakakalmış, Mert yüzündeki alaycı gülümsemeyi gizleyememişti.
Başını öne eğmişti Semra: “Bu muydu benim sevdiğim güvendiğim kişi, bu mu beni mutlu edecek? Beni ölümün eşiğinde yalnız bırakan biri beni nasıl sevebilir, neyle mutlu edebilir? Oysa biri gerçekten sevmiş ve şimdi sevgisinin karşılığını alacak.” Bunları düşünürken Mert de silahı doğrultmuş öylece bekliyordu.
“Hadi!” dedi Semra. “Bas tetiğe de bitsin bu işkence. Herşey son bulsun. Korkak birinin arkadaşlığıyla yetinmektense, beni seven birinin kurşunuyla ölürüm daha iyi.” Bunları söylerken gözleri parlamıştı, yüzündeki tatlı gülümseme hiç eksik olmamıştı. Fakat sözleri bittiğinde ağlamaya başlamıştı. Sendeliyor, ayakta zor duruyordu. Bu arada etraftakiler ne olup bittiğini anlamamış fakat çoğu kimse kaçmak yerine olayı izlemeyi tercih etmişti. Şimdi kafalarda beliren soru : Acaba Mert ateş edecek miydi?
Mert bir adım geriledi ve tetiğe hafifçe dokundu. Herkes heyecanlanmış ve geri çekilmişti. Fakat Semra’da en küçük bir tepki yoktu ve sanki ölümü kabullenmişti. Sonrasında birkaç el silah sesi duyuldu. Koridoru koyu bir barut kokusu kapladı. Çığlıklar yükselmiş, oluşacak manzaraya şahitolmak istemeyenler gözlerini sımsıkı yummuştu. Silah sesleri kesildiğinde Mert elindeki silahı atmış, dolapları tüm gücüyle yumrukluyordu. Duvarın dibine bıraktı kendini. Hüngür hüngür ağlıyor, başını duvarlara vuruyordu. Sonra gözleri kapandı…

Ateş Dansı

nazokiraze | 22 October 2010 12:56

Özer Baysaling tarafından bir kaç yıl önce kaleme alınan Ateş Dansı kitabının baş kahramanı yaşadığı dönem (1950 li yıllar) Amerika’da dans ederken yeri yerinden oynatan ve kitabın yazarının kaybettiği eşi Necla Ateş‘ten bahsetmek istiyorum. (Asıl adı:Naciye Batır) Önce Tatar Naciye sonra Necla Ateş, gazeteci Metin Toker’in taktığı isimle: Türk Lokumu

Hollywood yapımı pek çok filmde danslarıyla yer alan Necla Ateş için pek çok işi Amerika’nın yolunu tutarlar ,onun gibi dans ederek onun kadar şöhretli olabilmek için. O zamanlar sadece Amerika değil Avrupa da yanmaktadır onun için. Kullandığı Cadillac marka otomobilin anahtarı altındandır. Açtığı dans okulunun yanında sahneye çıktığı büyük klüplerden bolca para kazanır.

Unutulmaz aktörlerimizden Muzaffer Tema’nın on yıl önce bir röportajda anlattığına göre Necla Ateş’in o zamanlar on dakikalık dansı için beşyüz Dolar para veren oluyordu, Arap şeyhlerinin, Amerikalı zenginlerin tekliflerine kulak tıkıyor parasının hesabını bilmiyordu.

Ateş dansı ile bir döneme damgasını vuran Necla Ateş’in hayatını bir anda değiştiren şey ise aşktır. Özlediği ülkesine geldiği zaman aşık olduğu Olimpikler adlı akrobasi grubunda gösteri yapan ve kendisinden onbeş yaş küçük Özer Baysaling’e deli gibi aşıktır ve gözü ne ün ne para görmektedir.

evlerden uzak yerler–3

nazokiraze | 20 October 2010 16:53

1951 yılının Ağustos ayında Fransa’nın Pont-Saint-Esprit kentinde bir zehirlenme vakası yaşanır, ancak bu zehirlenme olayı oldukça sıradışıdır. Fırından çıkan ekmeklerden dolayı yaşanan bu zehirlenmeler sonrası pek çok iddia ortaya atılır ve bunların en önemlisi çeşitli ülkelerde yapılan LSD denen halüsinojen deneyidir.

Amerika’nın bu deneyi yapmak için bu bölgeyi seçtiği bazı çevrelerce kabul görse de kimileri bu olayda LSD’nin suçu olmadığını açıklarlar. Bu olay tarihe “Lanetli Ekmek” olarak geçer. İlk yıllarda uyuşturucu gibi etki yaratan yaban mantarı çeşidinden dolayı bunların yaşandığı açıklansa da yıllar sonra bu maddenin LSD olduğu söylenmeye başlar. (LSD (Halüsinojen’in Gücü))

Normal zehirlenme belirtilerinden farklı olarak halisülasyonlar gören kent sakinlerinden pek çok kişi akıl hastanesine kaldırılır 5-6 tanesi hayatını kaybeder. Birbirlerine bıçak çekenlerden ordan oraya koşturanlara kadar pek çok histeri krizinin görüldüğü bu olayda 300 kişi yaralanır, hastaneye yatırılan yaklaşık elli kişi ise aylarca akıl hastalığı tedavisi görür.

Pek çok kişinin çıldırmasına neden olan bu zehirlenme olayından yıllar sonra H. P. Albarelli adlı gazetecinin yaptığı araştırma bu olaydan iki yıl sonra intihar eden Frank Olson adlı biyokimyagerin (Amerikan Özel Operasyonlar Biriminde) arkadaşlarıyla yaptığı görüşme kayıtlarını ortaya çıkardı. Bu kayıtlara göre ortaya atılan iddialar doğru.

Mutter Müzesi kafatası koleksiyonları, korunmuş insan organları, çeşitli değişik vücut bozukluklarına örneklerle ünlenmiş bir müze.Öldükten sonra sabuna dönüşen bir kadın da bu müzenin ününe ün katıyor.

Müzede bunların dışında ilginç vakaların rontgenleri, kırık kemikler, ceninler, deforme bebekler,,mumyalar,heykeller yer alıyor.

Waverly Hills Sanatoryumu 1910 yılının Temmuz ayında Verem hastaları için açılan bir hastaneydı, ancak o zaman henüz bu hastalık için tam bir tedavi şekli olmadığından dolayı burada onbinlerce kişi öldü. Hasta olanları normal hayattan izole etmek için kurulan bu sanatoryu 1961 yılında kapatıldı.Zaten Streptomisin (tüberküloz antibiyotiği) geliştirilince ölümler de azalmıştı.

İntihar Ormanı

nazokiraze | 20 October 2010 11:33

Wataru Tsurumui tarafından yazılan The Complete Manual of Suicide (İntihar Klavuzu) kitabında ölmek için en güzel yer olarak geçen Aokigahara Japonya’da İntihar Ormanı olarak biliniyor. Kitap çıktığı dönem bazı yerlerde yasaklanmıştı, çünkü bulunan cesetlerin çoğunun yanında bu kitaptan vardı. (bilgi)

Yayınlandığı dönem (1993) olay yaratan İntihar El Kitabı 11 bölümden oluşuyor. Hazırlıklardan, intiharın şekline, hangi tür intiharın nasıl acı vereceğinden cesedi görenlerin nasıl tepki vereceğine, intihar çeşitlerine kadar pek çok zengin içeriğe sahip. İntihar için en yüksek şansı olan yüksek binaların adreslerinin yanı sıra bu orman için de bilgiler mevcut. (ayrıntı: Gel Beraber Ölelim)

Bazı yıllarda yetmişin üzerinde cesedin bulunduğu da görülen Aokigahara Ormanı’nda her daim insan kemikleri, ilaç kutuları, ağaçlara asılı ipler, çürümüş cesetler veya kesici aletler bulmak mümkün. Ayrıca genellikle ormanlarda görülen ateş yakmayınız, ağaç kesmeyiniz gibi uyarı levhaları burada genellikle ”Son kez bira daha düşününüz” veya ”lütfen intihar etmeyiniz” şeklinde. Kaynaklara göre buraya bağlı orman müdürlüğünde cesetleri muhafaza etmek için özel oda bile mevcut. Tabii bu olaylar beraberlerinde pek çok efsane ve hayalet hikayesi de getirmiş. (Fotoları)

2009 yılındaki intihar oranının bir önceki yıla göre yüzde 15’lik arttığı kaydedilen Japonya’da, intiharların çoğunluğu bu ormanda gerçekleşmiş. İşsizlik, iflaslar, aşk acısı gibi olayların tetiklediği intihar eylemi, Japonlar tarafından onurlu bir hareket olarak görülüyor. Ormanda en fazla ceset 1998 yılındaydı , bu sayı 73’tü ancak 2002 yılında 78 kişinin bulunmasıyla orman kendi rekorunu kırmış oldu. İntiharlar bu ormanda 1950’li yıllardan beri gerçekleşiyor.

‘I feel you’

astral | 18 October 2010 15:39

Ta ki, aşk onu buluncaya kadar. Aşk onu buldu ve yok etti. Kendi girdabına alıp yok ettiği ruhların yanına birini daha kattı böylece, aşk…

Eskilerden kalma bir zaman. Fakat o an ki, eski olduğu hissedilmiyor. Bir melodi. Derinden ve her şeyi etkileyen. ‘I fell you.’

Bu şarkı ne zaman çalsa kadının gözüne o geliyordu ve daha da ötesi şarkıyı o söylüyor gibi geliyordu.

An değişti ama bir yandan da hiç değişmedi. Gecenin karanlığında anılar geldi kadının önüne.

Son Adıma Feryadım

karuma76 | 18 October 2010 13:01

Gözünde son ışık yavaş yavaş sönüyor
Her yer al al olmuş bileklerin kanıyor
Etrafta seni gören öldüğünü sanıyor.
Ölme sakın sevgilim önce ben öleceğim.

Yoldaki lastik izi imzalamış ölümü
Görenler çığlık çığlık gördüler kan gölünü
Attığın son adımdı düşünmedin sonunu
Ölme sakın sevgilim önce ben gideceğim

Celladın kaçtı gitti şoför belli azrail
Arkasında bıraktı kalabalık bir sahil
Yüzlerde hüzün dolu gözyaşları da dahil
Ölme sakın sevgilim önce ben öleceğim
Ölme sakın sevgilim seni hep seveceğim.
Ölme sakın ne olur sensiz delireceğim
Bekle beni sevgilim yakında geleceğim

Orta Dünya

civil slave | 14 October 2010 14:57

Bir ağaç denizinin içinde ada gibi yükselen bir tepenin ortasında; bir adam boyu, mezar taşına benzeyen bi kayanın dibinde; oturuyordum sabahtan beri. Nasıl oldu, oraya nasıl geldim, hatırlamıyordum. En son dün gece Semih’le içiyorduk… Tamam bu Semih’in muzipliklerinden diyeceğim ama yol yok bişi yok o çiroz taşıyamaz ki beni oraya kadar. Üstelik hiç uzatamaz bi şakayı, nerdeyse öğlen olmuştu.“Artık bir karar vermem lazım. Burda beklemenin bir yararı yok. En yakın açıklık doğu tarafında ormanın. Yürüsem karanlık basmadan çıkıp medeniyete ulaşabilirim belki” diye düşündüm. Geceyi ormanda geçirmek istemezdim doğrusu. Tepeden aşağı inen patikaya ayak basınca aklıma sevdiğim bir kitapta ki bir karakter geldi. “ yola çıkmak çok tehlikelidir frodo bir kere ayağını yola attın mı seni nereye götüreceğini bilemezsin” diyordu. Gülümsedim ve ayağımı yola attım.Ama aşağıda akşam olmuştu çoktan. Ömrümde hiç böyle bir orman görmemiştim. Bir kere ağaçlar çok sıktı. Hiç güneş almıyordu orman. Ağır bir küf ve çürümüşlük kokusu vardı. Çok eski bir ormandı belliki. Hafızamı yokladım yaşadığım yerin yakınlarında hiç böyle bir orman yoktu. Endişem daha da arttı. Yürümeye başladım ama hızlı gitmenin hiç imkanı yoktu. Patika tepeyi iner inmez bitmişti ve şimdi sık çalılıkta yürümek çok zordu. Üstelik bir patikanın var olması insan varlığına delalettir. Olmaması ise korkuya, korkudan yavaşlamaya sebep olur.