bildirgec.org

iran sineması hakkında tüm yazılar

Jafar Panahi 20 sene film çekemeyecek

queennothing | 23 December 2010 11:56

İran Yeni Dalgası’nın önemli yönetmenlerinden Jafar Panahi‘ye 20 sene film çekmeme ve ülke dışına çıkmama cezası verildi. “The Circle”, “The White Balloon”, “The Mirror”, “Offside” gibi başarılı yapımlarla tanınan yönetmen, ülkesi İran tarafından onaylanmayan ve sansürlenen görüşleri sebebiyle aldığı bu cezanın düşmesini bekliyor. Başta İran halkı olmak üzere bir çok ülkeden tepki alan bu yasak, Fransız aktris Juliette Binoche tarafından da kınandı. Cannes Film Festivali’nde Panahi için pankart açan Binoche, gözyaşlarını tutamadı ve “Umarım Panahi seneye burada olur” diyerek yönetmene destek oldu. Yönetmen için düzenlenen online imza kampanyasına katılmak için buraya tıklayın.

The Song Of Sparrows

snail | 03 December 2010 12:58

İran sinemasından çok fazla film izlemedim fakat bu film gerçekten güzel, gerçekten! (az kaldı yemin edeceğim) 2008 tarihli filminyönetmenliğini oscar adayı olmuş yönetmen Majid Majidi üstlenmiş (iyi de yapmış)… Tahran yakınlarındaki bir deve kuşu çifliğinde çalışan Karim (Muhammed Amir Naji) çiflikteki deve kuşlarından birinin kaybolmasından sorumlu tutularak işten çıkarılır, bunun üzerine iş aramaya başlar. Şehirde tesadüfen öğrendiği motorsiklet ile yolcu ve yük taşıma işini sürdürmeye kara verir. Fakat şehir yaşantısı iç dünyasını ve ailesini olumsuz yönde etkileyecektir. Şu, bütünüyle komik olmayan fakat seyrederken yüzümüzde sürekli bir tebessüm bırakan filmlerden. Filmin toplam süresi 1 saat 36 dk, ayrıca baş rol oyuncusu Muhammed Amir Naji Berlin Film Festivalinde bu filmdeki performansından ötürü En İyi Erkek Oyuncu katergorisinde Gümüş Ayı ödülüne layık görüldü.

CENNETİN RENGİ – HAK’KIN RENGİNİ ARAYAN ÇOCUK

sahaf1976 | 17 August 2010 14:03

The Colour Of Paradise
The Colour Of Paradise

Orjinal adı Reng-i Huda olan, ingilizce’ye The Color Of Paradise olarak çevrildiği için bizde de Cennetin Rengi adıyla bilinen bir Majid Majidi filmi.

Sinema giderek bir teknolojik görsel şölene dönüşürken, sinemanın hala sanat olduğunu hatırlatarak yüreklere su serpen bir film. Dev bütçeler, güdük seneryolar, patlama çatlamalar, kan ve iç organ görüntüleri, dünyayı her seferinde kurtaran WASP (White, Anglo Sakson, Protestan) kahramanlar, ABD’nin; dolayısıyla Hollywood’un resmi düşmanı olan komünist, ortadoğulu, zenci, kızılderili, Uzaylı, Vietkonglu kötü adamların boy gösterdiği filmler, animasyonlar, listeyi uzatmak elbetteki mümkün. Tablo açıkça gösteriyor ki dünyanın bir yarısı için sinema çıkmaz bir sokağa girmiştir.

CENNETİN ÇOCUKLARI, DÜNYA CEHENNEMİNDE

sahaf1976 | 15 August 2010 10:58

Düşük bütçeli bir filmdi. İran’da Majid Majidi tarafından 1997 yılında seçilmişti.
İki yıl sonra, 1999’da Oscar’a aday gösterilince tüm dünya bu filme ve filmin yönetmeni Majid Majidi’ye çevirdi gözlerini, anlaşılan o ki henüz bu durumdan rahatsız olan da yok…

Cennetin Çocukları sıcacık ve küçücük bir hikayenin doğru anlatıldığında izleyiciyi; kan, çıplaklık, patlamalar, büyük dramlar, argo vs olmadan da filmin içine çekmenin mümkün olduğunu gösteren önemli bir film.

Filmin merkezindeki Ali ve kız kardeşi Zehra aynı zamanda saflkları, bozulmamışlıklarıyla “cennetin de çocuklarıdır” ve malesef dünya denen bir cehennemde yaşamaya yazgılıdırlar.

Ali tüm aileyi çepeçevre sarmış olan amansız bir yoksulluğun pençesinde, kızkardeşinin ayakkabısına kimbilir kaçıncı kez pençe yaptırır. Zaten film de tamiratı yapan ayakkabıcının hünerli ve yaşanmışlığı hemen farkedilen ellerinden açılır. Fakat kaybeder Ali ayakkabıları. İki kardeşin okula devam edebilmeleri için tek çareleri vardır artık…

MAJİD MAJİDİ – Herkesin Majid’i Farklı Tabi

sahaf1976 | 14 August 2010 16:59

http://arsiv.pilli.com/blog/update/3154
1959 Tahran doğumlu yönetmen Majid Majidi
Sinemaya İran devriminden sonra geçen ve giderek uluslararası platformlarda ismini daha sık ve güçlü duyuran bir sinema ustası…
Cennetin Çocukları filmiyle Oskar adayı da olan İran’lı yönetmen haklı bir ilgiyle karşı karşıya.

Her filminde emekçileri onurlandırdığı ve zaten Yılmaz Güney’i çok beğendiği için onu neredeyse solcu olarak etiketlemek isteyenlerden, İslamiyeti sinema aracılığıyla en iyi anlatan yönetmen olduğunu söyleyenlere kadar pek çok yorum arasında en belirgin gerçek kesinlikle başarılı bir sanatçı olduğudur.
Pek çok kesimin sahiplenmeye çalışmasında ya da kendilerine yakın anlamların altını kalın kalın çizmek istemelerinin altında işte bu tartışılmaz başarısı gizlidir.
Zaten röportajlarında kendi sinemasını çok açık seçik anlatan yönetmen bu tartışmaları boşa çıkartacak kadar net ifade ediyor kendini.
Oysa Majid Majidi filmlerini herhangi bir ideolojik kampa koymadan olduğu gibi izlemenin keyfi hiç bir şeyle kıyaslanamaz. Tabii İslam kültürüne dair bilinenler arttıkça filmden alınan haz da o kadar artacaktır.
Ancak pek çok konuda olduğu gibi burada da asıl filmi tüketenlerin duruşları algılamayı da belirlemektedir. İranlı, müslüman bir yönetmen izlediğimizi unutmamak, gereksiz niyet okumalarına gitmeden sinemanın anlatım olanaklarının büyüsüne kendimiz kaptırmamız çok daha besleyici olacaktır.
Doğuştan kör müslüman bir çocuğun parmak uçlarına kadrajını uzatan yönetmen sayesinde biz, suyun altındaki çakıl taşlarını, başak demetlerini, ağaç kabuklarını, dokunduğu herşeyi körler alfabesi yardımıyla okumaya çalışan Allah’ın sesini, dilini bulmaya çalışan bir çocukla karşılaşıyoruz. işte bu karşılaşmadan maksimum hazzı almanın tek yolu önyargılardan arınarak izlemek.

Özellikle Yoksullara ve yoksulluğa vurgu yapan yönetmenin eserleri kimileri için “emekçileri yüceltirken”, kimileri için “yoksunluklara rağmen imanı bozulmayan insanın Kamil olma mücadelesi” olarak okunabilir…
Halbuki yönetmen, “kızının işitme cihazı için büyük şehirde motorsikletle taşımacılık yapan baba” sayesinde bize sınıfsal farklılıklar üzerinden bu dünya eleştirisini yaparken aynı zamanda aynı baba üzerinden İslami kültürdeki veren el – alan el, metaforuyla bambaşka bir inceliği de sunmaktadır.
Sınıfsal farklılıkları ve bu farklılıkların yarattığı trajediyi bu kadar ustalıkla işleyen bir yönetmenin, tüm yoksullara “halinize şükredin” demeye çalıştığını iddia etmek yönetmenin duruşunu doğru anlamamaktan başka bir şey değildir.
Kısacası Majid Majidi ne bu, ne öteki, ne berikidir. O asıl zenginliğin başladığı yerde hepsidir.

iran yeni dalgası ve iran sineması

nazokiraze | 22 March 2010 13:05

1969 yılında Dariush Mehrjui Gāv (İnek) filmi ile İran Yeni Dalgası akımını başlatır. Orta yaşlı bir köylü ile bir ineğin sevgi bağını anlatan filmi Humeyni’nin de oldukça beğendiği anlatılır. Çok sevdiği ineğinin ölümünden sonra inek gibi hissederek o şekilde yaşamaya başlayan adamın dramını anlatan film Yeni İran Dalgası‘nın kabul görmesini başlatan ilk film olma özelliğini taşır. (1970 Venedik Film Festivali’nde ödül almıştır)

Bu akım daha sonra Gheysar filmiyle devam etti ve kabul edildi. Füruğ Ferruhzad, Sohrab Şahit Sales, Behram Beyzayi, Perviz Kimyavi gibi ülkenin başarılı yönetmenleri bu akıma öncülük ederek İran Sineması’nda şiirsel, felsefi filmlere imza attılar, bu akımda fazlaca film çekilmiştir. Daha sonra bu tür filmler yine çekilmeye devam etti ancak İran Yeni Dalgası yerine Yeni İran Sineması (New Iranian cinema) ismiyle anılmaya başladılar, tarz aynı fakat isim değişikti. (Yeni İran Sineması kitap)

Hollywood Filmlerinden Sonra İran sineması

webci | 04 January 2008 22:40

Son zamanlarda çıkan Hollywood filmlerinde bir şey çok belirginlik kazanıyor. “Hannibal’ın” daha ötesinde korku filminden ayrı olarak “Saw” denilen sadistlik ve psikopatlık örneğinin “I-IIIIIIV” dizi halinde verilmesi.Daha sonra “28 Weeks After, The İnvasion, I am Legened” gibi bütün dünyayı kuşatan bir hastalığın insan nesline neler yaptıkları. İnsan varlığının yeryüzünden kayboluşu.Hedonoizmle beraber bütün değerlerin ayakaltına alındığı “American Pie”(Amerikan Pastasının) “I-IIIIIIVV” dizi halinde sunulması. Bu tarz filmlerinde dünya sinemalarında gişe rekorları kırması beni düşündüren oldu. “Nerede Rüzgâr Gibi Geçti”nin saflığı diye sormaya başladım.Son zamanlarda izlediğim birkaç İran filmi içime su serpti. “Baran”(Yağmur) “Bir Afganlı kız çocuğunun erkek kılığında

inşaata çalışarak ailesine bakmasının dramını anlatan bu filmde aşkı, sadakati, emeğin değerini, Afganlı mültecileri, hayatın zorluğunu görebiliyorsunuz. Heaven of Children”(Cennetin Çocukları)

filminde fakir bir ailenin iki kardeşinin bir ayakkabıya olan ihtiyaçları öylesine güzel dramatize edilmiş ki insan kardeşliği, aile bağlarını, yoksul insanın dünyasını tanımaya çalışırken, burjuva insanlara acıyor.Bu iki film muazzam oyuncu kadrosu ve milyonlarca dolar bütçe ile hazırlanmış filmler değil sadece Sait Faik Abasıyanık’ın hikâyelerinde geçen sıradan insanı anlatan içten eserler.