bildirgec.org

ayasofya hakkında tüm yazılar

Taksim’de alternatif oteller

Vformumya | 14 March 2011 22:58

Elit World Prestige Hotel
Otel Elite World Prestige Beyoğlu (Pera), İstiklal Caddesi 150 m,Ataturk Kültür Merkezi 250m,Galata Kulesi & Köprüsü 650 m,Dolmabahçe Sarayı 750 m,Topkapı Sarayı ve Sultanahmet Camii 3 km,Kapalı Çarşı 3 km,Sirkeci Tren İstasyonu 4 km,Ayasofya 3 km,İstanbul Lütfi Kırdar Uluslarararası Kongre ve Sergi Sarayı 550 m uzaklıkta. İstanbul’un en merkezi yerlerinden birsinde iyi bir alternatif olacağını düşündüğüm otel. Otelin web sitesi çok açıklayıcı aslında 360 derece olarak oteli gezebilirsiniz. otel hakkında daha fazla bilgi için web sitesiniziyaret edebilirsiniz.

Abece – A1

Yuzeysel Fikirler | 18 February 2010 10:45

“Asıl ayrılığı anlamını; anlamsızlaşan arkadaşlıklarda ve arsızca aklını aralayan anılarıyla, aynaya ağlarken anlamıştı. Aleyhindeki arbede ateşçesine acıtıyordu adeta, aksediyordu alnına asabiyeti.” Alameti anlayamamıştı. Algoritma ‘a’ adedince adımı anlatmalıydı. Adımladı. Antik aynadaki aksini aradı.

Aynı anda adımladı ardarda aynı aralıkla Ayasofya’yı. Asırlardır aranan altınlar altındaydı.

Çağının Ötesinde Sıradışı Bir Hükümdar: Sultan 2. Mehmed’in Sanat Anlayışı

fortiori | 17 August 2008 22:00

Sultan 2. Mehmed’in, büyük Rönesans üstadlarından Michelangelo‘yu Topkapı Sarayı’na davet ettiği ve bu davetin memnuniyetle kabul edildiği biliniyor; lakin, bu büyük üstadın ziyareti Papa 5. Nicolas’nın müsadesine takılmış ve gerçekleşememişti. (De Osa, 1982) Yine de aynı dönemin ünlü ressamı Gentile Bellini (Fatih’i resmeden ilk ressamdır) ve madalyon sanatçısı Costanza Di Moysis ( Costanzo Di Ferrara olarak da bilinir) sarayda ağırlanmışlar ve 2.Mehmed tarafından patronize (himaye) edilmişlerdir. Fatih’in batının yaşam tarzına ve sanatına olan ilgisini örneklendirmeye devam edeceğim, ama şimdi şu soruyu sormak gerekiyor: Böylesine büyük bir ‘müslüman’ hükümdarın, İslami inanışın yasakladığı aktivitelere olan ilgisi nereden kaynaklanıyordu?

(1480) Gentile Bellini'nin 'Sultan Fatih' portresi tipik bir Rönesans eseridir. Üzerinde bulunan 7 adet taç, Fatih'in 7. Osmanlı padişahı olduğunu simgeliyor. Bugün Londra Ulusal Galerisi'sinde sergileniyor
(1480) Gentile Bellini’nin ‘Sultan Fatih’ portresi tipik bir Rönesans eseridir. Üzerinde bulunan 7 adet taç, Fatih’in 7. Osmanlı padişahı olduğunu simgeliyor. Bugün Londra Ulusal Galerisi’sinde sergileniyor

Hem padişahın işi ne?

pylan | 06 October 2007 17:12

Padişahın ruyasi
Sultan Murad Han o gün bir hoş”tur. Telaşeli görünür.
Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer.
Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.
Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
– Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
— Akşam garip bir rüya gördüm.
– Hayırdır inşallah?..
— Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
– Nasıl yani?
— Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki,
padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve
gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt’a
çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrek’ten aşağılara sallanır.
Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir
dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan
bir ceset gözlerine batar, sorarlar;
— Kimdir bu?
Ahali: – Aman hocam hiç bulaşma, derler.
Ayyaşın meyhusun biri işte!..
— Nerden biliyorsunuz?
– Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık
komşumuz… Bir başkası tafsilata girer;
– Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır.
Azaplar çarşısı’nda çalışır. Nalının hasını yapar…
Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem
şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli
kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
– isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir
cemaatte gören olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını
gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada!..
Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu :
— Nereye?
– Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
— Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem…
Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır.
Defini tamamlamak gerek.
– İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
— Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
– Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
— Mollalığa devam… Naaşı kaldırmalıyız en azından.
– Aman efendim, nasıl kaldırırız?
— Basbayağı kaldırırız işte.
– Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması,
paklanması var. Tekfini, telkini…
— Merak etme ben beceririm.
Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
– Şurada bir mahalle mescidi var ama…
— Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
– Ne bileyim, Ayasofya’dan, Süleymaniye’den,
en azından Fatih Camii’nden…
— Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur.
Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii’ni iyi dedin.
Hadi yüklenelim… Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola
koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur
ocağa… Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş;
ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında.
Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur
dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama,
vezirin de keza… Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar,
musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli
vardır daha… Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
– Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba…
— Nasıl yani?..
– Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik
cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..
— Doğru, öyle ya, neyse… Sen başını bekle, ben mahalleyi
dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah
garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim
sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.
Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi
metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
– Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.
Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar…
Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki.
Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından…
– Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir…
Bizim efendi bir âlemdi, vesselam… Akşamlara kadar
nalın yapar… Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin;
elindekini avucundakini verir
satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!..
— Niye?
– Ümmeti Muhammed içmesin diye…
— Hayret…
– Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi.
Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi.
Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek… O çeker gider, ben
menkîbeler anlatırdım onlara… Mızraklı ilmihal.
Hucceti islam okurdum…
— Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki…
– Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep
uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında
durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe’yi görmeli…
— Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
– işte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a uzanırdı ya…
Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle
böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek.
inan cenazen kalacak ortada…
— Doğru, öyle ya?..
– Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını
kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla
bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
— Peki o ne dedi?
– Önce uzun uzun güldü, sonra;
– Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?