Melodi derinlerden yankılanıyor. Mavi fayanslara çarpıp tekrar tekrar geliyor. Koridorun tümü müzik aleti gibi. Merdivenleri çıkıyorum gitardan uzaklaşmam lazım. Dışarıda ki sıcak hava yüzüme çarpıyor. Gözlükleri takıyorum. Ortalık yeterince kararmıyor.

Güneş havayı bunaltacak kadar ısıtmış, şehrin üstünde parlıyor. Her şey mükemmel. Başka bir berbat gün için harika bir ortam. Hava sıcak. Üstümdeki gömleği çıkarıp sırt çantama koyuyorum. Melodi kafamda dolanıyor. Şarkı sözlerini kendime göre değiştiriyorum. Neden tüm dünya bir şeyler hatırlatmaya çalışıyor. Neşeyle etrafımda dönüyor.

Kalbimin bir kısmını istasyonda bırakıyorum. Başka bir trende de ….

-bu kadar dramatikleştirme olayı

-gitmek, eve dönmek istiyorum

-şimdi olmaz

-deniz… denize yakın olmak istiyorum…

-beş gün daha bekle, Paris’te deniz yok

Boşlukta kaymak istiyorum nothing else to lose

Havada uçmak I can’t live

Kendimi bırakmak, artık tutunmaktan vazgeçmek, kayıp gitmek with or without you

Tüm vücudumun ağırsızlığını hissetmek and you give yourself away

Boğazımı yırtarcasına, sessiz çığlıklar atmak aaa aa a aaa

Etrafımda insanların toplanmasını …

Boş gözlerle onlara bakmak….

-hadi atla

-hayır!

-tam şimdi. tutunmaktan vazgeç, bırak başkaları taşısın seni

-burada mi ?

-başkaları beni ayağa kaldırmaya…. kurtarmaya çalışsınlar

-ya kimse görmezse, arkamdan birilerinin atlayıp beni kurtaracağını mı sanıyorsun

-dibe vurmam lazım, batmak, bundan kurtulmak ..

-ya gerçekten dibe vurursam

-ne güzel akıyor değil mi

-akıp akmadığı bile belli değil

-çarpmak, uyanmak, şu kola kutusu gibi sürüklenmek, denize dökülmek istiyorum

-bırak bu lafları, boş ver, git kendine iyi bir şarap bul!

Kim bilir kaç kişi atlamıştır buradan? Ne kadar yüksektir burası? Kaç kişi bu taşlara dayanıp aklından geçirmiştir? Acaba sırt çantamı çıkarsam mı? İçindeki, o paketle ıslanır mı? Neden insanlar ayakkabılarını çıkarırlar? Ne kadar derindir? Nasıl olur?…

Bırakıyorum. Ama cesaret edemiyorum köprüden atlamayı. Çok yüksek, on beş metre vardır. Köprünün yanındaki merdivenlerden aşağı iniyorum. Eski kent nehirleri hiçbir zaman temiz olmaz. Sırt çantam yanımda değil. Ayakkabılarım ötede. Burası bile sudan bir metre yüksekte. Güneşe ve suya arkamı dönüyorum. Belimdeki cüzdanda bir miktar para var. Kollarımı açıyorum, bırakıyorum hayata tutunmayı.

Ötede yaşlı bir kadın görüyor ne yaptığımı. Benim gözlerim kapalı görmüyorum. Şehrin kirli havasından derin bir nefes almışım. Yeni yağmış kar üstüne kendini bırakır gibi geriye düşüyorum.

Yaşlı fransız günlük yürüyüşünün ortasında, ilk defa karşılaşıyor böyle bir şeyle. Ayağında mavi beyaz yürüyüş ayakkabısı var. İki metre ötemde sessiz, dingin, rutinken … kendini nehre bırakan bana şaşırıyor.

Kafa üstü düşüyorum, kirli kahverengi sulara. Beklediğim gibi olmuyor. Kaslarımı gevşetmek için çaba harcayan beynim, soğuk suyla uyanıyor. Nerede olduğunu şaşırıyor duruma hakim olmak için refleksleri kullanıyor.Yoksa omurilik soğanı mıydı refleksleri kontrol eden. Bacaklarımı düzleştiriyor, ayaklarımı oynatıp basabilecek bir zemin arıyor… Çok geç Kollarımı çırpıyor ellerimle tutunabilmek için suyu yarıp havayı yokluyor.

Yaşlı kadın ağzını açıyor… Hiçbir ses çıkmıyor. Hayat devam ediyor. Köprüden arabalar geçiyor. Suya düşüyorum kadın işe yararmış gibi elini uzatıyor. Hala reflekslerim vücudumu kontrol ediyor. Suyun yüzeyine çıkıyorum. Soğuk, tiksinç, yapış yapış içinde kendimi daha kötü hissediyorum. Beş saniye önceki duruma dönmeyi istiyorum. Su ağzıma kaçıyor. Sessiz sakin akıntıya kapılmış bir kola kutusu olamıyorum. Onun içi boş, benimki dolu. Yere basmayı ve gördüğüm ilk kadının dudaklarına yapışmayı istiyorum. Hiçbiri olmuyor. Nehirden dışarı çıkabileceğim bir yer bulmam lazım. Sıkıca kapattığım gözlerimi açıyorum.

Üstümdeki aptal tişörtü görüyorum. Saçlarımdan sular dökülüyor. Onun verdiği tişörtü giyiyorum. Saçımdan akan damlalar yere düşüyor. Bir yerlerdeki dağdan gelmiş elimdeki şişeden kafama boşalttığım su damlaları. Arkamdan arabalar geçmeye devam ediyor. Kafamı taştan korkuluğa dayamış, kollarımı kafamda birleştirmiş mideme doğru bakıyorum. Nehir hissettirmeden akmaya devam ediyor. Karnım aç. Yaşlı kadın köprünün altından geçen yolda yürüyor. Yol bir yerlerde kıvrılan nehirle kayboluyor. Yine tırnaklarımı yemeye başlıyorum. Bir süredir uzattığım serçe parmağımın tırnağına bakıyorum. Ne kadar zavallı göründüğümü düşünüyorum.

-Merak etme geçecek hepsi. Eve gideceksin. Oturup yazacaksın tüm bunları hepsini unutacaksın

-Bir denize ihtiyacım var. Nehir şehirlerini sevmiyorum.

Bu akan su değil, idrar. Bir kadının ….

-Yeter bu kadar. Şimdi git kendine şarap bul. Elindeki Evian şişesinin içine doldur, daya kafana! Kırmızı damlalar boynundan aşağı insin. Kaybet kendini.

-……….

– Hadi derin bir nefes çek, kabullen ve eğlenmek için çaba göster. Kahrolası Paris’tesin aş bunu!! ..

Çantamdan not defterimi çıkarıyorum. Korkuluğun üstüne koyuyorum. Kalemimi taşa sürtüyorum. Yazmaya çalışıyorum.

Tüm şehre nefret kusmak istiyorum.