ZEN FELSEFESİNİN TEMEL TAŞLARIZen kavramlarla ilgilenmekten çok, doğrudan yaşamın gerçeklerine eğilir, bu nedenle Budist okullara içinde Japon yaşamına en çok etki eden Zen’dir. Aklın yaşamla ilişkisi her zaman dolaylıdır. Akıl, her zaman için bir genelleştirme aracıdır. Genelleştirilmiş şeyler ise içgüdüsel gücünü yani istenç gücünü (will-power) yitirir. Zen, yalnızca istençten oluşmaz, Sezgiye dayalı olmak koşuluyla bir ölçüde akılıda içine alır. Diğer Budist okullardaki kavramsallık eğitimine karşıtlık içinde, Zen’de yaşama verilen önem her zaman temel öğedir. Zen hocaları askeri eğitimde vermişlerdir, ustaların eğitim yöntemleri basittir, dolaysız ve mantıksızdır. Bu eğitimle kılıç kullanma ile askerlere, yalnızca umursamazlık, aldırmazlık değil, bir vazgeçme durumu yaratılır.Budizm de “Benliğin yok olunması” bilinçdışını çıkartır. Bilinçdışı, bireysel olan bilincin çevresinde oluşur, özgün, koşulsuz ve sonsuza dek sürekli bir Ruh- Benlik varmış gibi değerlendirilir. Büyük şeyler bilinçdışından destek aldığımız durumlarda başarılabilir. Benlikten arınmaktaki amaç, dikkatimizi bilinçdışı gerçeğe çevirmek içindir. Benliğin yokluğu ile bilinçdışı gerçekleşir, bu öyle bir Esrime (ecstasy) durumudur ki bu durumda “Ben bunu yapamıyorum”durumu kalmaz. Herhangi bir işin başarılmasında insanın kendi benliğinin bilinçliğinde olması yolu tıkayan büyük engeldir.Zen’ de sık sık şimşek çakmasından ya da iki çakmak taşının birbirine sürtünmesinden çıkan kıvılcımlardan söz edilir. Buradaki amaç hareketin ayni anda oluştuğunu, yaşamın kesintisiz eylemini anlatmaktır. “Bodhisattva” Yaşam biçimidir, zihni işe karıştırmadan, zorlamasız birer yaşam yaşamın ağırlık merkezi kımıldamadan duran bir durumda kalır. İster sanata, ister eylemde, yaşamın bütün etkinliklerinde insan, bu durumu elde edebildi mi, bütün yeteneklerini ve olanaklarını gerçekleştirir. “Sonsuzluğun Duyarlılığının Uyandırdığı Yalnızlık Duygusu” Zen ruhunu tam yansıtan duygudur. Bu duyguya “Sabi” denir. Bu duygu günlük işlerin olağanlığıyla içimizdeki derin akşın duyguların kaplanmış olmasıdır. Sadelikle, doğallık, kalıplar dışına çıkmak ve içtenlik taşır.Kendi yerini saptayacak bir nokta bulamamaya, Zen’de “ büyük boşluk” denir. Descartes mantığı bilimde ve teknoloji geliştirdi, ama yaşam ve uyum konusunda başarılı olamadı. Formm’un dediği gibi Batı kültürü Yunana ve Musevi’ye dayanır. Her ikisinde de amaç daha eksiksiz ve mükemmel insana uçlaşmaktır. İnsanı ancak kendisi kurtarabilir. Fakat Batı eksikliği insanda değil, maddesel şeylerde tamamladı. İNSAN, HALA EKSİK İNSANDIR. Yaşam karşısında cesaret ve sabırla girişen, kendi kendine yardımcı olan insan mükemmelleşir. Taoculuk ve Budizm karışımı olan, Zen insanın varoluşuna kendi başına yanıt aramasına yardımcı olmayı amaçlıyor. Doğu dinlerinde de Batını ahlak kuralları var ama kurtarıcı baba Tanrı imgesi yoktur, yani insan daha yansız bakıyorlar. Eric Fromm gibi birçok ruhbilimci Zen ile Psikanaliz arasındaki benzerliklerin üzerinde durmuştur.”Bilenler söylemiyor, söyleyenler bilmiyor”-Lao-Tzu. Çünkü salt gerçeğin, yalın gerçeğin sözcüklere dökülüp, anlatılması olanağı yoktur ama gerçeğe götüren yolu parmakla gösterebilmek için gene de söze ihtiyaç var. Kendi kendimize yabancıyız çünkü zihnimiz gövdemizi tanımıyor, kendi kendimize yabancıyız, çünkü duygularımızdan, derinlerdeki düşüncelerimizin büyük bölümü bilincimize ulaşmıyor. Düşüncelerimiz için var ama duygularımız için tam bilinç ve sözcüklerimiz yok, bu yüzden duygularımızı, düşünce kelimelerine çeviriyoruz. Hepimiz az ya da çok parçalı ve belli noktaları ile gerçeğe yakınız, çevresiyle ilgilenen, sağını solunu izleyen bir kimseye çocuklar dışında rastlamak zor. Zen, dolaysız, güzele olduğu kadar Anlamsız olana karşıda duygulu bir yol. Zen’de kutsal kitap, doğmalar, simgesel törenler yoktur. Buda’nın sözleri ve diğerleri, gökteki ay değildir gökteki ayı gösteren parmaklardır. Zen bir şeyler öğretmek çabasında değildir, kendi yolumuzu kendimizin bulmasını istemektedir. Zen hiçbir felsefe sisteminin içine konulamaz, felsefe, mantık ve analize dayanır. Zen bunların ikisine de karşıdır. Sözlerin, mantık kurallarının gerçeğe ulaşmak şöyle dursun, gerçeğe ulaşmaya büyük bir engel olduğunu fark etmiştir. Mantık, akla dayalı olarak ikilcidir, güzel ve çirkin, iyi ve kötü gibi. Zen ise tam ve bölünmez gerçeği izler. Gerçeği ararken akıl kadar, akıl-dışının (irrasyonel) da bizi gerçeğe ulaştırabileceğini fark etmiştir. Zen tanrının varlığını, ölümsüz ruhu doğrulamaz ama yansımazda. Çünkü bir şey yansındığı zaman, ikili mantık gereği bir şey doğrulanıyor demektir. Bu mantığın kısırdöngüsüdür. Tek tanrılı dinler gibi tanrı ve yasaklar koymadığı için felsefe olmadığı gibi dinde değildir. Zen’de ne arınma sonucu Nirvana, ne de günahların cezalanması vardır. Zen için gerçek, gerçektir. Sulandırmaya, dolayımlamaya izin vermez. O tanımlamalara karşı şüphecidir, iç yaşantımız, yaşam deneyimimiz tarafından doğrulanmayan her inanca kuşkuyla bakar. Yaşamdan salt bir anlam aramak anlamsızdır. Düşünce ve duygularımız bir talkım sözcüklerle, kalıplandırılır ve sınırlanır bu anlamda bilinçdışı, akıldışı(irrasyonel), anlamsız ve nedensiz olan daha içsel derinliktir. Sözcük mantıkla gerçeğe ulaşmamızı engeller. Şiirin ise bu anlamda sözcük niteliğini yıkan bir anlatım gücü var, konuşma ve yazı dili ile anlatılamayan şiirin bu uyumsuz sözcükleri ile iletilme olasılığı var. Bir şeyi göstermek, o şeyi yüz sözcükle anlatmaya çalışmaktan daha etkilidir. Bir şeyin gerçekten anlanması için yaşanmalı tecrübe edilmelidir. Kişisel yaşamla doğrulayamadığım, içselleştiremediğim şey, düşünce benim anlayamadığımdır.