bildirgec.org

Hangi cehennemdesin Matt ?

erususre | 22 October 2006 15:37

Matt Harding29 yaşında bu genç yaşına rağmen
birçok ülkeyi gezmiş.Hayatını ülkeleri gezerek ve
değişik keşifler yaparak kazanıyormuş.
Yolculuk ettiği arkadaşlarından birinin önerisi üzerine gezdiği her ülkede dans ederek onu kayda almayı kararlaştırmış ve ortaya bu ilginç video çıkmış.
2003 yılında başlayan yuolculuk hala devam ediyormuş.
Matt Harding 5 Mayıstada ülkemizdeymiş.
Efes Harabelerinden bir kesit var.
Burada gezdiği ülkeler hakkındaki gözlemleri ve oralardan fotoğraflar yeralıyor.

Aselsan ve Ölümler

quex | 30 January 2007 14:39

Aselsan, bilindigi gibi özellikle Tsk için çalışan haberleşme, yazılım ağırlıklı üretim ypan önemli projelere imza artan bir şirket ve yüzde yüz Türk.Hal böyle olunca yaptikları çalışmalardan, ortaya koydukları başarılı projelerden gurur duyuyoruz.

Ama son zamanlarda Aselsanda ciddi projelere imza atmış mühendisler teker teker intihar etmeye başladı.
Ya da öldürülmeye.

Bir sene olmadiki daha 3. intiharda yaşandı.
..
Şimdi bu arkadaşlara mı üzülelim, artık bunları kimler yaptiriyor yada yapiyorsa içimize nasıl oluyorda bu kadar sızdıklarına mı şaşalım. Bunları kimin yaptigini mi anlamaya çalışalım.
Yada oturup hiçbişey mi yapmiyalim. Bunlar bizi aşar mi diyelim?

\”YURTTAŞ NAZIM\” VE KOMÜNİST NAZIM

rehin | 23 March 2002 19:26

Nazım Hikmet’in yakınları, vatandaşlık hakkının iadesi için kampanya başlattılar. Nazım’a ilişkin bu talepler özel ve resmi televizyon kanallarında, basın sayfalarında sık sık dile getirilmeye başlandı. Kızkardeşi Samiye Yaltırım’ın ilgili makamlara yazdığı her dilekçe, “vatandaşlık talebinde bulunan kişinin kendisinin başvurması gerektiği”, yasalarda vatandaşlık hakkının bu prosedürle tanınabileceğine ilişkin bir maddenin olmadığı gibi gülünç gerekçelerle geri çevrildi. İlgili ve yetkili kişilerden konuyla ilgili demeçler alındığında hepsinin “kişisel olarak” Nazım’a vatandaşlık hakkının tanınması gerektiği konusunda mutabık oldukları, ancak bu kişisel “demokratlığın” ne yazık ki devletten demokratik bir karar çıkmasına yetmediği kendi beyanlarından anlaşıldı. Doğrusunu yasalar bilirdi… Nazım Hikmet’in şiirleri, şimdiye dek ezilen sınıf ve katmanlarla burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesinde, birinciler lehine etkili bir ajitasyon silahı ve esin kaynağı olmuştu. İkinciler için ise, her zaman bir heyüla, militarizmin çizmeleri altında ilk çiğnenecek materyal, yangına ilk atılacak malzemeydi. Nazım ezilenler için ne idiyse burjuvazi için onun tam karşıtıydı. Şu anda devletle yakınları arasında süregiden Nazım Hikmet üzerindeki pazarlık insani yönü ağır basan bir ilişkiymiş gibi görünse de, içeriği tamamen siyasidir. Ve elbette ki bunun yeni durumlarla, yeni dünya düzeni ile ve bizzat Nazım’ın kendisiyle ilgili yönleri vardır. Şimdiye dek ve hep, ezilen sınıfların her türden talepleri; sadece, burjuvazinin siyasal iktidarının ortadan kaldırılmasını doğrudan içeren eylemlerle dile getirildikleri zaman değil, eylem sloganları ancak alt sınıflara mensup insanların mevcut sistem içindeki yaşam koşullarını bir parça düzeltmeyi ifade ettiği zamanlarda bile burjuvazi tarafından öfkeyle karşılandı. Ezilen sınıf ve katmanların eylemine karşı duyulan bu refleks öfke esnemez değildi. Kitlelerin eskisi gibi yönetilemediği zamanlarda ya da uzun süredir dile getirilen ve kamuoyu nezdinde ancak “eskisi gibi olmaz ama bu koşullarda olur” düzeyinde bir meşruiyet kazanan istemler karşısında öfkenin yerini “akıllı” burjuva manevralar aldı ve istemler karşılanarak kapitalizmin vitrinine yerleştirildi. Burjuvazi başlangıçta zor kullanarak bastırmaya çalıştığı bu istemleri evcilleştirerek kendisinin kılmayı başardı ve sisteminin sınırlarını genişletti. Evcilleştirme ve kendisinin kılma ve bu yöntemle kendi sistemini güçlendirme burjuvazinin öteden beri her sıkıntılı dönemi atlatmasının bir yöntemi oldu. Ya da bu sıkıntılı dönemler atlatıldıktan sonra, eskiden kalan ve ezilenlerin belleğinde yer etmiş savaşa dair kalıntıların silinmesi, bu başarılamıyorsa hiç değilse naif nostaljiler halinde kalmalarının sağlanması ve savaşçı ruh halinin genel toplumsal “her şeyi konuşabilir hale gelme”, “tabuları yıkma” havası içinde yitip gitmesi için bir araç oldu. Denizlerin yaptığı devrimci çağrışımların, o dönemlerden kalan “yol arkadaşları”nın da burjuvazi açısından değerli katkılarıyla serbest piyasada açık arttırmaya sunulan üç kuruşluk çocukluk ve gençlik anılarına takas edilmesi ve “devlet baba”nın hoşgörüsüzlüğünden esef edilerek “biz o zamanlar devrimi çok sevmiştik” serzenişine dönüştürülmeye çalışılması da bu anlama geliyordu. Ama ne demişti Lenin ‘Devlet ve İhtilal’in girişinde, “Egemen sınıflar, sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası gelmez kıyıcılıklarla ödüllendirirler; öğretilerini, en vahşi düşmanlık, en koyu kin, en taşkın yalan ve karaçalma kampanyalarıyla karşılarlar. Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye, söz uygun düşerse azizleştirmeye, ezilen sınıfları “teselli etmek” ve onları aldatmak için adlarını bir ayla ile süslemeye çalışırlar. Böylelikle devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir…” ve “Burjuvazi için kabul edilebilir ya da öyle görünen şeyler, ön plana çıkarılır ve övülür” Nazım Hikmet için de aynı şeyleri bir ölçüde söylemek mümkün. Yaşamı boyunca ve öldükten sonra da; şiirleri her alanda kovuşturmaya uğradı ve lanetlendi. Yine de tek tek devrimcilerde ete kemiğe bürünmüş bir biçimde yaşamaya devam etti. Daha yaşarken hakkında ölüm fetvası verilmişti. Türkiye’yi terkedişi onu kurtardı. Şimdi de, devlet, kendini Nazım Hikmet sendromu karşısında rehabilite etmeye çalışıyor. Dünyanın, yeni durumlar karşısında en az esneme yeteneği bulunan burjuva devlet aygıtlarından birisine sahip olan Türkiye’de, devletin bürokratik mekanizmalarının çıkardığı engellerden ve gönülsüzmüş gibi görünen tavırlarından Nazım’la ilgili girişimlerin tabandan geldiği ve özerk bir yanı olduğu düşünülebilir. Bu taleplerin neden daha önce değil de şimdi dile getirildiği bir soru olarak kaydedildiği durumda bile bu problemin ortaya sürülmesinin koşullarının güncel politik ortam tarafından hazırlandığını görmek zor olmayacaktır. Öte yandan, Nazım’la ilgili bir kampanya, Nazım Hikmet’in geniş kitlelere maledilmek yoluyla meşruiyet kazanması çabasına girmek biçiminde sürdürüldüğünde haklı olabilirdi. Ama bu meşruiyet zemini buralarda değil de onu devletin tanıyabileceği bir noktada arandığından sınıf uzlaşmacılığı için güncel politik durumdan olanaklar çıkarıp bunu vaaz eden ve ulusal uzlaşmayı tek ve değiştirilemez bir seçenek gibi dikte eden yeni dünya düzeni ideolojisinin gereklerinin yerine getirildiği görülür ve Nazım’ın yasallaştırılması isteminin ardında asla masumane bir kaygının yatmadığı anlaşılır.

  • * * Yeni Dünya Düzeni sosyalizmin öldüğü propagandasıyla doğdu. Dolayısıyla bütün sosyalist argüman burjuvazi tarafından geçersiz ilan edildi. Burjuvazi “tek kutuplu dünya”nın hakimi olarak bu geçersizlik ilanını vermeye kendisini muktedir görüyordu. Geçersizliğin ilanıyla hem ezilenler açısından İdeolojik-psikolojik bir tahribatın yapılması amaçlanıyor hem de şimdiye dek sosyalizmin uluslararası ve ulusal kazanımları karşısında soluğunu tutan burjuvazi kendine, ezilenlere yönelik her türden pervasız saldırılar için “geç” işareti veriyordu. Sınıf mücadelesi ve sosyalizm artık bittiğine göre, sınıf mücadelesini anımsatan ne varsa ya yokedilmeli ya da evcilleştirilmeliydi! İkinci savaştan sonra başlayan soğuk savaş döneminin bitirildiği açıklanıyor ve bu açıklamayla birlikte dünyanın yeni koşullara göre organize edilmesi gerektiği saptanıyordu. “Yeni” durumda Türkiye’de Nazım Hikmet’in payına düşen de tolere edilebilecek yönlerinin burjuvazi tarafından sahiplenilmesi oldu. Çünkü artık Nazım’dan ve şiirlerinin yarattığı etkiden korkmaya da gerek yoktu. Bu perspektifle Nazım’ın, bütün diğer süreçlerinden soyutlanarak 141-142’nin kapsamına sokabildikleri kadarıyla komünistliğine az çok ve kerhen rıza gösterildi ve şiirlerinin güzelliği keşfedildi. Oysa zaten çok uzun zamandır, aynı hukuki ortam ve aynı yasal koşullarda Nazım Hikmet’in yazdığı oyunlar özel tiyatrolarda sergileniyor, şiirleri ve şiirlerinden yapılmış besteler sansüre uğramadan okunuyordu. Yani aslında, Nazım meşruydu ve bu topraklar üzerinde serbest dolaşım hakkına sahipti. Mevcut durum, uluslararası düzeyde ün yapmış bir Türk şairinin kendi ülkesinde “yasaklı” olmasının yol açtığı politik rahatsızlıklarla birleşince Nazım’ın devlet düzeyinde tanınması bir ihtiyaç haline geldi. Devlet tiyatroları, repertuarlarına Nazım’ın yazdığı oyunları aldılar, senaryosu ona ait olan “Yolcu” filminin çekimine başlandı ve filme en önemli katkı eski İstanbul emniyet müdürlerinden işkenceci Mehmet Ağar’dan geldi. Resmi televizyon kanallarında Nazım’ın şiirleri okunmaya başlandı. Hatta okullara Milli Eğitim Bakanlığı tarafından tavsiye edilen bazı kitaplarda da seçilmiş şiirleri yeraldı. Yalnız, Nazım’dan seçilen şiirler şairin ilk dönem yapıtları arasında yer alan milliyetçi temaları işleyen şiirleri, yurtdışındayken yazdığı memlekete hasret şiirleri, manzara ve doğa şiirleriydi. Onun Komünizmi övdüğü, kavga çağrısı yaptığı şiirleri ise elbette tanınmıyordu ve tanınmazdı da.

web siteniz için ilham verici üye giriş formu tasarımları

GokhanKARAKAS | 18 January 2010 18:08

tasarımcılar giriş formu tasarlarken “şifremi unuttum nasıl olmalı ? bu bilgisayarda üye hatırlanacak mı ? login ekranında üye ol seçeneği olacak mı? iptal düğmesi dahil olacak mı? yatay giriş ekranı ya da dikey giriş ekranı” gibi sorunlar da cabası.tüm bu sorulara cevap bulduktan sonra en önemli soru “nasıl bir login ekranı tasarlamalıyım? ” işte bu soruya da cevap aşağıda yanıtını buluyor. farklı tasarlanmış login ekranlarına göz atalım.

1- mobile me

2- straw poll

3- scrapblog