Sultan 2. Mehmed’in, büyük Rönesans üstadlarından Michelangelo‘yu Topkapı Sarayı’na davet ettiği ve bu davetin memnuniyetle kabul edildiği biliniyor; lakin, bu büyük üstadın ziyareti Papa 5. Nicolas’nın müsadesine takılmış ve gerçekleşememişti. (De Osa, 1982) Yine de aynı dönemin ünlü ressamı Gentile Bellini (Fatih’i resmeden ilk ressamdır) ve madalyon sanatçısı Costanza Di Moysis ( Costanzo Di Ferrara olarak da bilinir) sarayda ağırlanmışlar ve 2.Mehmed tarafından patronize (himaye) edilmişlerdir. Fatih’in batının yaşam tarzına ve sanatına olan ilgisini örneklendirmeye devam edeceğim, ama şimdi şu soruyu sormak gerekiyor: Böylesine büyük bir ‘müslüman’ hükümdarın, İslami inanışın yasakladığı aktivitelere olan ilgisi nereden kaynaklanıyordu?
(1480) Gentile Bellini’nin ‘Sultan Fatih’ portresi tipik bir Rönesans eseridir. Üzerinde bulunan 7 adet taç, Fatih’in 7. Osmanlı padişahı olduğunu simgeliyor. Bugün Londra Ulusal Galerisi’sinde sergileniyor
‘Fatih’leşme Sürecinde Şehzade Mehmed
Osmanlı başkenti Edirne’de doğan (Adrianople) Mehmed, yaşamının sultan olmadan önceki bölümünü sırasıyla Amasya, Manisa ve İzmir‘de eğitim görerek geçirdi. Geleneksel olarak Arapça ve Farsça-ki bu dil dönemin seçkinlerine hitap eden bir edebiyat diliydi-eğitim görsede Kuran’ı güçlükle ezberleyebilen Mehmed’in Latinceye olan ilgisi hocaları tarafından not edilmiştir. Aynı dönemden diğer bir anekdot ise; genç sultanın kutsal logolar (Antik Yunan felsefesinde kainatı tertipleyen kutsal emir) ve insanın kutsallığı hakkında heterodoks sayılan (din dışı, dine aykırı) fikirler yayan Hurufi derviş misyonerlere yakınlığıdır.(bknz:Hurufilik) Bu durumu fark eden babası-Sultan 2.Murad-tespit edilen misyonerleri kanlı şekilde ortadan kaldırtmıştır. (Raby, 1982) Mehmed ayrıca hayatını araştıran akademisyenlere iki önemli ipucu daha bırakmıştır. Bunlardan birincisi ders notlarıdır: Mehmed medresede eğitim gördüğü dönemde standart ders notlarını kaydettiği kağıtlara, ‘cross-hatching’ (Avrupa’da Rönesans sanatçıları tarafından uygulanan bir çizim tekniği) tekniğiyle insan ve hayvan portreleri çizmiştir. Bu genç adamın, yaşadığı ülkede bilinmeyen bir resim formatını yine bilinmeyen bir teknikle icra etmesi O’nun yalnız garp medeniyetlerine olan merakına ve o medeniyetlerin kendisi üzerindeki etkisine değil, global ölçülerde gözlemci niteliğine ve geniş vizyonuna da işaret ediyordu elbette…
Genç sultanın portre ‘deneme’ leri batı sanatına olan ilgisini belgeler nitelikte. Eserler bugün Topkapı Saray Müzesi’nde sergilenmektedir
1453 ve sonrası
Yeryüzünde bin yıldan fazla hüküm süren Bizans İmparatorluğu‘nun doğudaki son parçası Constantinople‘yi alması, Sultan 2. Mehmed’e henüz 21 yaşında ‘Fatih’ (the Conqueor) ünvanını kazandırmıştı. Dünyayı değiştiren bu olay, Osmanlı halkında ve sosyal yaşantıda da önemli değişimlere/gelişimlere ön ayak olacaktı. İstanbul’un fethi; Osmanlıların metropolitan Bizans kültürü ile tanışmaları ve etkileşimde bulunmaları suretiyle, birçok anlamda ufuklarının genişlemesini sağlayacaktı. İşte tam bu noktada Sultan 2.Mehmed ikinci ipucuyla ortaya çıkmaktadır: Rönesans sanatçılarına gönderdiği davet mektupları..!! Sultan, ganimet olarak ele geçirilen Bizans İmparatorluğu’nun bilgi ve belgelerinin incelenmesi sırasında, imparator John 8.Palaeologus’un çehresinin madalyon üzerine işlendiği birtakım eserlerle karşılaşmıştır. Hayran kaldığı bu eserlerde kendisinin de temsil edilmesini isteyen sultan, İtalya’ya gönderdiği mektuplarda; bu sanatçıları, patronize edildikleri krallardan Osmanlı ülkesine göndermelerini buyurmuştur. Nihayet Costanzo Di Moysis, Napoli Kralı Ferdinand tarafından kesin olarak bilinmeyen bir tarihte İstanbul’a gönderilmiştir. (o yıllarda İtalya-İstanbul yolculuğu ortalama 3 ayda tamamlanıyordu) Böylece Sultan Fatih, madalyon üzerinde temsil edilen ilk ve tek müslüman hükümdar oluyordu.
Sultan Fatih’in hayrankaldığı söz konusu madalyonda John 8. Palaeologus
Ünlü ressam Gentile Bellini ise ‘Sultan Portresi’ ile ilk kez bir Osmanlı sultanını resmedilmiş kılıyordu, ancak, sultanın Bellini’den birtakım farklı istekleri de vardı. Kendisinden, ‘hıristiyan relikleri’ koleksiyonuna dahil etmek üzere Meryem ve oğlu İsa başlıklı bir çalışma ele almasını buyurmuştu. (bknz:Madonna and Child) Koleksiyondaki diğer parçalar arasında mermer heykeller, kral taçları, somaki lahitleri, kutsal Doğu Roma relikleri, Roma imparatorlarının heykel temsilleri, Yunanca ve Latince el yazmaları bulunmaktaydı. (Necipoğlu,2000)
Bugüne kadar ‘Meyrem ve İsa’ konulu sayısız eser ele alınmıştır. Bu resmi diğerlerinden ayıran özelliği bür müslüman hükümdarın emriyle yapılmış olmasıdır
Sultan Fatih’in, saray içinde Venedikli ve Fiorentinalı sanatçılar için bir atölye oluşturduğu biliniyor. Böylelikle Sultan, Topkapı Sarayı’nı İtalyan stiliyle tanzim ve tertip ettirmiş oluyordu. Topkapı Sarayı’nın bir çok mekanı o dönemde oluşturulmuş olup Fatih’den sonraki 400 yıl boyunca hiçbir ciddi değişikliğe gidilmemiştir. O’nun döneminde saray ‘cennet bahçesi’, ‘fantaziler dünyası’ gibi birtakım sıfatlar edinmiştir. Bu atölyelerin oluşturulmalarının bir diğer amacıysa; devşirme müslüman zanaatkarların eğitilmeleri olmuştur. Bu kapsamda ressam Sinan ve Şiblizade Ahmet, mimar Sinan-ı Atik (eski adı Christodoulos) gibi ustalar saraya hizmet vermeye hazır hale getirilen kişilerdir. Hatta atölyedeki Avrupalı sanatçıların sultana ‘Roma İmparatoru’ şeklinde hitap ederek bir anlamda dalkavukluk ettikleri de kaydedilmiştir. (Necipoğlu, 2000)
(1480) İtalyan sanatçılar tarafından eğitilen müslüman devşirme sanatçı Şiblizade Ahmet tarafından yapılan eser, ‘cross hatcing’ tekniğinin mükemmel örneklerindendir. Sultanın kokladığı görülen gül; saltanat, güç, sonsuzluk gibi bir takım simgelerin külliyatıdır. Dikkat edilmesi gereken diğer bir noktaysa oturuş şeklidir: Bağdaş kurarak oturmuş şekilde resmedilmek yalnız sultanlara mahsustur. Eser bugün Topkapı Saray Müzesi’nde ziyarete açıktır.
Bunlar olurken, önemli bir gelişme daha yaşanıyordu: Sultan, kendi adına anıtsal bir cami yaptırmak istiyordu: Fatih Camii Külliyesi. Bu külliyenin yapımı için Sinan-ı Atik’in yanısıra Bolognalı ünlü mimar ve mühendis Filarete’yi görevlendiriyordu. Külliye ortadoks inançların tamamen dışında ve tam bir evrensellik simgesi olarak inşaa edilecekti. Sultan, Ayasofya’nın (eski adı Santa Sophia) mimari stilinin, o günün modern yapı anlayışına uygun şekilde replike edilmesini istiyordu. Yapının simetrik oluşumu, Filarete’nin Milan’da yaptığı Ospedale Maggiore den öykünmeydi. Bunun yanısıra Sultan, Filarete’nin ‘Avrupai’ tarzda yıldız şeklindeki ‘Büyük Kale’ projesini de hayata geçirmişti. 20 yıldan biraz daha uzun bir süre boyunca İstanbul’da, dünyanın Donjon of Coucy’den sonraki en büyük kalelerini yaptırmıştır. (Rogers, 2005)
1470 yılında yine bir İtalyan sanatçı tarafından yapılan oyma işi ‘EL Gran Turco’ adlı portre ( büyük Türk) son derece ilginçtir. Sultan Fatih bu kez bir korsana benzetilmiştir, şapkası normal şartlarda asla müslüman bir hükümdarın temsilinde kullanılamaz zira. Bazı akademisyenler şapkanın üzerindeki ejderhanın ‘Avrupa’nın belalısı’ oluşunu simgelediğini düşünürler. Eser Staatliche Museum zu Berlin’de sergilenmektedir
Sultan Fatih’in Patronajı
Elbette Fatih, yalnız koleksiyonları konusunda değil, patronize ettiği sanatçılar konusunda da eklektik bir dünya görüşüne sahipti. Bu noktada Sultanın karanlık yüzü ortaya çıkmaktadır: Fatih Camisi Külliyesi’nin yapımı ile ilgili memnuniyetsizliği nedir bilinmez ama, Sinan-ı Atik bu memnuniyetsizliğin kurbanı olmaktan kurtulamamıştır. Sultanı memnun ettiği dönemlerde ödüllendirilen sanatçıların, ilk başarısızlıklarında ölümle cezalandırıldıkları bilinen bir gerçektir. Bu özelliğiyle Sultan Fatih kötü bir şöhret edinmiştir. Her ne kadar Bellini ve Costanzo memnuniyet verici hizmetlerinin karşılığını sultanın kendilerine ihsan ettiği ‘şovalye’ ünvanıyla alsalar da, bazı gayrimüslim sanatçıların ortadan kaybolmaları, ülkelerine dönememeleri infaz edildiklerini düşündürmektedir. Bellini ve Costanzo’nun maneviyatına paha biçilmez bu ünvanın yanısıra türlü maddi zenginlikle memleketlerine döndükleri de atlanmamalıdır. (Raby, 1982)
Costanzo’nun Sultan Fatih’i Antik Yunan tanrısı olarak betimlemesi ancak sultanın izni yada emriyle mümkün olabilirdi. Anlıyoruz ki Sultan Fatih bu şekilde temsil edilmekten memnun olmuş. Ön yüzde genç bir adam görüntüsü, arka yüzdeyse elinde gücü ve sonsuzluğu simgeleyen bir meşale tutan sultan yere uzanmış görünmektedir. Madalyonun etrafında ‘büyük ve hayranlık uyandıran Türk hükümdar’ yazmaktadır. Eser bugün The Ashmolan Oxford müzesinde sergileniyor
Koleksiyonlara ne oldu?
Sultan Fatih’in İslami inançlarla bu derece ters düşmesi oğulları tarafından, haklı ya da haksız, acımasızca eleştirilmesine ve suçlamalara maruz kalmasına sebep olmuştur. Örneğin Sultan 2.Bayezid babasını Hazreti Muhammed’e inanmamakla suçlar. Bunun bir suç olup olmadığı tartışıladursun, Fatih’in ne kültürel ne de dini kalıplara sığmayan estetik kaygısı sayesinde İstanbul dünyanın en güzel başkentlerinden biri haline getirmiştir. Konuyu başka bir yazıda detaylandırmak mümkün, ama şimdilik koleksiyonların kaçınılmaz akibetinden bahsederek veda edelim: Dindar bir sultan olarak ulemanın (din adamlarının oluşturduğu cemaat, halk üzerinde etkili oldukları bilinmelidir) desteğini arkasına alan Bayezid, tüm portre ve madalyaları, sanatçılarının ülkesine geri göndermiş, bir kısmını satmıştır. Bu eserleri, Fatih’ten sonra başa geçmesi muhtemel kişi olan kardeşi Cem Sultan’ın İtalya’dan İstanbul’a gelmesinin engellenmesi için rüşvet olarak gönderdiği de rivayet edilir.Kaynaklar:
* J.M. Rogers, “Mehmed the Conquerorv : Between East and West ” , Bellini and the East, London, 2005, 80-97
* J. Raby, ” A Sultan of Paradox : Mehmed The Conqueror as the Patron of the Arts”, Oxford Art Journal, 1982, 3-8
* G. Necipoğlu, ” Serial Portraits of Ottoman Sultans in Comparative Perspective”, İstanbul, 2000, 22-61* De Osa, V., Sinan :The Turkish Michelangelo, New York, 1982okuma önerisi: Coral, M., Işıkla Yazılsın Sonsuza Adım, İstanbul, 2008.
yorumlar
güzel bir konu, emek için teşekür ederim.ancak nede olsa bazı yabancı kaynaklardan dolayı daha önce hiç duymadığım ve bana gerçekçi gelmeyen bazı konular var, mesela karanlık adam oluşu, ve beğenmediği sanatçıyı ortadan kaldırması.halbuki meşhurdur, fatih camii yapılırken beğenmediği bir durumdan dolayı mehmet han’ın rum ustanın elini kestirmesi, ve mahkemede kısasa kısas kararı çıkıp, fatihin eline kesilme hükmü verilmesini biliriz.hem bu kadar hassas bir durum varken, kalkıpta beğenmediği sanatçının kellesini aldırması, sanırım keloğlan masallarındaki padişahla karıştırılmış olmalı, bu yabancı kaynakçı tarafından.bu nedenle bu konuyu dikkate alarak, konunyu hazmetmekte fayda var derim naçizhane.Sultan Mehmedin çok yönlülüğü ise zaten pek bilinen bir şey. mucitliği, sanatçılığı, muhazakarlığı, vb. gibi yetenekler, o asırda herkeste olmayan bir vasıf. mekanı cennet olsun.
Bir tarihçinin ne kadar tarafsız olabileceği her zaman tartışılır. Ancak söz konusu yabancı kaynaklar sanat tarihçilerinin en çok yararlandığı kaynaklardır, Türkçe kaynaklar da genellikle bunların çevirisidir. O nedenle güvenilirliklerinden şüphe etmeyiniz…’Karanlık yönlere’ gelice: Fatih Camisi konusundaki hırsları, malesef O’na birçok sanatçıyı infaz ettirmiştir.Birçok kaynak olayı bu şekilde aktarmaktadır. Gayrimüslim sanatçıların infaz edildikleriyle ilgili tahmin ise tamamen bana aittir, bunlara ne olduğu kimse tarafından bilinmemektedir zira. ( bir sabıka kaydı, pasaport belgesi, mektup vs bulunamamış, yani durum yoruma açık.) İstanbul’un fethi sırasında da, liselerde görülen ‘tüm hıristiyanlar ibadetlerine özgürce devam edebilir’ öğretisi doğrudur ancak,gayrimüslimlere müthiş kıyımlar uygulandığı atlanmaktadır. Birçok insan-sanatçı bu sebeple Roma’ya kaçmıştır. İlginize teşekkürler…
Yok yaww bizim Fatih yapmaz öyle şeyler deyip geçmek lazım 🙂 bir paragrafa takılmayalım derim ben..ayrıca resimler çok ilginç,,bilgi notu olmasa kim anlarki Fatih olduğunu…
Bu hususta, Halil İnalcık’ın makalelerinde bir kaç bâb okumuş idim, bir de “şair ve patron” adlı kitabında da bir kaç husus var, ilgi duyanlar okuyabilir.Paylaşımınız için teşekkürler.
rahmetli fatih manevi eğitimde almıştır lakin ondan çok daha kuvvetli maddi eğitim almıştı. burdan babası 2. muratada teşekkürlerimizi ve fatihalarımızı göndermiş olalım. fatihe bu eğitimi aldırırken amacı belki devletini korumak ve büyütmekti lakin hesapta olmayan bişi oldu ve fatih hedefini roma imparatorluğu olarak koydu. bu hedeften mütevellit hedefinin bütün icaplarıyla meşgul olmuştur. sadece bildiği 7 dil bile bunun ispatıdır. hükümdarlığını yapacağı kültürleride öğrenip özümsemesi normaldir. özüm böle diyor:)netekim fatih zamanındaki hızlı büyüme bayezit zamanında sindirilmeye çalışılacak, yavuz zamanındada tam olarak rayına otrutulacaktır. enteresandırki o dönem padişahlarının hepsi padişah olmasalardı rahatlıkla birer hoca ve şair olarak hayatlarını kazanabilirlerdi:)yazı güzel olmuş, dönemin diğer padişahlarıda seri şeklinde incelenirse çok makbule geçer.
Gerçektende gençliğinden beri Sultan 2. Mehmed kendine emperyal model olarak Bizanslıları ve Büyük İskender’i alıyordu. Roma İmparatoru diye çağırılmaktan hoşnut olduğu ortada, bu doğru..Diğer padişahlarında bu konulara olan eğilimleri ile ilgili yazılar yazılabilir ama,,Fatih ve Süleyman dışında yazılı kaynak o kadar azki…!! O dönemde Osmanlılarda yazılı metin oluşturma alışkanlığı bulunmuyordu..Hatta okur yazar oranı o kadar düşüktü ki, okuması olmayan sadrazamlar bile mevcuttu..Yalnızca medrese mezunları okuma biliyordu..Mimar mühendis sarkıcı zanatkar hiç bir topluluk bildikerini gelecek nesillere aktaracak yazılı doküman oluşturmuyordu.Usta-çırak ilişkisi kapsamında bilgiler aktarılıyordu..O nedenle incelenebilecek dönemler malesef çok kısıtlı..
istanbul, o zamanki ismi nam- ı diğer bizans hiç bir zaman latin olmamış, tersine roma imaparatorluğunun parçası olmasına rağmen, kültür olarak, dil olarak hellenistik özelliklerini Türkler gelene kadar net bir şekilde özellikle muhafaza etmiştir.roman kültürünü bayağı ve kaba bulan, hatta roman kültürünün ayrılmaz bir parçası olan roman katolikliği ile aralarındaki uçurum, 4. haçlı seferi sonrasında nefrete dönüşmüştür.Demem o ki “santa” yani aziz kelimesi ki yunanca değil latincedir, “hagia”- okunuşu aya -yunanca aziz anlamına gelir ve hala da o şekilde kullanılır. aya sofia, aya irini, aya triadi, aya stefanos vs. hep ortodoks yunan kültürünün azizleridir.
aya sofya yada diğer aya ile başlayan yer ve mekanlar hiç bir eski tarihte “santa” olmamıştır.Bu arada bizans dönemi ve kültürü her zaman, batı avrupa tarihçileri tarafından görmezden gelinmiş, yok sayılmış ve layığıyla araştırılmamıştır. Sanatın, kültürün, teknolojinin, uygarlığın ve gelişimin beşiği her zaman batı avrupa olarak lanse edilmiş, bizansın bu sahnede hiç bir fonksiyonu yokmuş gibi gösterilmeye çalışılmıştır. geçmişten gelen ideolojik hesaplaşmanın ürünü olan bu yanlı bakış açısı, alıntısı yapılmış batı avrupalı tarihçinin, hangi sebeple “aya sofyayı”, “santa sofya” halinde lanse etmeye çalıştığının bir göstergesi olsa gerektir.
bunlar Enderun denilen en üst eğitim kurumunda yetiştiriliyorlardı. nasıl okumaz bilmezler. Lütfen destekli yazalım.
16.yüzyıldan sonra devşirme sistemi, eğitim sistemi, medreselerin müfredatı gibi konularda ne gibi bozulmaların yaşandığını, bunun devamı belkide sonucu olarak bazı sadrazamların nasıl okuma-yazma bilemediklerini kaynak göstererek açıklayacağımdan şüpheniz olmasın..!!bu arada ‘aya’ nın, eski adının ‘santa’ olamayacağı gerçekten çok açık. Bu garipliği fark etmiş olmama rağmen alıntı yaptığım kaynaklardaki bilgileri değiştiremezdim..
bende merakla bekleyeceğim kaynağınızı.
Çok ilginç…
Bu düşüncede biraz sıkıntı var arkadaşlar.Fatihin kendini bu şekilde hissetmesinden hoşnut olmasını gerektirecek bir durum yok ortada.Bir kere fatihin istanbulu fethetmesindeki en büyük gaye, “İstanbulu fetheden Komutan, ne güzel komutan, fetheden asker ne güzel askerdir” sıfatını kazanma düsturudur.Osmanlının esas gayesi, biryerleri ele geçiripte saltanat sürmek değil, oraya islam medeniyetini ve kendi kültürünü aşılamaktır. Roma imparatoru gibi aldığı heryerde zulüm yapardı aksi takdirde, ve kaldıki roma imparatorları gibi vahşi ve zalim kişilere özenip, onlar gibi anılmayı istemeyecektir Fatih.Hatta daha ötesi, Osmanlı kendisine imparatorluk değil, devleyi aliyye’yi osmaniye derdi.imparatorluk sıfatı osmanlıya yakışmaz çünkü imparatorluk demek, “zorbalıkla hükmeden. sömüren idare” anlamına gelir, sözlükten bakabilirsiniz. Bu nedenle imparatorluk sözcüğü, sonradan kullanılır hale geldi. özellikle batılılılar tarafından…
Ne kadarda iyi niyetlisiniz..!!Fatih’in kendini Roma İmparatoru olarak hissetmesinden hoşnut olmasını gerektirecek bir durum olmadığını nereden anlıyorsunuz? Fatih Balkan Devletleri ile yaptığı bütün yazışmalarda Sultan-ı Rumi ünvanını kullanmış ve İstanbul’un fethinden sonra kendini Bizansın halefi olarak deklare etmiştir. Yazışmalara iliştirilen bu ünvanı dilerseniz Topkapı Saray Müzesi’de gözlerinizle görebilirsiniz. Bu ünvan 16.yüzyıla kadar kullanılmış,daha sonra ancak fanatik dindar bir sultan olan Süleyman tarafından Kanunname kapsamında Padişah-ı İslam olarak değiştirilmiştir.Bu bilgileri ünlü tarihçi İlber Ortaylı’nın 3 kıtada Osmanlılar adlı kitabından aktarıyorum. Aynı yazarın İmparatorluğun en uzun yüzyılı başlıklı bir kitabı daha var. Bakın dikkatinizi çekerim, Ortaylı gibi devletçi bir insan bile Osmanlıları ‘İmparatorluk’ olarak nitelemekte sakınca görmüyor. Zaten devletçi olmasa Topkapı’ya müdür yapılmazdı.Dilerseniz şimdi de biraz empati yapalım. Osmanlıların dünya barışına zarar vermediği hatta hizmet ettiğini düşünmektesiniz. Ortadoks Hıristiyanları için belki en önemli mekanlardan biri olan Ayasofya kilisesi Osmanlılar tarafından camiye çevrildi. Şimdi şu soruya cevap verin: Eğer Kabe ya da Sultan Ahmet Camisi örneğin kiliseye çevrilirse,, ya da Atatürk’ün Selanikteki evi Yunanlılar tarafından kiliseye çevrilirse ‘dünya barışının’ yeni durumu ne olur?dilerseniz şimdi de İmparatorluğun ne olduğunu tartışalım. Madem imparatorluk değillerdi 3 kıtada ne işleri vardı diye sormuyorum bile…İmparatorluk kelimesi ingilizce imperial ile aynı anlamda. Yani bir empire ın hükümdarida yine ingilizcesiyle emperor oluyor. Emperyalizm kelimeside Türkçe’ye buradan dahil olmuştur. Emperyalist olduğu herkezce kabul gören İngiltere gittiği yeni topraklarda ilk olarak dilini ve dinini yayıyordu. Ekonomik faydalanmanın böylelikle önü açılmış oluyordu. Osmanlılar tarafından yapılan sizin de işaret ettiğiniz ‘dini yayma’ ve ‘kültür empoze etme’ faaliyetleri emperyalist İngilizlerinkine ne kadar benziyor değil mi ? Amacı ekonomik sömürü olan emperyalizimin yayılmacı niteliği anlıyoruz ki Osmanlılarda mevcut (bknz:iskan politikasi,fethedilen yerlerde asimilasyon sağlama) Peki Osmanlılar emperyalist değilse neden fethettikleri yerleri vergiye bağlıyor..??!!Bunu hangi ideolojiyle açıklamak gerekecek??kaldıki Fatih’İn kardeş katlini meşrulaştırması zalimce değilde nedir..? bunu ‘taht kavgalarını engellemek için yapılıyordu amaaa’ diyerek açıklamak yeterli mi?Osmanlı devletinin imparatorluk olmadığını iddia etmek çoğunlukla ulusalcı akımların etkisinden ve de tabiki benim hiç haz etmediğim hamaset tarihçiliğinden kaynaklanıyor. Fakat biliniz ki bugünün terminolojisiyle o dönemi yorumlamak oldukça yanlış bir iştir.
Fatih, kendini Roma nın devamı olarak görüyor. bence de bu doğru. hatta ortodokslar tarafından (yani patrik) tarafından Fatihe gönderilmiş bir mektup var. İnternet ortemına var mı bilmiyorum ama bulup buraya ekleyeceğim. mektup, ” gel Ortodoks ol, İmparatorumuz olursun” diye başlar. Hatta bir çok kişi Fatih’in Ortodoks olarak oldüğünü söyler. tabi bunların bir ıspatı yok.Ayrıca Osmanlı’da Yıldırım Beyazit döneminden kalan bir meşruileşme çabası vardır. Özellikle Ankara Savaşından önce Timur ile aralarında gerçekleşen mektupları ve hakaretleri okursanız, daha iyi anlaşılabilir. Özellikle Timur Yıldırım’ı soysuzlukla suçlar ve Osmanl’ da da sürekli kökenini ve geldiği yeri, Anadolu’daki varlığını ve kökenlerini ispatlama çabası vardır. Resmi vakaünivistlerin yazdıkları tarih kitaplarıyla da bu ıspatlanmaya çalışılmıştır.
mektup papa tarafından yazılmıştır, lakin gönderilmemiştir. ortodokslar zaten fethedilen toprakların içindeler, kime ne daveti yapacaklar:) ayriyeten fatih içi geçmiş hırsitiyanların rimpapasının feshedilmiş dinine geçipte ne yapacaktı, dünya ayaklarının altına serilmiş, elinde islamın cihad gibi muazzam bir imkanı var, ne uğraşıcak hrıstiyanlıkla, papayla filan. sağlı sollu aparküt çakarak roma imparatoru olma hedefine doğru dini kurallar içerisinde ilerlemiştir. yukarıda hedefi roma imparatoru olmak derken o zamanki dünyanın çoğunu idaresi altına almayı istediğini kastetmiştim, yoksam bugünkü gibi illede batıya benzeyelim deyu herşeyinden vazgeçmeyi istiyor değildi. sadece tebaasına adaletle hükmetmek için kültürlerini öğreniyordu. bkz: macaristanda adaletli karar vermek içün macarca öğrenen kadılar.timur kıskanmıştır, kıskanmıştır. osmanoğulları küçücük bi beylikten koskoca devlet çıkarıp istanbulu fethetmeye yeltenmiş, üstünede roma mirasına konmuşlar. çekememiştir o, çekememiştir:)
Fatih Sultan Mehmet hakkında birçoğumuzun bildiği diğer bir olay da annesinin Hristiyan inancını sürdüren bir devşirme olup, Fatih’e de bu inancı gizlice aşıladığıdır. Bu konu zaten yıllardır tartışılmakta ve henüz spekülasyondan öteye geçemedi. Zira kimi tarihçiler bu olayın gerçekliğini tartışırken, kimileri sorumlunun Fatih’in üvey annesi mi yoksa öz annesi mi olduğunu tartışmakta.Doğu Roma’yı (Bizans) aldıktan sonra çıkardığı fetva/hitap metninde devletin ismini Yeni Roma İmparatorluğu şeklinde belirttiği de söylenir. Araştırmama rağmen kaynak bulamadım.Fatih’in İstanbul’u almak istemesine birçok sebep gösterilmekte. Bunların en popüler ve bence de en komik olanı Muhammed Peygamber tarafından öngörülen sıfata layık olmak istemesi -ki hükümdarlar yüzyıllardır bunun için uğraşıyorlardı.Tabi Fatih’in rüyasında Muhammed Peygamberi gördüğünü ve hatta onunla konuşup Fetih emrini aldığını iddia eden fantastik tarih yazarları da mevcuttur.Bütün bunların yanında, İstanbul’un Fethi’ne en mantıklı, en politik yaklaşım Emre Kongar’ın “Hocaefendi’nin Sandukası” kitabında bulunmaktadır. Roman her ne kadar kurgu da olsa, Kongar Fatih’in asıl amacının Hristiyanlığın iki başkentini ele geçirerek hem Hristiyan dünyasına hakim olmak istediğini, hem de Akdeniz’e hakim olarak Venedikliler’in elindeki deniz ticaretini elde etmek istediğini anlatır.Dini sebepler bir yana, İstanbul’u fethetmek gibi bir işi başarmış birinin, sevmediğini idam ettirmiş ya da ettirmemiş, sanata ve kültüre Abbasiler’den beri unutulmuş olan ilgiyi canlandıran birinin sırf İslamiyet’i yaymak amacıyla Roma’ya sefer düzenlemek istediğini düşünmek, bence Fatih Sultan Mehmet’i fazla basite almak olacaktır.
fatih hakkında kafa karıştırmak için böle masallar her daim ortaya atılır, artık oltaya gelenler düşünsün. fatih çok sağlam bir dini eğitim aldı, istanbulun fethini gerçekleştirirken manevi desteği çok sağlamdı ve müslüman olarak yaşayıp müslüman olarak vefat etti. ben bile içi geçmiş, tefessüh etmiş hıristiyanlığa bakmazken o zamanın dünyasını fethetmiş birisi niye baksın? sonra engizisyon zulmü ortada iken sanata, bilime bu kadar destek veren biri niye katoliklere gülümsesin. gerçi şehit edilmeseydi bizzat papanın yüzüne gülecekti lakin düşman erken davranıp vatikan fethedilmeden zehirletti, allah rahmet eylesin.
arkadaşlar,Koskoca osmanlı tarihini ve Fatihin geçmişini, ilber ortaylı ve emre kongara bağlayarak daraltmak, etik açıdan sakıncalıdır.Birkere olaya tarafsız ve iyi niyetli bakmanızı öneririm. sizin tarihi okuyup yorumlamanız , aynı Kur’an’ın tercümesini okuyupta yüzeysel bir yorum yapmak gibi oluyor.aynı yukardaki arkadaşın “sultanı rumi” sıfatını, roma imparatorlarına özentisindendir diye algılaması gibi muhahaha.bizansın halefi diye göstermesi ise tam bir traji komik bir yorum. 300 yıl bizansı ortadan kaldırmak isteyen bir devletin, kalkıpta bizansa halef olma istemesi komik olur. ancak kendini bizans mirasçısı değilde, onların yerini alıp, adalet dağıtmaya geldiğini gösterme arzusu olarak yorumlarsanız, bu doğru bir yorum olur.Ayrıca; osmanlı devletini, ingilizler gibi düşük ve ırkçı bir millet ile aynı kefeye koyarak, istilacılık ve emperyalist alanda aynı anda anmak, sanırım ecdada sövmekten başka bir anlam çıkarmamaktadır. osmanlının aldığı vergi konusunda ise birazdaha çalşımak gerekecek. şu an ödediğimiz vergi kime? yunan hükümetinemi?her devlet, tebası altındaki halktan vergi alır, osmanlı zamanındada hem kendi ırkdaşından, hemde diğerlerinden. ayrıca kendi ırkındakilerden askerde aldı, diğerleri ise askere alınsın diye kapılarda beklerlerdi. azcık tarih okumakta yarar var.”İstanbulu fetheden Komutan, ne güzel komutan, fetheden asker ne güzel askerdir” cümlesi, belki bilmiyorunuz ama Hadis’tir.bu hadis uğruna 1000 sene boyunca sırasıyla Arap, Kürt ve Türk devletleri mücadele etti istanbulu almak için. Bu kelimeyi küçümsemek, sanırım insanın kendi varlığını inkar etmesi anlamı taşır.son olarak : osmanlıdaki veya diğer benzeri devletlerdeki kardeş katili meselesi, bizleri fazlaca aşıyor. o konuda şu an bende dahil olmak üzere kimsenin kapasitesi yetmez… bu nedenle yorum yaparak kapasitemizi ve IQ’muzu ortaya koymayalım 🙂
Maksadım anlamsız bir tartışmaya girmek değil. Ancak sürekli Fatih’in iyi bir dini eğitim aldığı söyleniyor; burdan dini eğitimini iyi aldığı ya da çok etkisinde kaldığını çıkartamayız. Bütün padişahlar gibi elbette Fatih Sultan Mehmet de sarayda iyi bir eğitim almış olmalıdır; bu sadece dini eğitimle sınırlı değildir.Aldığı dini eğitim ve belki de sadece bu padişahın sahip olduğu geniş vizyonla dönemin dünyasını çok farklı değerlendirmiş olabilir. Çok iyi dini eğitim alıp, aldığı eğitim ve ideolojiden çok farklı noktalara bu eğitimlerden yararlanarak varan insanlar da mevcut – Agustinius’dan Turan Dursun’a kadar birçok örnek verebiliriz.Osmanlı tarihini incelerken lise tarih derslerinin (kızıl elma yeşil bayrak zihniyeti) dışına çıkmak gerekiyor.
bi türlü çıkamadım şu lise mantantantanalitesinden be yaw, çıkartamıyom kuyudan şol “iyi dini eğitim alınca etkisinde kalınırmı kalımazmı” sorunsalını. varsa yeşil bayrak, yoksa kızıl elma, ne olacak sonum, bilmiyom falla:)
Tartışmayı anlamsız kılmamak için elimizden geleni yapmalıyız, bu konuda sana katılıyorum. teşekkür ederim.
arkadaşın dediği konu çok önemli ama. Bildiğiniz gibi o tarihlerde her olay dini açıdan sakıncalı olup olmadığına göre değerlendirilir, fetva makamına danışılır, ona göre hareket edilirdi. nitekim istanbulun fethindede bu bariz bir şekilde görülüyor.Bu nedenle Fatihin en başta islami esaslara göre hareket etmesi gayet normal. ayrıca bir mahsuruda yok, islami kurala uydu diye herngi bir alanda gerimi kaldı?ancak diğer müsbet ilimlerdede ne kadar ileri olduğunuda biliyoruz fatihin. şunu unutmamak gerek; islam dini herzaman ilimi ve bilimi desteklemiştir. en büyük ve kalıcı icatlar, islamiyetten sonra yapılmıştır. (dünyanın yuvarlak olması, atom, mikroplar, vb. bilgiler bkz:islam alimleri ansiklopedisi). batıdaki son dönem icatların çoğu, bu önceden icad edilen bilimsel verilerin ışığında yapılmıştır. gidin almanyadaki Gothe enstitüsüne, kapıda “Müslüman bilim adamlarına saygıyla” diye ibare göreceksiniz. kerhende olsa yazmak zorunda kaldılar çünkü.bu nedenle, fatihin bu konuda kendi zekasınında desteği ile çok ileri gitmesi, toplardan tutun haliçten gemi aktarmasına, yabancı ustaların akıllıca kullanılmasından istanbulun modern kent haline getirilmesine kadar her alanda rol oynamıştır.
Polemik, asgari bir ahlaki düzeyde icra edilir; bu düzeyin altındaki tartışmalar polemikten ziyade ağız dalaşına girer ki ben o mecrada hiçbir zaman yer almam. alpkop, ağız dalaşına girmek istiyorsa kendisini tatmin edecek başka bir eş bulmalıdır.Vermeye çalıştığı cevabın seviyesinden anladığım kadarıyla kendisi; ne öne sürdüğüm gerçekliğin capitalist vurgusuna karşı gelecek makroekonomik yaklaşımlarda bulunabilir, ne de aynı gerçekliğin beşeri iddiasını çürütecek sosyolojik argümanlar sunabilir. Gerçektende mevcut bilgisi ve birikimi yalnızca daha önce yazdığım birkaç kelimenin üzerinde durabilmesine yetmiş ; sorduğum soruların cevabını vermesiyse mümkün olmamıştır.Tabiki beni üzen bunlar değil çünkü bunun gibi insanlarla heryerde karşılaşmak mümkün..Ancak insan, söylediği pek basit bir cümlenin anlaşılamıyor olmasından ciddi üzüntü duyuyor. ‘Boşuna mı konuşuyorum’ diye soruyor kendine…Daha önce öne sürdüğüm gerçeklik üzerinde durmam anlamsız olduğuna göre, birkaç mantık hatasına dikkat çekip konuyu kapatmak isterim. Lütfen buna da cevap vermeye çalışmayın, yeyip yutacak, hazmedecek halim yok zira.Eğer konuyu bugünün terminolojisiyle ele alıyorsak ‘Alın size İngiltere’ deyip karşılaştırmalara gittim. Unutmayın ki bir milletin düşük olup olmadığı tamamen görecelidir. Osmanlı topraklarına dahil edilen yerlerin halkları Osmanlı tebaası sayılıyormuş..Madem öyle ABD’nin isgal ettiği Irak’ıda ABD tebaası sayalım..!!
Fatih için kullandığım ‘kendisini Roma’nın halefi olarak görüyor’ cümlesinde geçen halef sözcüğünün anlamını bilmiyor anlaşılan. Halef olan kişi aşağıda, zayıf olan kişi değil, birinin ardından gelip onun makamına geçen kimse demektir. (bkz: TÜRKÇE SÖZLÜK ) Fatih’in Roma’ya ‘özendiği’ yönünde hiçbir ifade kullanmamama rağmen bunu böyle anlıyor olması IQ dan bahseden biri için son derece düşündürücü..Ayrıca Bizans toplumunda yaşanan adaletsizlikler hangileriymiş, bunu konu alan bir yazı yazsa sevinirim. ( sanki Roma hukuku o toplumdan çıkmamıştır)İslami bilgisi çok kuvvetli olduğu anlaşılan bu kişi sık sık ‘fethenden komutan’ konulu hadisi tekrarlıyor. Sanki böyle bir hadis olmasa hiçbir sultan İstanbul’u fethetmeye çalışmayacak…??!!Bütün bir Osmanlı tarihini iki adet kitaptan aktardığımı nereden anladığını merak etmeme rağmen sormuyorum çünkü bu son olsun diye umuyorum. Eğer bir kitaptan bir örnek vermem onu böyle düşünmeye itiyorsa , bu noktada algı düzeyinin sınırlılığı açığa çıkmış olur.Kardeş katli meselesi, söylediğine göre bizi aşıyormuş..( Neden acaba, bunu daha da çok merak ediyorum ) Sosyoloji ve diğer beşeri bilimlerde hangi bilgi düzeyinde olursa olsun yorum yapmak çok önemlidir. Diğer bir deyişle sosyal konularda ‘ağzı olan konuşmalıdır’, ancak bu şekilde mutabakat sağlanır ve eksiklikler anlaşılır. Kardeş katli konusunu, yorum yapılamayacak kadar derin bir konu olarak değerlendirmesi ya kendi cahilliğinin örtük itirafıdır, ya aşağılık kompleksi olduğunun göstergesidir, ya da herkesi kendi IQ sunda sanmasındandır…
Bu arada yukarıda mucizemsinile bazı sadrazamların okuma yazma bilmemesi hususunda söyleşmiştik. Bunu ilk olarak hocamdan duymuştum. Daha sonra Doğan Avcıoğlu, Mete Tuncay, Martin van Bruinessen gibi önemli tarihçilerin kitaplarında ve konferans metinlerinde bu konuya değindiklerini gördüm. Olay şu şekilde açıklanıyor: !6 yüzyıldan itibaren yaşanen şüphesiz en önemli bozulma, sultanın imparatorluğun sınırlarını kontrol etmekte güçlük çekmesi durumu. Sınırlar o kadar geniş ki; ülkenin başka bir yerinde çıkan isyan haberi bile oldukça geç öğrenilebiliyor. Kanuni’den sonra hiçbir sultan buna muvaffak olamıyor malesef. Ordu da hiçbir zaman eski güçüne dönemediği ve giderek zayıfladığı için isyan çıkaran grupların üzerine orduyu göndermektense, isyancıbaşı, isyanı durdurmasına karşılık olarak sadrazam yapılıyor. Malum bunlarda sadece halk önderleri, mederese eğitiminden geçmemişler. Mesela Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ‘ ben parmaklarımınkinden başka sayı bilmem’ dediği rivayet edilir..Enderun eğitimi ise gerçektende çağa ayak uyduramıyor ve duvara tosluyor.
tarafsızlık bir erdemdir. kişiler tarafsız olduğu sürece karşılıklı polemik olur.belli sabit fikirlere sahip kaynakları kullandığı sürece, tarafsız ve önyargılıdırlar.bu nedenle tartışma ve fikir alışverişi mümkün değildir. şu an bunu yaşıyoruz. adı sanı duyulmamış kişilerin fikriyatını burada satarak bir yere varamayız. fazla yorum yapmama gerek yk, zira copy/paste yapmaktan hoşlanmam 🙂
tarafsızlık bir erdemdir. kişiler tarafsız olduğu sürece karşılıklı polemik olur.belli sabit fikirlere sahip kaynakları kullandığı sürece, tarafsız ve önyargılıdırlar.bu nedenle tartışma ve fikir alışverişi mümkün değildir. şu an bunu yaşıyoruz. adı sanı duyulmamış kişilerin fikriyatını burada satarak bir yere varamayız. fazla yorum yapmama gerek yk, zira copy/paste yapmaktan hoşlanmam 🙂
tarafsızlık bir erdemdir. kişiler tarafsız olduğu sürece karşılıklı polemik olur.belli sabit fikirlere sahip kaynakları kullandığı sürece, tarafsız ve önyargılıdırlar.bu nedenle tartışma ve fikir alışverişi mümkün değildir. şu an bunu yaşıyoruz. adı sanı duyulmamış kişilerin fikriyatını burada satarak bir yere varamayız. fazla yorum yapmama gerek yk, zira copy/paste yapmaktan hoşlanmam 🙂
tarafsızlık bir erdemdir. kişiler tarafsız olduğu sürece karşılıklı polemik olur.belli sabit fikirlere sahip kaynakları kullandığı sürece, tarafsız ve önyargılıdırlar.bu nedenle tartışma ve fikir alışverişi mümkün değildir. şu an bunu yaşıyoruz. adı sanı duyulmamış kişilerin fikriyatını burada satarak bir yere varamayız. fazla yorum yapmama gerek yk, zira copy/paste yapmaktan hoşlanmam 🙂
Fortiori beyfendiye bir sorum olacaktı;Efendim, İbn-i Haldun, Ahmet Cevdet Paşa ve Cemil Meriç beylerden öğrendiğim kadarıyla tarih yaşandığı an itibariyle bile abartılı ve gerçeginden farklı yazılabiliyor. Bu konuda fevkalade güzel misaller mevcut Mukaddime’nin ilk cildinde. Bizde “makes misal olmaz” deyim bir misal verelim basit bir şekilde, bugün baskıdan çıkan Cumhuriyet ve Yeni şafak gazeteleri bundan yüz sene sonra iki farklı tarihçi tarafından bulunsun ve tarih hakkında, başbakan hakkında yorumda bulunsunlar. Bu ne kadar sağlıklıdır? Şuan bildiğim kadarıyla tarih ilminin aydınlanmasında bir çok ilim kullanılmakta hatta dendrakronoloji ilmi bir çok tarihi olay hakkında bizi aydınlatmaktadır. Bu minvalde yararlandığınız kaynakların gerçekliği veya çarpıtılıp çarpıtılmadığı düşünülebilir mi?
Bu mükerrer defa yazılan aynı ahkamları görünce başım dönüyor.
sanırım sistemde bir sıkıntı var, yorumum 4 kere tekrarlanmış. adminler çözer sanırım.
Müellif pek gözükmüyor, sorumuz havada kaldı.
fevkülbeser,,kusura bakmayın nete girmiyordum.Görüşünüze yüzde yüz katılıyorum…Hiçbir kaynak sorgulanmayacak kadar muazzam olamaz.Verdiğiniz farklı gazete görüşleri örneklerinin hepside çok makul ve anlaşılabilir..Zaten kaynak göstermemin amacı bu; isteyen istediği gibi inceleyip kıyaslama yapabilsin…Hatta birde nacizhane kitap tavsiyem olmuştu. Tabii ben sadece ‘ezber bozan’ kaynaklardan değil, klişe vurgular yapan kaynaklarından da şüphe edilmesi taraftarıyım. Bilmem katılır mısınız? Yani demek istiyorum ki, öğrenmek istediklerimiz değilde, öğrenmek zorunda bırakıldığımız bilgilerin kaynaklarından da şüphe etmeliyiz. Hepimiz lisede benzer kaynaklarla yetiştirildik, bunları mümkün mertebe sorgulamassak gerçeklikten uzak kalırız diye düşünüyorum..İncelediğim kaynaklara gelince,yine vurguluyorum her zaman şüpheyle bakılmalıdır, ama şunu da söylemeliyim ki istisnasız tüm sanat tarihçilerinin dikkatle incelediği kaynaklardır..Halil İnalcık ise hakikaten önemli bir yazar; tavsiyeniz çok kıymetli..Mutlaka okumak isterim..iyi günler diliyorum..
Esas konudan biraz uzak olabilir ancak, Sultan-ı Rumi unvanındaki “rumi” nin tam anlamı hakkında endişelerim var.Ben “rumi” kelimesini “şehirli, kentli” olarak biliyorum. “Şehre ait” de olabiliyor yeri geldiğinde. TDK sözlüğü “Anadolu’ya ait” ve “Rumlarla ilgili” olarak iki farklı anlam sunuyor.”Anadolu’nun Sultanı”, “Şehirlerin Sultanı” gibi anlamlar çıkarmak mümkün Sultan-ı Rumi’den; biraz sakil görünse de “Rumlar’ın Sultanı’ dan çok da kötü sayılmaz 🙂
Evet gerçekten sözlük metinleri farklı anlamlara gelecek aktarımlar yapıyor..Rum kelimesi esasen ‘Roma’ dan gelmekte..Tahmin ediyorum ki TDK, Rum halkının kentli bir halk olması durumunu göz önünde bulundurarak, bu kelimenin ‘şehirli’ anlamında da kullanılabileceğini düşünmüş..Benimki tahmin sadece, yanılıyor da olabilirim…
Aslında TDK “rumi” nin şehirli demek olduğunu bile düşünemiyor(!). Bunu internette başka kaynaklardan edindim.
Açıklamanız için teşekkürler Fortiori bey.
Türkler anadoluya geldiklerinde bu yeni bölgeyi diyar-ı rum olarak adlandırmışlardı. oturan insanların rum olmalarından kaynaklanan bir isimlendirme. avrupa yakasına geçtikleri zaman ise genellikle trakya ve batı trakya bölgelerine verdikleri isim yine rumeli-urumeli oldu. tabi yine aynı nedenden dolayı.Rûmî kelimesi genel yapı itibarıyla isimden sonra tanıtma amacına yönelik, rum diyarına ilişkin, rum kültürüne ilişkin anlamında da kullanılmıştır. örneğin “mevlana celaleddin-i rûmî ” isimlendirmesini ele alırsak. afganistandan gelen mevlananın rum diyarına yerleştikten sonra rumi ismini aldığı açık.
Bir gün Fatih dirilecektir!.. Laf ve hayal âleminde değil, doğrudan doğruya madde ve hakikat dünyasında Fatih dirilecektir..http://gizlenentarihimiz.blogspot.com/2009/03/necip-fazl-ve-fatih-sultan-mehmet.html
Fatih Sultan Mehmeti anlatmak çok zor ama sadece İstanbulu Feth etmesi bile yeter
Bilgi için teşekkürlerlenskontakt lensrenkli lenstorik lenstoric lens
bilgiler için teşekkürler.ilansahibindenemlakikinci elaraba