Bok mu var Todori’nin gazinosunda/Otursun evceğizinde anacığına yardım etsin/Tahta silsin,kabı kaçağı ovsun/Madem ki okulu bıraktı başka işi ne/Kıçını kakıp kısmetini beklesin / Ağda tutmasın , bacağın kıllısı da iyidir / O nane mollalar ne anlar kıllı bacaktan /Pislik sarısından başka renk mi bulamadı saçlarına /Hele entarisi …kıçı başı meydanda / Oldu olacak bilmem nesini de göstersin.( Metin Eloğlu)44455566677788911…(Hayır… Bu Türkiye’ yayımlanan şiir sayısı diil. Hatta ne şiirin ne sayının konuyla bir alakası yok…Sadece giriş yapacak cümle bulamayınca böyle bir şey yazdım..Baktım fena durmadı bıraktım.Şimdi de rakamların nası okunduğunu düşünmeye başladım. ) Aslında içerik karikatürle alakalı…Hemen konuya girelim en iyisi..”Vahşetin Kanka”ları , absurd karikatür hikayelerinden oluşur. Burada öykülenen temaları ele almadan önce, başlık üzerinde biraz durmak gerekir. Hikayenin içeriğinden yola çıkılarak oluşturulan başlık, akla neden “vahşet” sorusunu getirir. Bu sözcük ilk okunduğunda kanlı, dayanılmaz görüntüleri çağrıştırsa da T.D.K sözlüğü bizim ne kadar da yanlış düşündüğümüzü gösterir. Çünkü vahşetin tanımı bu sözlükte ” Yabanıllık” olarak yapılır. ( 2. Tanım olarak yazdıkları “korkutucu” tanımını işime gelmediği için yazmıyorum.Üstelik dedemden kalma sözlüğü kullanıyorum…Yeni bir sözlük almam lazım. Ayrıca link filan da veremem..Çok merak ediyorsanız oturup bakın.) Bu tanım biraz daha açıldığında ” ilkel yaşayan insanların, ilkel olan yaşam biçimleri ” olarak ortaya çıkar. Aslında ilkel olan insanın bugüne oranla çok daha pozitif şartlarda yaşadığı görülür. Çünkü o, samimiyetsizliğin, ihanetin, yalancılığın ne demek olduğunu bilmeme gibi bir şansa sahip olmuştur. Bir de o çağlarda ilkel insan sadece acımasızdı. Nedeni de kendini koruyabilmek için öyle olmak zorundaydı. Ama diğer insanlara acı vermekten zevk alma eğilimi yoktu. Onların savaşı hayatta varolabilmekten başka bir şey değildi. Ne yazık ki insanın toplumsallaşması sonucu, kendisini koruma amacı dışında saldırgan davranışlar göstermeyen barışçı doğa insanının türü de tükenmiş ve savaş güdüsü insan karakterinin yapısal bir parçası durumuna gelmiştir. İşte mizahçının, bu başlıkla (önce itici gelse de) bir bilge edasıyla anlatmak istediği budur.( Bence mizahçı bir şey filan anlatmak istemiyor.Mesaj filan da hak getire..Nası sıyrılıcam bu işin içinden bakalım)Öyküde yaşananlar tamamen kahramanların yaşamda tüm iyi niyetleriyle varolma savaşından başka bir şey değildir. “Kanka” ( sözlükte yok. Babama sordum..Kankardeş . Aret anne gibi bişey. “ Oğuz,1938) sözcüğünü kullanması da bu iki kahramanın ilişkisinin aynı ilkel insanda olduğu gibi yalan dolan ve ihanetten uzak, arı bir dostluk üzerine kurulu olmasıdır.İşte bu saf dostluğun üzerine kurulan öykünün kahramanları Alper ile Bünyamin’dir. Alper karakteri bu ilişkide daha yumuşak, güler yüzlü, biraz takıntılı ve sorunlu ama sevimli biri olarak karşımıza çıkar. Bünyamin ise bu dostlukta daha çok yetkeci lider pozisyonundadır. Yani tüm gücü elinde tutmak isteyen , değişmez, katı, sert, kalıplaşmış bir kişilik yapısına sahiptir. Ama dostluk kavramı o denli gelişmiştir ki arkadaşının sorunlarına hiçbir zaman kayıtsız kalmadan, anne şefkatiyle yaklaşır.Bu bölümün ilk öyküsü yine yaşamda varolma savaşına dayanır. Dostuna güzel bir makarna yedirmek isteyen Alper bir sorunla karşı karşıya kalır. Evde makarnaların lapa olmasına engel olmak için sudan geçirebileceği bir süzgeç yoktur. Bu sorununu kankası Bünyamin’le paylaştığında ” ööle dök işte suyunu oolum…Nerden bulucam” (s33) der. Alperse dostunun bu fikrine şiddetle karşı çıkar ve süzgeçi bulması için Bünyamin’e altan alta demogoji yapmayı sürdürür. Dostunun çaresizlik içinde kıvranmayı sürdürdüğüne tanık olan Bünyamin ona yardımcı olamadığı için bir an çıldırsa da hemen arkasından sorununa bir çözüm bulur. Saçlarını yolar, bıçakla kafatasını ikiye ayırır ve makarnaları süzmesi için Alper’e uzatır. Dostunu mutlu etmenin yolunu bulmuş, o katı görünüşünün altında sıcak bir yürek taşıdığını kanıtlamıştır. Öyle ki olayın hemen akabinde sarımsakları dövmek için havan arayan Alper’in de kaval kemiğini keserek yine büyük bir dostluk örneği sergilemiştir.İkinci öyküde yastığının alçak olmasından yakınan Alper’i rahat ettirme işi yine Bünyamin’e düşmüştür. Alperi’in oflayıp puflamalarını içi götürmeyen Bünyamin yine olaya anne şefkatiyle yaklaşır ve arkadaşının (afedersiniz ) poposunun yarısını keserek yastığın yükselmesini sağlar. Ama sorun burada bitmez çünkü Alper’in (yine afedersiniz) poposu üşümüştür. Hiçbir zaman arkadaşının sıkıntısını göz ardı etmek istemeyen Bünyamin biraz sinirlense de ” ulan ulan…” (s.34) yine duruma büyük bir sabırla müdahale eder ve arkadaşının sırt derisini ayaklarına kadar uzatıp yatağa çivileyerek onun tatlı uykusuna dönmesini sağlar. Mizahçımız yalnızca bu öyküde kendini gösterir ve onlar için yorumda bulunur. “Onlar ki …Vahşetin kankaları…Onlar kendi kendilerinin tanrıları…her türlü zorluğun üstesinden gelebilen iki dost…Onlar ki zeka…Onlar ki pratik…” Aslında bu sözlere daha derin bakıldığında mizahçının bir şekilde kendisine gönderme yaptığı görülür. Çünkü bu ikilinin yaratıcısı kendisidir ve o, pratik zekaya sahiptir. Öykülerin farklılığından mizahçının ne kadar da haklı olduğu sonucuna varılabilir.( Ehm!! Biraz yalakalıktan zarar gelmez.)Üçüncü ve dördüncü öyküler Bünyamin hep zamanını Alper’in sorunlarına farklı çözümler getirmesiyle birbirini takip eder. Sinemada uzun boylu seyirci yüzünden filmi rahat izleyemeyen Alper’in kafasını keser ve kendininkinin üzerine koyar, hatta iyi göremeyince gözlerini uzatır. Diğerinde de oynaması için çok ısrar eden arkadaşını üzmemek için göbeğini ve kollarını keser. Zaten göbek atmak için başka uzuvlarımıza da gerek yoktur. Yalnızca son öyküde sorunu yaşayan bu kez Bünyamin’dir. Hamama gittiklerinde Alper’in gereken ekipmanları almadığını görünce çok sinirlenir ve çareyi arkadaşının bu işte kullanabileceği organlarını çıkarmakta bulur. Leğen kemiğinden tas, safra kesesinden kese, ayağını da bere olarak kullanır. Hatta son söz olarak da ” akılsız başın cezasını ayaklar çeker” (s.36) diyerek arkadaşına bir de hayat dersi verir. Bu akıl almaz dostluğun, insanın tüylerini ürperttiği bir gerçek aslında. (Hatırlıyorum annemin de komşularıyla böyle garip bi dostluğu vardı. Üç beş kadın bize gelir mutfakta bi şeyler yapıp, odaya kapanırlardı. İçerden gelen “yandııım, allaah” çığlıklarına pek bi anlam veremezdim. Noolduuna bakmak için kapıya gittiğimde bana kibrit çöpüne sarılmış sıvı şekerden verirlerdi. Büyüklerin şeker yerken neden bu kadar baardığını hiç anlamazdım. Büyüyünce gördüm ki o cılk şekerleri birbirlerinin kıllarını almak için kullanırlarmış. Yani birbirlerinin canlarını yakarlarmış ama bu dostluktan ileri gelirmiş.Tüm bu öyküler sonucunda ,absürd mizahçımız olayı yine fark ettirmeden felsefeyle yoğurarak bize sunmuştur. Çünkü olaybilimde ele alınan mantık vücudun kullanımına bağlıdır. Bu öğretiye göre ” her şeyi vücudumuzla deneyeceğiz, evrene vücudumuzla açılacağız. Başkasının ben’i ancak kendi ben’imizle anlam kazanacaktır. Başkasının vücudunu , kendi vücudumuzdan aldığımız vücut anlamını başkasının vücuduna aktararak,kavrayabiliriz.Bu aktarma, bize , kendi ben’imizin içinde başkasının ben’inin de yaşamakta olduğu gerçeğini verir. Öyleyse dünya ancak başkalarıyla birlikte vardır. Bu bağlamda Alper ile Bünyamin’in ilişkileri üretimsel ilişkidir. Çünkü insanlar arasında çeşitli ve sayısız ilişkiler vardır, ama bunların içinde sadece biri belirleyici ilişki, eşdeyişle temel ilişkidir. Üretim ilişkileri , insan bilincinden ve isteğinden bağımsız olarak varolan ve özdeksel üretim sürecinde insanlar arasında biçimlenen özdeksel ilişkilerdir. Alper’in sıkıntısına inanılmaz bir dahilik göstererek yardımcı olmaya çalışan Bünyamin’in ne kadar da üretici bir insan olduğu burada yadsınamaz bir gerçeklik taşımaktadır.Sonuçta İkinci dünya Savaşından bu yana geçen süre içinde çağdaş toplumlar kendine özgü bir olguyu da beraberinde getirmiştir. İnsan eskisinden çok daha fazla sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir. Bu, soğuk bir günde karşılaşan bir grup kirpinin öyküsüne benzer. Kirpiler ısınabilmek için birb irlerine sokulurlar, ama dikenleri birbirine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. İleri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar. Mizahçınında bu çağdaş insanın birbirine olan uzaklığına ve samimiyetsizliğe olan eleştirisini ve mesajını ” Vahşetin Kankaları” ‘yla dile getirir. O ilkel insandan yola çıkarak dostluk kavramının unutulmaya yüz tutan öğelerini günümüz insanına hatırlatır. İşte karikatür yine yapacağını yapmış, toplumun yüzüne ayna tutmayı kısa ama vurucu yöntemle başarmıştır.