Taa eskilerde tüm insanların çıplak dolaştıkları ve bir kralın bundan rahatsız olduğu için çıplak dolaşmanın günah olduğunu ortaya çıkardığı ve bu batıl inancın günümüze kadar gelmesiyle her gün o kalın yeşil hırkayı, tarhana çorabasını anımsatan tüylü turuncu kazağımı ve belimi bir balıkçı pantolonu gibi sıkan kadife pantolunu giymek zorunda olduğumu annem canımı yakarak üstüme geçirirken düşünürdüm. İşte bu günlerde evimizin dışardan merdivenlerinden birinci kata inerken sonradan dedemin ikinci karısından olduğunu öğreneceğim ve bu yüzden babamla kardeş olup olmadıkları fikrinin beynimi kurcalayacağı amcamı sigara ve çay içerken görmüştüm. Bana intihar ediyor gibi gelmişti. Zift gibi demli çaydan bir yudum aldıktan sonra baş ve işaret parmaklarıyla tuttuğu kısa samsun dan derin bir nefes çekip ciğerlerine eziyet ediyordu. Bir kaç gün önce ışığı yakmak üzere çıktığım su bidonu ile devrilip alt kattaki tuvalet deliğine sularla birlikte girip kaybolacağımı düşünerek ve bu yüzden çok korkarak yuvarlandığım merdivenlerdeki parmaklıklara kafamı sokmuş amcamı izlerken meraklı bakışlarıma o pos bıyıkları altından gülerek ve göz kırparak cevap vermişti. Alt katta dedem ve diğer amcamla beraber yaşayanlarla babamın iyi geçinemediği için büyüyünce bizimde babalarımız gibi birbirimizden nefret edeceğimiz amca çocuklarından başka birinin bize değil bir şey söylemesi, göz kırpması bile içimizde korku uyandırıyordu. Merdivenlerden inerken sağ tarafta bulunan pencereden gelecek büyük amcamın ürkütücü sesini duymamak için sağır olur, suretini görmemek için kör olurduk. Merdiven bittikten sonra kurtuluşa, eğlenceye, özgürlüğe, tozlu toprak sahada satılan limonataya yani sokağa uzanan uzun, rutubetli ve duvarların üzerinde dolaşan kedilerin bir gün üzerime atlayacağından korktuğum koridor her gün biraz daha uzuyordu. Koridorun sonundaki kapıyı açmak için zıplamak zorundaydım. Bir gün kapıyı zıplamadan açabilmiş ve bunu önüme çıkan herkese defalarca anlatmıştım.Zift gibi çayı sigara ile yudumlarken bunlar geldi aklıma. Bayrampaşadaki yarı açık ceza evi gibi duran ve bir kaç yıl sonra devletin tarihi eser deyip el koyacağını düşündüğüm hayatımın ilk 8 yılının geçtiği o amcalarımın emeği ve paralarıyla yapılan eve son gidişim geçtiğimiz Ramazan Bayramıydı. Büyük amcamlar üst katta oturuyor ve şu babamın kardeşi olup olmadığını düşündüğüm küçük amcam ise gençliğinde kapısında oturduğu zift gibi çay ve sigarasını artık o evin içinde hanımı ile alt katta içiyordu. Bir zamanlar Annem, babam, ablam, ben, televizyon, gardolap (bana hala gardrop dedirtemezsiniz), büyükçe bir karyola ve eskilerin kütüphane diye adlandırdığı fakat hiç kitap bulunmayan kanepenin sığındığı yirmi beş metrakarelik hücre ile mutfak arasındaki duvar yıkılmış, yan bahçedeki yaşlı Fideye Teyze’yi dişlerini yıkarken izlediğimiz pencerede artık pimapen olmuştu. Babamın bir ara sinirlenip kızmabirader oyunumuzu attığı sobanın yerinde kocaman bir sehpa vardı ve gardolapın (gardrop değil) arkasında ise bir pencere daha vardı, daha doğrusu varmış. Kalkma vakti gelmiş bilmemkaç kere yuvarlandığım merdivenlerin amca çocukları ile senin dedenin değil benim dedemin demirleri diye tartıştığımız korkuluklara son kez dokunup acaba yinemi düşecek ve yuvarlanıp alt kattaki tuvalet deliğinden girip kaybolacağım diye düşünmeme sebep olan ayağımın altından kayan kilimlere basarak indim. Arakama hiç bakmadım. Bir daha hiç göremeyeceğimi bildiğim, yeşil gözlerine bakıpta seni seviyorum diyemediğim kurbağa kermit lakaplı kıza bakmadığım bakamadığım gibi yumruğumu sıkıp çıkıp gittim o evden. Kızı bakırköy carousel deki burger king te daha sonra görmüştüm. Beklediğim gibi beni hatırlamamıştı yanındaki pek ilgi duymadığım arkadaşının hatırladığı gibi.Her gün uğruna saatlerimizi verdiğimiz, araç yerine amaç edindiğimiz para denen elin kirine boğazıma kadar bulaştığımda o evi satın alıp yerleşeceğim belkide. Sevdiğimden değil, hırsımdan.