Saat tam 12:08’de telefonum çaldığında taksideydim. Mesai arkadaşım Volkan neden daha işe gelmediğimi, yoksa yağmurda kayıp mı olduğumu soruyordu.“Onun gibi bir şey.” dedim; ama aslında cevap “Evet.” olmalıydı. Resmen kaybolmuştum. O yağmurda o ara sokakta bir taksi bulduğum için şanslıydım. Taksinin içinde bir müşteri daha vardı ama taksici yine de durmuştu. Diğer müşteri zaten inmek üzereymiş. Önce onu bıraktık, sonra benim gideceğim yere gittik.O taksiye denk gelip de binmeden önce en az 10 dakika yağmur altında yürümek zorunda kaldım. Metrobüsten yanlış durakta inmişim. İnşaat halindeki adliye sarayını görünce ineceğim durak orası sandım. Ancak üst geçide çıktığım zaman bir durak önce indiğimi fark ettim. Adliye sarayının inşaatı hemen karşımda olduğuna göre gitmeye çalıştığım yerden çok da uzak olmamam gerekirdi. Acaba, dedim, şuradan şöyle yürüsem yolumu bulabilir miyim? Sağanak olmasaydı belki bu maceraya atılabilirdim.Bazı insanlar vardır, bir yere doğru yürürken yol üstünde bir mağazaya girip içeride 5 dakika oyalansalar, dışarı çıktıklarında ne yöne gideceklerini şaşırırlar. Ben işte öyle biriyim. O yağmurda, nasıl olsa kaybolacağımı, belki bir yerlere çıkar ümidiyle hiç bilmediğim sokaklara dalıp duracağımı, üstelik de nasıl bir zihniyetse artık çevredeki insanlara kaybolduğumu belli etmemek için nereye gideceğimi biliyormuş izlenimi vererek poz keseceğimi çok iyi bildiğimden, bu seferlik pas geçtim. Geri döndüm.

Aslında koca adliye sarayı orada duruyordu işte ya, ben yine de emin olmak için gişede bekleyen görevliye “Çağlayan yönü ne taraf?”diye sordum. Kendimi biliyorum çünkü, kolay kaybolan biriyim.“Şu tarafta. Bir durak sonra.” dedi adam. Tamam, doğru yoldaydım. “Çağlayan’da nereye gideceksin?” diye sordu adam. Sormaz olaydı. “Ben aslında Çağlayan’a değil, oradan otobüse binip Kağıthane’ye gideceğim.” dedim. Demez olaydım.Türk milleti iyilikseverdir. Adam boşu boşuna 2 TL vermeme gerek olmadığını söyledi. Buradan gidince de aynı mesafede yürüyerek otobüs durağına gidebilirmişim. Tahmin etmiştim zaten. Ama yolu bilmiyordum. O yüzden Çağlayan’a gitmek istedim. Adam gerek olmadığını söyledi. Şuradan gidecekmişim işte.“Orada birine sorarsın.” dedi.Bu cümleden uyanmalıydım. Dümdüz gidilmeyecek. Bir yerden sapılacak, belli. Yağmur yağıyor. Kaybolacaksın. Sen kimseye yol sormayı sevmezsin. Bak diyorum, kaybolacaksın.

Daha üst geçitten inip de sokağa adımımı atar atmaz bir yerlerden taksi bulmam gerektiğini fark ettim. Yürüdüm, yürüdüm, ıslandım, ıslandım. Tanıdık bir sokağa, bilindik bir binaya, herhangi bir işarete denk gelmedim. Şuradan sapayım bari, dedim. Saptım. Yürüdüm. Islandım. Taksi bulayım bari dedim, bulamadım. Islandım. Bir taksi gördüm. Hemen yola fırladım. El ettim. İçerideki müşteriyi ancak o zaman gördüm. Tüh. Bu alakasız yolda boş taksinin ne işi var ki zaten? Adam durdu neyse ki. İyiliksever bir insanmış. Allah razı olsun. İçindeki müşteri inmek üzereymiş. Oradan, beni Kağıthane’ye götürecek. Sonra mesai arkadaşım aradı.Daha 15 dakika önce sıcak, kuru, ve her zamanki gibi tıklım tıklım metrobüsteydim. Kaç durak gittim? İki falan herhalde.Ondan önce yine yağmur altında yine ıslanıyordum. Hiç bilmediğim bir yerde inmiştim otobüsten. Aslında hiç bilmediğim bir yer değildi. Buraya daha önce de gelmiştim. Bir arkadaşımın işyeri eskiden buraya yakın bir yerdeydi. Ama ben sadece ışıklardan karşıya geçip oraya kadar yürümeyi biliyordum. Işıkların bu tarafında kalıp parktan geçerek metrobüs durağını bulmayı bilmiyordum. Zaten o zamanlar metrobüs bile yoktu.Neyse ki tabela vardı da en azından ne tarafa yürüyeceğimi biliyordum. Yine yağmur yağıyordu ama az sonra maruz kalacağım kadar değil. Parkı geçince metrobüsleri de gördüm, durak olduğunu tahmin ettiğim yeri de. Üst geçitten o tarafa doğru yürüdüm.

Asansörlü bir merdiven vardı. Bu asansörü ve bu merdiveni hatırlıyorum. Televizyona çıkmıştı burası. Sözde özürlüler için yapılmış. Herkes kullanıyordu aymazca. Biri de haber yapmıştı işte.O yağmur altında metrobüs durağını bulmam zor olmuştu. Aslında zor değildi. Dümdüz gidecektim işte; ama çevre yoluna bağlanan bir yolun üzerinden geçmek zorunda kalacağımı tahmin etmemiştim. Nesini tahmin etmemiştim? Çağlayan’da da aynı şey yok muydu? Metrobüs güzel olmuş da, yolu sapa biraz.Neyse bir şekilde buldum işte. Çağlayan ne tarafta ola ki? Soracak kimse de yoktu. Neyse ki adamlar ok koymuş, Avcılar yönü diye. Çağlayan’ın buraya göre sağda mı solda mı kaldığını yazmıyor elbet ama hiç değilse Mecidiyeköy’e giderim diye düşündüm. Biraz geç kalacaktım belki ama garanti olurdu. Tabii o sırada, az sonra başıma gelecekleri bilmiyordum.İyi de, hiç bilmediğim o metrobüs durağında ne işim vardı? Otobüste uyuklayarak gidiyordum. Bir ara 4. Levent’e geldiğimizi gördüm. O yağmura rağmen trafik gayet de akıcıydı. Gayet de güzel gittim. Birazdan Mecidiyeköy’de iner, işe fazla geç kalmadan ofiste olurdum. Otobüs de şansıma, çok kalabalık değildi. Kavacık’ta oturacak yer bile bulmuştum. 30 saniye önce gelen otobüs ne kadar da kalabalıktı halbuki. Binememiştim. Bir sonrakini, olmazsa çift katlıyı beklemeye karar vermiştim. Mevki: Kozyatağı.Beklemekle iyi etmişim. Ne de güzel denk gelmişti boş otobüs. Kavacık’ta oturacak yer bile bulmuştum. Ta ki otobüs hiç bilmediğim bir yere sapana kadar gayet mutlu mesuttum. Otobüsün neden boş olduğu şimdi anlaşıldı. Muavine sordum “Yok abi.” dedi. “Mecidiyeköy’den geçmez.”-Metrobüse binebileceğim bir yer var mı?-Var abi. Okmeydanı’nda inersin.İndik Okmeydanı’nda. Onu da muavin söyledi zaten, “Burası Okmeydanı abi.” diye. Eskiden bir arkadaşımın iş yeri buraya yakın bir yerdeydi. Şimdi Karaköy’de büfesi var. Ciğer falan satıyor. Ciğeri de çok güzel gerçekten.Kozyatağı’nda ne işim vardı? Çünkü bizim oradan Mecidiyeköy’e son otobüs sabah saat sekizde var. Belediye daha fazlasına gerek görmemiş nedense. Eşim biraz rahatsızdı sabah. Onu yalnız bırakmak istemedim. Kadıköy otobüsüne bindim sonra. Kozyatağı’nda inip Mecidiyeköy’den geçen bir otobüs bekledim.Tüm bunlar olmadan 15 gün kadar önce, asla kaçırmamam gereken bir aile toplantısına yetişmeye çalışıyordum. Aksi gibi, acilen beklediğim bir malzeme bir türlü gelmek bilmediğinden ofiste kalakalmıştım. Hesapta izin alıp biraz erken çıkacaktım işten. Olmadı, bir de iki saat geç çıkmıştım. Koştura koştura durağa gittim hemen.Bekle bekle, otobüs gelmedi. Minibüse bineyim dedim. Minibüsün de gelmeyeceği tuttu. Bir taksiye atladım. “Çağlayan.” dedim. Taksiye bindiğim her 10 seferin dokuz buçuğunda kaçınılmaz olduğu üzere, taksiciyle geyiğe başladık. Ben gazeteci değilim. Vatandaşın nabzını tutmaya çalışmıyorum. Üstelik tanımadığım adamlarla sohbet etmeyi sevmem. Tanıdığım adamlarla sohbet etmeyi sevdiğim bile söylenemez. Neden? Adam başladı çünkü herkesi asmaya kesmeye. Memleketi yönetmeyi ona bıraksak, hiçbir şeyi çözemese bile nüfus sorununu çözeceği garanti. Trafik rahatlar hiç değilse. Ne diyeceğim ki şimdi ben bu adama? Şurada iki dakika arabasına bindim, fikrini mi değiştireceğim? “Metrobüse gidiyorum ben.” dedim. Bir de “Haklısın tabii.” dedim arada sırada.“Ah be abi, neden daha önce söylemedin?” dedi bana. “Çağlayan’a gitmeye ne gerek var? Şurada daha yakın bir durak var. Pek kimse bilmez bunu.” Sanki sır. Bildiğimiz metrobüsün bildiğimiz durağı işte. Neden kimse bilmesin? İlginçtir, bilmiyordu gerçekten de kimse. Sapağı geçtiğimiz için gidememiştik o daha yakındaki durağa ama o günden beri merak ediyordum, neresi olabilir acaba diye.Hani o sağanakta bilmediğim yollarda yürürken “Şuraya sapayım bari.” demiştim ya. Sapmayıp da 20 metre daha yürüsem görecekmişim tanıdık bir yolu da otobüs durağını da. Yakınmış gerçekten de.Neyse, hiç değilse yemek saatini kaçırmadım.