Kırmızı ışık. Ayağınızın altındaki pedala, yumuşak bile olsa, bastığınızda neler olabileceği hakkında pek fikriniz yok. Eliniz, direksiyon arkasındaki mandallardan sağdakini kavramış. Bir ayağınız gaz pedalının üzerinde tetikte beklerken, diğeri sıkı sıkıya frene yapışmış. Yeşil ışık yandı yanacak. Sağ ayak dayanamayıp biraz zorluyor gazı: “Vroooaaam”! Önünüzde bir mini cooper var. Motordan gelen sesten ürkmüş olacak, sağa sinyal vermeye başlıyor şimdiden; oysa sizin hız yapmaya niyetiniz yok (!).Yeşil ışık yanıveriyor aniden. Kimse korna çalmıyor. Mini’nin sağa geçmesini bekleyip gaza asılıyorsunuz. Koltuğun içine gömülüyorsunuz. bir, iki, üç… dördüncü viteste iki yüz kilometreyi rahatlıkla geçen bu aleti motor freninden başka bir şey durduramayacak sanki. Radyoda “riders on the storm” çalıyor. Yüzünüzü hafif bir tebessüm kaplıyor.İçinizdeki şeytan’ı yenip, aklınızı başınıza topluyorsunuz. Dikiz aynasından gördüğünüz noktalara bakıp, “bir daha hız yapmayacağım” diyorsunuz. “Şehir içinde 270 basmak” istemediğiniz için, frene asılmaya başlıyorsunuz yavaş yavaş. Yüz altmış, yüz elli, yüz yirmi, yüz… Bir daha saçmalamayacağınıza yemin ediyorsunuz.Köprü çıkışına yöneliyorsunuz. İçiniz buruk, kısa zamanda on beş milyonluk benzin harcadınız. Yine o ışıkta dursanız, aynısını yapar mıydınız? Buna irade ile adrenalinin savaşı diyoruz.Çok çalışıp, test ettiğiniz arabadan bir tane de kendinize alabilecek kadar para kazanabilir misiniz? Muhtemelen, hayır. Direksiyon simidindeki M işaretini ovalayıp, iç geçiriyorsunuz.