bildirgec.org

bunalım hakkında tüm yazılar

Sıkıntılarım Ahhhh…

Flora | 07 November 2006 01:02

Walla üyelik işlemlerini tamamlayıncaya kadar tüm ilhamımı kaybettim sanırım..yine de elimden geleni yapacağım:)
bugünlerde sebebini bilemediğim bir iç sıkıntısı içerisindeyim ki biliyorum çoğu insanın hissettiği bir şey bu..bir arkadaş msnsine küçük bir ileti yazmış onu okumak bile sinirlerimi bozuyor..gerçi artık sinirlerimi bozmayan birşey yok gibi..mutlu olmak gerçekten bir beceriymiş bunu anladım,tabi bu arada ne kadar beceriksiz oldğumu da..hergün sanki bir önceki günün tekrarını yaşıyor gibiyim..son günlerde heyecanlanacağım o kadar az anım oldu ki..kendimi Hamster gibi hissetmeye başladım artık,aynı çemberi dönüp duran bir hamster ım ben, evet yaşasın en azından kim olduğumu buldum artık..!!! ara ara yaşadığım o kaos anları da sanırım çemberin bir yerindeki o eğrilikten kaynaklanıyor..ne zaman o kısma gelsem bir kaos içinde oluyorum o kısım geçince hah yine herşey aynı ,dön dön dur !Saat gecenin körü oldu yine,uykum yok.eski sevgilim geldi birden aklıma..bu kötü haber yine efkarlanacağım çünkü:( onu o kadar özlüyorum ki gittiğinden beri, tarif edemediğim bir şey vardı onda…Ahh ah ! neler yapıyorsun kimbilir şimdi,resmen niyazi olayı şekilnde bitti bu ilişki..umarım en kısa zamanda seni unutturacak bir prens girer hayatıma ve ben yine o unuttuğum heyecanı tekrar hissederim..bunu kalpten istiyorum..sabah yine iş var:( düşünecek sıkıntı veren bir olay daha işte..olmak istediğim kişi değilim ve olmak istediğim yerde de değilim.napacağım ben yaaaa pofff:(((( bırakın beni ağlayacağımmm……

Babama birşeyler oluyor!

Guitarist | 18 September 2006 18:47

Gelin dostlar,burda sizinle biraz dertleşelim.

Aslında herşey bir kaç ay öncesine dayanıyor.Kendi halinde ve işinde başarılı bir avukat olan babam,her ne hikmetse burnundan estetik olmakla başlayan macerasına,converse gençliğine katılarak devam etmekte şu aralar…

Yahu kırküç(rakamla 43) yıllık burnunun şekli yeni mi battı?Hadi yaptırdın,pembe gömlek giymek de nerden çıktı?Ulan baba tamam onuda giy ama conversi alırken şu oğlun hiç mi geçmedi aklının ucundan?Yazıklar olsun…

Herneyse bir de play65 de tavla oynaması var ki evlere şenlik. Babamdan hiç beklemediğim “ok” demesi bir yana yenilince “no problem” yazması beni şok etti. Play65 den tavlayıp msne eklediği kızlara ise hiç değinmeyeceğim.

cevapbulmak.com

Maxipower | 04 June 2006 11:18

bu sitenin amacı kafanıza takılan, sizi bunalıma sürüklemeye aday hassas konularda yolunuza aydınlatmak. hani dizilerde çok hikayeler anlatıp yol gösteren karakterler tarzında yazılarla size yardımcı oluyorlar.
ancak benim bu siteyi bildirmemin sebebi bu özelliği değil, nedendir anlamadım ama email ile hizmet veriyorlar.
yani siz istediğiniz yazıyı seçiyorsunuz ve yazı email adresinize yollanıyor, siteden göremiyorsunuz.
internet sitelerinin reklamlarını arttırabilmek için içeriği daha çok webe bağımlı bir hale getirmeye çalıştıkları günümüzde bu felsefe oldukça ilginç.
aklıma gelen tek kazançları kullanıldıklarından emin oldukları bir ton email adresleri olacak.

Senin hayatın mı? hadi ordan be!!!

tissss | 13 April 2006 06:17

merhabalar,

Ben İTÜ’ de okuyan, sınavları tepesine binmiş(tabi ben buna hazır değilim), kötü bir ilişki yaşamış, gitgide bunalıma doğru yaklaşan biri olarak taa ufaklığımdan bu yana yaşamış olduğun hayatımı yeniden sorgulamaya başladım ve “hayatım” demekten vazgeçtim. Vazgeçtim çünkü benim hayatım dediğimiz hayat ne kadar bizim, benim isteklerim dediğimiz ve yaptığımız istekler ne kadar bizim, bizim düşüncelerim dediğimiz düşünceler ne kadar bizim. Çocukluğumuzdan beri en başta ailemiz olmak üzere, mahalle arkadaşlarımız, okul arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz, saçımız uzun diye her sabah azarını işittiğimiz müdürümüz, yaşadığımız ülkenin şartlar bizi ne kadar etkiliyor. Tercihlerimizi, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı? Ben takriben %90 diye düşünüyorum. Yani tercihleri geçtim, sonuçlarına bakalım. Benim hatam dediğmiz hata ne kadar bizim. Bu hatalara üzülüp kendimizi paralamak ne kadar doğru. İşte bunlar beynimi kemiren ve belkide açacağım temiz bir sayfaya nürekkep olacak düşünceler. Kendi hayatımı yorumlayabildiğim kadarıyla bir de ufak felsefe geliştirdim kendime. Doğdum doğalı bir otobüsteyim ve uyuyorum. Uyuyorum ve çoğu zaman geçtiğimiz yerlerin bile farkında değilim. Esas sıkıntı şurdaki ineceğim yeri bile bilmiyoum. Bazen sesleniyor birileri “kardeş kalk, geldik” diye. İnanıyorum ve iniyorum. İniyorum ama burası değil, inmek istediğim yer burası değil ve burda mutlu değilim zira hemen hemen kimse mutlu değil. Şükür ki fazladan bir biletim daha var, kaldı ki çoğu zaman kimseye 2. bilet verilmiyor bile. Nerde indiysen artık ordasın, ta ki son otobüs gelene kadar. Tekrar biniyorum ve uyumaya devam. Bazı bazı güzel yerler görüyorum camdan ve içimde bir umut beliriyor orada mutlu olabileceğime dair. Sesleniyorum “kaptaan inecek var” diye ama bu seferde kaptan müsade etmiyor. “Müsait değil” diyor ve gene tanık oluyorum benim hayatım dediğim hayatın benden ne kadar da uzak olduğuna. Artık tek bir şansım kaldı, camı kırıp atlamak. Evet belki çok riskli, belki dışlanmak var işin sonunda belki bir daha otobüse alınmamak ve en kötüsüde ilk defa benim hayatım diyebilmeye doğru adım atmışken orada da mutlu olamamak. Ama ben atlayacağım. Tahammülüm kalmadı artık Tepedekilerin belirlediği duraklarda, onların belirlediği saatlerde inmeye. Ben atlayacağım arkadaş, gelen var mı?…Kaptaaan!!! Durmazsan durma be…

Hasan, şu günlük zımbırtısını kaldırmasaymışsın iyi olurmuş…

DarkStar | 22 May 2005 04:30

Bazen insan daralıyor işte…

Kaçmak için acaba ne yapsam, nereye gitsem diye düşünürken buluyor kendini. Ne zaman bu duruma düşsem, kaçmak için içimde hiç bir enerji bulamıyorum. Neden acaba?

İnsan iyice dibe vurmadan çıkamazmış, iyice dibe vurması lazım ki, ayaklarıyla yerden destek alıp tekrar suyun yüzüne çıkabilsin diye… Bunu söyleyenin kim olduğunu düşünüyorum, düşündükçe ne kadar aptal olduğu aklıma geliyor. Ruhunun derinliği o kadar az ki, bir kaç metre suyla ölçebiliyor. Peki ya ben ne yapmalıyım? Batabileceğim noktayı düşünemiyorum bile. Hatta daha önce batıp çıktığım derinliklerin yakınına kadar gelmek, hayattan korkmama sebep oluyor.Korkutucu!

Gecenin bir yarısı ne yapıyorum? Neden hala bu aptal aletle boğuşuyorum? Aslında yaptığım şeyin yaratıcılıkla hiç bir alakası yok. Evde yalnız da değilim.

Ama nedense beni paylaşamayacak kimseyi yanımda istemiyorum. Acaba ben kendi kendimi paylaşabiliyor muyum? Yoksa kutuma kapanıp pesimist düşüncelerle kendime işkence mi ediyorum?

İki günden beri hiç bir şey yemedim. Şu aptal kuş gazozumu döktükten sonra, bira içmeye başladım. Dün gece yarısına yakındı gazozumun dökülmesi…

Ama hala kendimi sarhoş hissetmiyorum. Aslıda, çok sık backspace tuşuna bastığım gerçeğini göz ardı edersek, kendimi hiç mi hiç sarhoş hissetmiyorum. Bir kaç saat sonra son kasanın sonuncu birasını da içeceğim. Ondan sonrası için hiç bir şey düşünemiyorum, hiç bir şey göremiyorum…

Bu gün ne? Yarın günlerden ne olacak? Ben ne yapacağım? Eğer bir şey yapacaksam neden yapacağım? Ama bu sorular arasında beni en çok sıkan, en son gelen soru: Neden yapacağım? Ne yapacağımı bilmiyorum, ben korkutan ne yapacağımdan çok neden yapacağım.

Aslında yapacağım şeyler var. Ama onlar benim için, kendimi için değil. Kuşun kafesini temizleyeceğim sonra da yemini ve suyunu tazeleyeceğim, saksıdaki otlara su vereceğim. Belki banyodaki sızdıran musluğun vanasının contasını değiştireceğim. Peki ya sonra?

Bir ara soyadı Farmer olan bir yazarın “İstiridye Kabuğundan Doğan Venüs” yada adı ona benzer bir kitabını okumuştum. Kitabın kahramanı, hayatın anlamını arıyordu. Bütün evreni gezdikten sonra (Yazara göre) buldu da. Tüm kitap boyunca (kitabın ilginçliğini de düşünerek) gerçekten bir neden bulacağını yada bulamayıp, aramayı okuyanlara bırakacağını düşünmüştüm. Bu kadar boktan bitmesi bende çok büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

Acaba herkesin hayatının anlamı kendisinde mi gizli?

Buna inanmıyorum. Bazen saçma sapan hayaller kurarken aklıma olmadık şeyler geliyor. Aslında adına tanrı denilen varlık (belki de yokluk), kendi yerine geçecek bilincin gelmesini bekliyor. Dediklerine göre tanrı insanı kendi suretinde yaratmış ya! Çok mu “Stirner”cı?

Bazen insan kendinden korkar oluyor. Benim için bu da o bazenlerden biri. Yoksa yıllar sonra neden tekrar yazmak için bir içgüdü geliştireyim ki? İnsanın kendini tanıması en büyük erdemmiş. Bence, bu erdem tanıdığımız yeryüzünde kimse tarafından erişilememiş bir erdem olarak kalmaya devam edecek.

Aptal kuş. Onu kafesinden çıkarmam bütün şaklabanlığını kullanıyor. Ama dün akşam yaptığı için onu çıkarmayacağım. Acaba, kafesin içindeki ben olsaydım, dün akşam yaptıklarından (yaptıklarımdan) dolayı o beni çıkarır mıydı? Bütün gün müzik dinledim ama kuşumun hoşlanıp hoşlanmadığını hiç düşünmedim.

Acaba o benim yerimde olsa düşünür müydü? Kafama o kadar çok takmaya değer mi? Yoksa kafesin kapısını açıp, onu sallamasam mı? Bir bilinç için belki de en kötü şey, yokmuş gibi davranılmasıdır. Üff, dayanamadım kapısını açtım, ister çıkar, ister çıkmaz. Bir bilinç varlığı kabul edildikçe başkaldırmazmış (Camus öyle diyor).

Peki ben ne yapıyorum? Benim bilincim ve varlığım kabul ediliyor. Ama hala bir eylere karşı ölçülemez bir vandalizm içimde ateşleniyor.

Ter kokumu aldım, ama daha dün duş almıştım. Bu güna hava da sıcak değildi İstanbulda, ama tekrar duş almak çok zor geldi şimdi. Tekrar yazmayı becerebiliyorken kendimi kaybedene kadar yazmaya devam edeceğim sanırım. Ama arada biramı yenilemem gerekiyor, ne yapalım.

Aklıma şu saçma reklam geldi. Ben de, bitmeyen bira istiyorum. Hayyamın istediği gibi! Bira şişesinde balık olmak istiyorum. Belki bilincimi kaybedebilirim ve insanların arasında kendime ait bir yer bulabilirim.

Sakın yanlış anlaşılmasın, ben insanların yolda görüp iğrendikleri türden biri değilim. Zaten, neden kötü durumdaki insanlardan iğrenirler onu da anlamış değilim ya. Sadece cebimde üç kuruş para yokken (bu sefer oldu sanırım, iyi ki paradan sıfır atılmış), gelip benden şarap yada başka bir şey parası istediklerinde rahatsız oluyorum.

Her neyse, mesleğimde başarılı sayılırım. Benimle iş yapanlar günde 250 amerikan parasını ödediklerine göre, hiç de fena değilim. Fiziğim de normal sayılır, en azından dış görünüşüm normal denilen tipe çok kolay dönüştürülebilir.

Tekrar kaldığım yere dönersek, aslında hayat dediğimiz şey oldukça girift bir kolajdan oluşuyor. Algılarımıza yakalanan uyarıcılardan, hoşumuza gidenleri seçiyoruz. Sonra da seçtiklerimize uygun olmak için uğraşıyoruz. Bir çok seçim, bir çok parça… Sonuçta kimisinin yaptığı sanat oluyor, kimisinin yaptığı ise oldukça klişe bir şekilde ortaokul birinci sınıf düzeyini aşmıyor ve çöpe gidiyor.

Sudo, kafesinden çıkıp geldi omzuma kondu. Çok hoşuma gitti. Bir varlığın ilkler listesinin başlarında yer almak. Çocukken, özellikle pazar günleri, TRT1’de
korsan film seyrettikten sonra korsancılık oynardık. Şimdi kendimi o korsanların kaptanı gibi hissediyorum. Ama benim gemim daha küçük, tayfam daha az, kuşum
daha ufak ve ayaklarımdan hiç biri tahta değil.

Çocuk olmayı gerçekten özlüyorum. İnsanlar çocuk olmak kavramını, ödenecek faturalar, gidilecek işler ve sorumluluklar olmaması diye adlandırsa da, bence çocuk olmak bunlardan çok daha ciddi.

Çocukken, düşman gemisindekilerle kılıç dövüşü yaparken hataya yer yoktu. Yada silahımı karşımdaki kovboydan önce çekmeliydim. O zamanlar yaptığımız hatalar daha kolay telafi edilse de, şimdi karşılaştığımız sorunlardan daha önceldi. Yaşadıkça laçkalaştık, hayatı gördükçe yaptığımız hataların, hayatımıza ne denli
az etkidiğini öğrendik. Keşke öğrenmeseydik…Keşke büyümeseydik.

İnsanın geleceği görememesi ne kötü. Büyüdükçe, zaman kavramı içimizde gelişti. Artık çocuk gibi yaşadığımızın, değerini vermemeye başladık. Hep korktuğumuz geleceği nasıl dizginleriz diye planlar kurmaya harcadık hayal gücümüzü. Hayal gücümüz, yaratıcılığımız kayboldu. Sadece planlar kuran makineler olmaya başladık, robotlaştık.

Ben çocukken uçardım, yada uçtuğumu sanardım. O his o kadar gerçekti ki, üstünde çok düşünmeme rağmen, uçuyormuydum yoksa uçtuğumu mu sanıyordum hala bilemiyorum. Ama içimde bir şey uçtuğumu söylüyor. O kadar severdim ki uçmayı, pilot olmak istemiştim biraz büyüyünce, ama olmadı. Gözlerim bozukmuş. Arkadaşlarımdan bir pilot oldu, ama hakediyor muydu? Belki hakediyordu, ben uçabiliyordum ama o her türlü uçağın her türlü bilgisini biliyordu. Sanırım gereken çok çalışmak ve içselleştirmekti. Sonunda ben de, bilgisayar programcısı ve teknoloji danışmanlığı yaptığım şu hayata vardım. Aslında işimi seviyorum. Çünkü, yetenekli bir programcıysanız (ben kendimi öyle
sanıyorum ama.. ) iş hayatında bir takım ayrıcalıklarınız oluyor, çocukça yada saçma sapan davranışlarınız yüzünden, diğer mesleklerdeki insanlar gibi
yargılanmıyorsunuz. Görünüşünüze göre sizi değerlendirmiyorlar (en azından çalışmak istediğiniz tipte insanlar).

Peki neden hala bir rahatsızlık hissediyorum? Bilmiyorum. Tek düşünebildiğim şey, evdeki biralar bittikten sonra bira almaya gidecek durumda olamazsam ne yapacağım…

Sıkıldım. Yazmak işkence gibi gelmeye başladı. Yazdıklarımı kaydedip, bira içmeye devam edeceğim. Taa ki Godo gelene kadar. Sonra Godoyla birlikte rakı sofrası kuracağız…

Hasan, şu günlük zımbırtısını kaldırmasaymışsın iyi olurmuş…

DarkStar | 22 May 2005 04:29

Bazen insan daralıyor işte…

Kaçmak için acaba ne yapsam, nereye gitsem diye düşünürken buluyor kendini. Ne zaman bu duruma düşsem, kaçmak için içimde hiç bir enerji bulamıyorum. Neden acaba?

İnsan iyice dibe vurmadan çıkamazmış, iyice dibe vurması lazım ki, ayaklarıyla yerden destek alıp tekrar suyun yüzüne çıkabilsin diye… Bunu söyleyenin kim olduğunu düşünüyorum, düşündükçe ne kadar aptal olduğu aklıma geliyor. Ruhunun derinliği o kadar az ki, bir kaç metre suyla ölçebiliyor. Peki ya ben ne yapmalıyım? Batabileceğim noktayı düşünemiyorum bile. Hatta daha önce batıp çıktığım derinliklerin yakınına kadar gelmek, hayattan korkmama sebep oluyor.Korkutucu!

Gecenin bir yarısı ne yapıyorum? Neden hala bu aptal aletle boğuşuyorum? Aslında yaptığım şeyin yaratıcılıkla hiç bir alakası yok. Evde yalnız da değilim.

Ama nedense beni paylaşamayacak kimseyi yanımda istemiyorum. Acaba ben kendi kendimi paylaşabiliyor muyum? Yoksa kutuma kapanıp pesimist düşüncelerle kendime işkence mi ediyorum?

İki günden beri hiç bir şey yemedim. Şu aptal kuş gazozumu döktükten sonra, bira içmeye başladım. Dün gece yarısına yakındı gazozumun dökülmesi…

Ama hala kendimi sarhoş hissetmiyorum. Aslıda, çok sık backspace tuşuna bastığım gerçeğini göz ardı edersek, kendimi hiç mi hiç sarhoş hissetmiyorum. Bir kaç saat sonra son kasanın sonuncu birasını da içeceğim. Ondan sonrası için hiç bir şey düşünemiyorum, hiç bir şey göremiyorum…

Bu gün ne? Yarın günlerden ne olacak? Ben ne yapacağım? Eğer bir şey yapacaksam neden yapacağım? Ama bu sorular arasında beni en çok sıkan, en son gelen soru: Neden yapacağım? Ne yapacağımı bilmiyorum, ben korkutan ne yapacağımdan çok neden yapacağım.

Aslında yapacağım şeyler var. Ama onlar benim için, kendimi için değil. Kuşun kafesini temizleyeceğim sonra da yemini ve suyunu tazeleyeceğim, saksıdaki otlara su vereceğim. Belki banyodaki sızdıran musluğun vanasının contasını değiştireceğim. Peki ya sonra?

Bir ara soyadı Farmer olan bir yazarın “İstiridye Kabuğundan Doğan Venüs” yada adı ona benzer bir kitabını okumuştum. Kitabın kahramanı, hayatın anlamını arıyordu. Bütün evreni gezdikten sonra (Yazara göre) buldu da. Tüm kitap boyunca (kitabın ilginçliğini de düşünerek) gerçekten bir neden bulacağını yada bulamayıp, aramayı okuyanlara bırakacağını düşünmüştüm. Bu kadar boktan bitmesi bende çok büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

Acaba herkesin hayatının anlamı kendisinde mi gizli?

Buna inanmıyorum. Bazen saçma sapan hayaller kurarken aklıma olmadık şeyler geliyor. Aslında adına tanrı denilen varlık (belki de yokluk), kendi yerine geçecek bilincin gelmesini bekliyor. Dediklerine göre tanrı insanı kendi suretinde yaratmış ya! Çok mu “Stirner”cı?

Bazen insan kendinden korkar oluyor. Benim için bu da o bazenlerden biri. Yoksa yıllar sonra neden tekrar yazmak için bir içgüdü geliştireyim ki? İnsanın kendini tanıması en büyük erdemmiş. Bence, bu erdem tanıdığımız yeryüzünde kimse tarafından erişilememiş bir erdem olarak kalmaya devam edecek.

Aptal kuş. Onu kafesinden çıkarmam bütün şaklabanlığını kullanıyor. Ama dün akşam yaptığı için onu çıkarmayacağım. Acaba, kafesin içindeki ben olsaydım, dün akşam yaptıklarından (yaptıklarımdan) dolayı o beni çıkarır mıydı? Bütün gün müzik dinledim ama kuşumun hoşlanıp hoşlanmadığını hiç düşünmedim.

Acaba o benim yerimde olsa düşünür müydü? Kafama o kadar çok takmaya değer mi? Yoksa kafesin kapısını açıp, onu sallamasam mı? Bir bilinç için belki de en kötü şey, yokmuş gibi davranılmasıdır. Üff, dayanamadım kapısını açtım, ister çıkar, ister çıkmaz. Bir bilinç varlığı kabul edildikçe başkaldırmazmış (Camus öyle diyor).

Peki ben ne yapıyorum? Benim bilincim ve varlığım kabul ediliyor. Ama hala bir eylere karşı ölçülemez bir vandalizm içimde ateşleniyor.

Ter kokumu aldım, ama daha dün duş almıştım. Bu güna hava da sıcak değildi İstanbulda, ama tekrar duş almak çok zor geldi şimdi. Tekrar yazmayı becerebiliyorken kendimi kaybedene kadar yazmaya devam edeceğim sanırım. Ama arada biramı yenilemem gerekiyor, ne yapalım.

Aklıma şu saçma reklam geldi. Ben de, bitmeyen bira istiyorum. Hayyamın istediği gibi! Bira şişesinde balık olmak istiyorum. Belki bilincimi kaybedebilirim ve insanların arasında kendime ait bir yer bulabilirim.

Sakın yanlış anlaşılmasın, ben insanların yolda görüp iğrendikleri türden biri değilim. Zaten, neden kötü durumdaki insanlardan iğrenirler onu da anlamış değilim ya. Sadece cebimde üç kuruş para yokken (bu sefer oldu sanırım, iyi ki paradan sıfır atılmış), gelip benden şarap yada başka bir şey parası istediklerinde rahatsız oluyorum.

Her neyse, mesleğimde başarılı sayılırım. Benimle iş yapanlar günde 250 amerikan parasını ödediklerine göre, hiç de fena değilim. Fiziğim de normal sayılır, en azından dış görünüşüm normal denilen tipe çok kolay dönüştürülebilir.

Tekrar kaldığım yere dönersek, aslında hayat dediğimiz şey oldukça girift bir kolajdan oluşuyor. Algılarımıza yakalanan uyarıcılardan, hoşumuza gidenleri seçiyoruz. Sonra da seçtiklerimize uygun olmak için uğraşıyoruz. Bir çok seçim, bir çok parça… Sonuçta kimisinin yaptığı sanat oluyor, kimisinin yaptığı ise oldukça klişe bir şekilde ortaokul birinci sınıf düzeyini aşmıyor ve çöpe gidiyor.

Sudo, kafesinden çıkıp geldi omzuma kondu. Çok hoşuma gitti. Bir varlığın ilkler listesinin başlarında yer almak. Çocukken, özellikle pazar günleri, TRT1’de
korsan film seyrettikten sonra korsancılık oynardık. Şimdi kendimi o korsanların kaptanı gibi hissediyorum. Ama benim gemim daha küçük, tayfam daha az, kuşum
daha ufak ve ayaklarımdan hiç biri tahta değil.

Çocuk olmayı gerçekten özlüyorum. İnsanlar çocuk olmak kavramını, ödenecek faturalar, gidilecek işler ve sorumluluklar olmaması diye adlandırsa da, bence çocuk olmak bunlardan çok daha ciddi.

Çocukken, düşman gemisindekilerle kılıç dövüşü yaparken hataya yer yoktu. Yada silahımı karşımdaki kovboydan önce çekmeliydim. O zamanlar yaptığımız hatalar daha kolay telafi edilse de, şimdi karşılaştığımız sorunlardan daha önceldi. Yaşadıkça laçkalaştık, hayatı gördükçe yaptığımız hataların, hayatımıza ne denli
az etkidiğini öğrendik. Keşke öğrenmeseydik…Keşke büyümeseydik.

İnsanın geleceği görememesi ne kötü. Büyüdükçe, zaman kavramı içimizde gelişti. Artık çocuk gibi yaşadığımızın, değerini vermemeye başladık. Hep korktuğumuz geleceği nasıl dizginleriz diye planlar kurmaya harcadık hayal gücümüzü. Hayal gücümüz, yaratıcılığımız kayboldu. Sadece planlar kuran makineler olmaya başladık, robotlaştık.

Ben çocukken uçardım, yada uçtuğumu sanardım. O his o kadar gerçekti ki, üstünde çok düşünmeme rağmen, uçuyormuydum yoksa uçtuğumu mu sanıyordum hala bilemiyorum. Ama içimde bir şey uçtuğumu söylüyor. O kadar severdim ki uçmayı, pilot olmak istemiştim biraz büyüyünce, ama olmadı. Gözlerim bozukmuş. Arkadaşlarımdan bir pilot oldu, ama hakediyor muydu? Belki hakediyordu, ben uçabiliyordum ama o her türlü uçağın her türlü bilgisini biliyordu. Sanırım gereken çok çalışmak ve içselleştirmekti. Sonunda ben de, bilgisayar programcısı ve teknoloji danışmanlığı yaptığım şu hayata vardım. Aslında işimi seviyorum. Çünkü, yetenekli bir programcıysanız (ben kendimi öyle
sanıyorum ama.. ) iş hayatında bir takım ayrıcalıklarınız oluyor, çocukça yada saçma sapan davranışlarınız yüzünden, diğer mesleklerdeki insanlar gibi
yargılanmıyorsunuz. Görünüşünüze göre sizi değerlendirmiyorlar (en azından çalışmak istediğiniz tipte insanlar).

Peki neden hala bir rahatsızlık hissediyorum? Bilmiyorum. Tek düşünebildiğim şey, evdeki biralar bittikten sonra bira almaya gidecek durumda olamazsam ne yapacağım…

Sıkıldım. Yazmak işkence gibi gelmeye başladı. Yazdıklarımı kaydedip, bira içmeye devam edeceğim. Taa ki Godo gelene kadar. Sonra Goyola birlikte rakı sofrası kuracağız…

depresif toparlak(dünya)

NICKoldNICK | 10 May 2004 10:48

noluyo bu insanlara hiç amlamıyorum. tamam belki ben biraz depresif olabilirim ama gördüklerimi yorumlayamayacak kadar yemedim kafayı daha. kiminle konuşsam “sorma ya bu aralar canım çok sıkkın ….” gibi cümleler duyuyorum. bi kaç kişi olsa umursamıycam ama sanki dünyaya uyku tozu serpilmiş de insanlar rüya alemlerinde gibiler. acaba benmi kafayı yiyorum şöle hayat dolu biri bişey yazsında uzaylıların dünyayı ele geçirmeye çalışmadığını anlayayım…

Etki Altında

hook | 14 October 2003 10:21

Şehir hayatını yaşayan insanin klasik bunalımı. Etki altında kalmak. Sabah trafikte giderken, akşam evde televizyon seyrederken, Sinemaya gidince, alışverişe çıkınca, gözümüze dayatılan, reklamlar, fikirler, düşünceler. Nereden başlasamki, sabah önünde zınk diye durup müşteri bekleyen taksiciye sinirlenmemden mi, yoksa gece seyrettiğim süper bir filmin beni soktuğu yapay mutluluktan mı? Yoksa bira içtiğin arkadaşların güzelce vakit geçirdiğini düşünüp, Normal dünyaya döndüğünda hayatında hiç bir şeyin değişmediğinin farkına varmamdan mı?
Olmuyor olmuyor olmuyor. BU kıyafetler, bu araba, çevremdeki insanlar ne kadar benimle özdeş, ne kadarı egomla ilgili ne kadarı süper egomun kurbanı. Hey allahım çekip gidip ormanda otun bokun arasında minimum etki altında yaşamak vardı ya, geldik sapladık burnumuzu şehrin içine ve onun yapay problemlerine.
Al işte klasik şehir adamının sabah sabah karın ağrısı, bir temiz sopa atmak lazım banada.

yaşadığımdan emin diğilim

insomniac | 08 September 2003 13:58

daha öncede hafifte yazıyodum ..nick!imi değiştirdim de tanınmıyim diye…gene mi ağlıyosun dicekler diye…

ama gene ağlıyom..bu sefer daha da bağırarak ve daha da gerçek hadiselerden ötürü…

okuldan atıldım 3.senenin sonunda yani daa kesin diğil ama benim hakkımda hiçbi bilgi vermiyo bilgisayar kayıtları…çünkü 3 senedir 1.sınıfı tekrar edip duruyorum…bu sene yeniden sınava girdim resim bölümü okuyim diye te biraz önce baktım sonuçlara kazanamamışım…yani yapabildiğim tek şy buyken bunuda yapamadım..sonra annemle babamla kardeşlerimle kavga ettim ki onların hiçbişeyden haberi bile yok!sevgilim vardı hala yaşıyosa artık umrumda bile diğil..ben hala eskisini düşünüyorum…herkeze çok kötü davranıyorum…aslında çok kötü bi insanım 20 yaşında asılmalıyım ben…hiçbişey olamadım…ne müzik ne resim ne okul …hepsinde battım…açık ve net…kendimden çok uzak cümlelerle yazdım bütün bu sonuçları…ölmek isteği gene arttı..ama korkak biriyim ben…kaçmam lazım…paramda yok…güzel bi karı da diğilimki bunu kullanıyim…hiçbiişe yaramıyom…napıcam…

bilmiyoken…hem de hiç…