bildirgec.org

inanç hakkında tüm yazılar

Ruhsal yoldakiler nerede hata yapıyor – 3

AtillaGenis | 11 July 2007 11:41

”Ben size kendi nefesimden üfledim” diyor Tanrı din kitaplarında,
yani Tanrıyı içimizde barındırdığımızı anlayabilmemiz için ipucu
vermiş, ama biz genede Tanrıyı hep bizden ayrı tuttuk.
İnsanın içindeki bu tanrısal güç, bazı insanlarda, diğerlerine
nazaran daha ön plana çıkıyor, kendiliklerinden dürüst ve ahlaklı
oluyorlar. Bu insanlar (planları gereği) zamanı geldiğinde varoluşu
sorgulamaya başlıyorlar, biz bunlara ”aydınlanma yolcuları diyoruz”
Her insanın içinde aydınlanma potansiyeli fazlasıyla mevcuttur,
bilgiyi bilmenin farklı birşey, içselleştirebilmenin ise çok daha
farklı birşey olduğunu söylediğimiz gibi, bu potansiyelin herkeste
olması farklı, herkesin bu gücü ortaya çıkarabilme yetenekleride çok
farklıdır. Bu gücün içinde olduğunu bilenler aydınlanma yolunda
bilgi sahibidirler artık, ama bu bilgiyi içselleştirebilmekte
yatıyor asıl sorun. Tanrısal gücün içinde olduğunu bilmek, tanrı
gibi davranabilmek sorumluluğunuda getirir. Kali Yuga çağında,
bedenlerimiz ve beyinlerimiz negatif enerjilere açık olarak
doğuyoruz. Beyin bilgisayarımız sadece bu enerjilerle çalışabiliyor,
ve evrenden sürekli negatif tesirler alıyoruz. Bu bizi, agresif,
hoşgörüsüz, arsız, öfkeli, şiddete meyilli, hayvansal sekse meyilli,
ve tamamen asi varlıklara dönüştürüyor. Bu devirde egolarımızda
bizim kontrolumuzden çıkıp, bizi kontrol ediyorlar. Bu tanrısal
olmayan özelliklerimizin toplamına, yani içimizdeki Tanrısal olanın
karşıtına Şeytan denir. Her insan içinde potansiyel olarak, tanrıyı
ve şeytanı barındırır. Büyük inisiyeler ve peygamberlerde dahil,
aydınlanmanın belirli aşamalarında Şeytan size sürekli çelme takar.
Daha fazla ileriye gitmemeniz için elinden geleni yapar.
Peygamberlerin, ve bazı büyük inisiylerin bu savaşları sembolik
olarak din kitaplarında anlatılır. Şeytanı alt edebilip,
aydınlanmaya ulaşabilenler, gerçek büyük inisiyeler ve peygamberler
olmuştur, bizler bu varlıkların yanında henüz şeytanın oyuncağı
konumundayız.

ORİJİNAL DEMOKRASİ

SCAR TISSUE | 10 July 2007 13:39

orijinal demokrasi
orijinal demokrasi

Radikal gazetesinin ‘Orijinal Demokrasi’ adlı yeni reklam filmini gece gece gözüme taktım ve gözüm “tv ekranına dön” der gibi oldu. Bir an kendimi AB Shapper reklamlarında yer alan abilerin ( hani Beyaz’ın bir tiplemesi vardıya Johny White ona benzer abiler 🙂 vaadlerini dinler gibi oldum. “”Yanında bu da bizden””, “”30 gün içinde iade etme hakkına sahipsiniz.”” vs.
Reklamdaki Orijinal Demokrasinin keşke hiç iade edilmese düşüncesi içinde olmasını isterdim. Pek ala zorlu bir dağa tırmanmak gibi zor bu durum.
Reklam filmi, temanın çok basit bir fikirle sunularak binlerce şey anlatmasınıda çok güzel vurgulamış.

Kim Ne Arıyor?

zynpnas | 28 June 2007 09:17

Son zamanlarda çevremden sürekli aynı yakınmayı işitiyorum. Kadın erkek farketmiyor, aynı cümleler dökülüyor dillerden; adam-kadın gibi adam-kadın yok piyasada, düzgün bir ilişki kuracak kimse kalmadı memlekette, bu erkeklerin çivisi çıkmış, kadınlar erkeklerden beter olmuş, kadının sevgilisi var, adam evli, çok kapalı hiç anlamıyorum maksadını, İNANACAK kimse kalmadı, GÜVENECEK kimse kalmadı.

Yalnızım dostlarım, yalnızım, yalnız…

Herkese göre herşey aşırı hızlı, inanılmaz laubali bir hal almış ve hiç kimse beş para etmiyor diğerine göre. Aynı ihtiyaçtan muzdarip kadınlar ve erkekler birbirini suçluyor , birbirini değersiz görüyor.

Kader ve Dahası – Jonathan Clark

Davier Draft | 25 June 2007 13:21

Çarşamba – 21 Ekim 1981

”Bazı gerçekleri kabul etmek için kanıta ihtiyaç duyarsın. Bazı gerçekler ise anîden belirir ve o gerçekten şüphe duymayıp onu kabullenirsin, böylece kanıta ihtiyacın olmaz. Tıpkı kader gibi. Gerçekleşene kadar varlığı aklının ucundan geçmez çünkü mutlusundur. Belki bilinmez ama aslında bu da bir kaderdir. Sen ise onu başın derde girince farkedersin, oysa o her zaman vardır ve gerçekleşiyordur. Ama en kötüsü, doğduğun andan itibaren onun gerçekleşmesine tanıklık etmek zorunda olmandır; çünkü o kötü bir kaderdir. Sen bunu kabullenmek istemesen bile…”Zayıf edebiyatıyla bunları yazmıştı Kişilik Çözümleme dersine ödev olarak. Devamı vardı ama aklımda bu kadar kalabilmişti kötü hafızam sayesinde. Neyse ki kitabın unutulmaz bir adı vardı: Sadece Edmund. Nereden aklıma geldi bilmiyorum ama beğenmiştim bu kitabı. Geçen yaz kuzenim Timothy hediye etmişti bana. Zaten benimle hep ilgilenirdi. Kitap beni biraz ürkütmüştü ama her sayfasını merak ederek okumuştum. Doğuştan göz kapakları olmayan ve bu yüzden asla uyuyamayan Edmund’ın hikâyesi anlatılıyordu kitapta. Hiç kapanmayan iri gözleriyle, insandan çok bir balığı anımsatıyordu yüzü. Arkadaşları ona adını söylemek yerine ‘balık suratlı Edmund’ diye hitap ediyorlardı. Ailesinin onu doğar-doğmaz terk etmesinin sebebi yüzünün görünümüydü elbette ve onun ait olduğu yer bir yetimhaneydi. Kimsenin bakmak istemeyeceği bir yüz, onun da hoşuna gitmiyordu. Bu yüzden kendi yaptığı, kartondan maskeyi taşırdı hep yüzünde. İki küçük sevimli göz ve tabii ki onları örten iki göz kapağı çizmişti maskenin üzerine. Tıpkı, normal bir insan yüzü gibi…Bütün bu yaşadıklarının acısına dayanamamanın aksine hep güçlü oldu o ve inanmaya devam etti. İnandıkça da güçlendi… Kaderiyle yüz yüze yaşadı hep ve tıpkı kaderi gibi hiç değişmeyecek olan o yüzüyle… Oysa ben… Yaptığım şey yaşamaya çalışmaktan daha fazlası değildi. İhtiyacım olan tek şey ise hayatta kalacağıma dair bir ipucuydu. Gerisini halledebilirdim. Edmund inanıyordu, inancı onun devam edebilmesini sağlamıştı ama maalesef benim durumum farklıydı…Ne kadar inanırsan inan asla değişmeyecek gerçekler vardır. İnanç, gerçekleşmesi mümkün veya varlığı kabul edilebilir olgulara dayalı olmalıydı. İşte bu, inançtaki sınırdı. Bu durumda inancın bana faydası olmayacaktı. Durumum, inanarak değiştirebileceğim türden değildi. Oysa Edmund da değiştiremeyeceği bir gerçekle yaşıyordu. Ancak bunu bir sorun olarak görmüyordu o. Bu gerçek her ne kadar hayata tutunmasında bir engel olsa da, değiştirebileceği başka şeylerin olduğuna inanıyor ve inancıyla da bu engelin üstesinden geliyordu. Tüm yaşadıklarının altında yatan gerçeğin ise ‘kader’ olduğuna inanıyordu…Benim ise kaderim buydu… Hemofili…Kaderimin bana yaşattığı bu gerçeği değiştireceğime inanmalıydım. Her ne kadar değiştireceğim gerçek, inancımın önüne geçse de, inanmaya devam etmeliydim. Edmund bana bunu öğretmişti… İnancın gücünü…Maalesef ne kadar inanırsam inanayım, hiç sonu gelmiyordu ama ben yine her yeni birgün, hep kaldığım yerden-en sondan başlıyordum. Ve görüyordum ki; hiç bir son, hissettiğim bu acılardan daha fazlasının veremezdi bana, öyle ise yine de inanmaya devam etmelimiydim acaba..?

22 Temmuz ve Alevilik

2006 | 25 June 2007 09:51

2007 seçimlerinin yaklaştıgı şu dönemde, olası mümkün her kesimden oy almak için çalışmalar yürüten siyasetçilerimiz için önemli bir kesim ise hiç şüphe yok ki Aleviler.

Bir yandan tıpkı işsizlere kanca atma çabaları gibi alevilere yakınlaşan siyasilerimiz diger bir yanda varlıkları için olumlu çalışmaların olmasını bekleyen aleviler söz konusu iken, bakalım 22 temmuz bizlere ne gösterecek.

Sabah gazetesinden Barış Erdoğan’ın konu hakkında yapmış oldugunu başarılı bir yazı dizisi bulunmakta. buradan ulaşabileceginiz yazı dizisinde yer alan diger başlıklar ise;

Melekler ve Şeytanlar Beyaz Perdede

emsvizyon | 17 June 2007 00:47

melekler ve şeytanlar
melekler ve şeytanlar

da vinçi’nin şifresi kitabı ve filmi ile ülkemiz’de de ün yapan Dan Brown‘un, benim en sevdiğim romanlarından olan melekler ve şeytanlar 2008’de beyaz perdeye yansıyacak!.. başrolde yine Langdon rolü ile ( esasında “yine” değil,langdon karakteri ilk burada hayat buluyor) Tom Hanks… bu macera da ki bayan arkadaşı ise Gisele Bündchen… yine Vatikan’ı ve bilim dünyasını kızdıracak bir film olacağı kesin 😉 isviçre CERN de başlayıp Vatikan‘da son bulan öyküyü umarım da vinçi’nin şifresi filmin de ki gibi yavan yapmazlar 😉 bu filmden sonra da illuminati ismi yeniden hortlar ve gündemi yeniden bayağı bir meşkul eder herhalde :)) oysaki keşke madde ve anti madde gibi kavramlar medyatik ve popüler olabilse…
bu filmin de yönetmeni yine Ron Howard… neyse, en kısa zamanda dijital kale ve ihanet noktası‘nı da bekliyoruz…