Truva’nın Değerlendirilmesi ÜzerineHayır izlemedim. İzlemeyeceğim de. Zaten afişine baktığımda, oynayanları gördüğümde, hatta çok daha önce, filmin çekileceğini duyduğumda bile ne olacağını biliyordum. Fragmandaki süper-kalabalık çarpışma sahnelerini görmem tamamen emin olmamı sağladı. Özellikle fikirlerine saygı duyduğum birinin tavsiyesi üzerine olmazsa, böyle filmlere gitmem zaten. Daha sonra gazetelerde dergilerde eleştiriler, yorumlar çıkmaya başladı. Neyle suçlayacaklarını da biliyordum. Tarihsel saptırmalar, Homeros’la ilgisi olmaması ve destanın Amerikanlaştırılması. Ne bekliyordunuz ki?Hitler’in girişimini saymazsak, dünyanın en ünlü savaşı bu. Film gişe yapacak. Aynı Mel Gibson’ın İsa hikayesi gibi. Gişe yapan da budur. Cumhuriyet Pazar’da bununla ilgili bir sayfa var. Arkeologlar ve bir filolog konuşmuş. Klasik filolog Hatice Kalkan’ın belirttiğine göre; o çağlarda öyle heykeller yokmuş. Mimari tasarımlar ise aslını yansıtmaktan oldukça uzakmış. Son olarak yazısını şöyle bitirmiş: “Sonuçta, filmin tarihsel bir belgeleme değeri taşıdığını söylemek bile mümkün değil.” Ee? Filmin değeri tarihsel belgeleme değeri taşımasıyla mı ölçülüyor? Öyle olsa daha iyi bir film mi olacaktı? Hatta daha da önemlisi; Homeros’un İlyada’sı bir tarihsel belgeleme değeri taşıyor mu?Şimdi, filmden bahsediyorsak filmlerden konuşalım. Dekor tasarımı tartışmasıysa o bağlamda konuşalım. Öncelikle nereden çıktı bu gerçekçilik kaygısı? Belgesel izlemiyoruz ki. Filmin amacı Troya savaşını belgelemek değil, gişe yapmak. Amacına ulaşmış. Kalkan, mimari ve yontu örneklerinin iyi araştırılmamış olduğunu söylüyor. İşte yanlış olan bu. 200 milyon dolar harcanan filmde herşeyi gayet güzel araştırırlar. Koskoca bir araştırma ekipleri vardır hatta. Ve gerçeğine uysun uymasın, etkileyici ve çarpıcı olanları seçerler. Çünkü 200 milyon doları bir şekilde, mümkünse katlayarak geri almaktır amaç. Alırlar da. Eleştirilecek bir konu varsa budur. Yoksa filmin zaten mimari gerçekçilik gibi bir iddiası, daha da önemlisi böyle bir zorunluluğu yoktur.Kalkan yine Homeros’un İlyadası hakkında da yuvarlak laflar etmiş. Şöyle: “Homeros’un o muhteşem destanında okuyucusunun yüreğine işleyen, insana dair tüm duyguları betimleyen sözel şölenin, izleyiciye aktarımı sırasında tam bir fiyaskoya dönüşüyor, ne yazık ki.” Homeros’un kitabını Amerikan istilasına karşı reklamcılık ağzıyla savunuyor; “yüreğine işleyen” “tüm duyguları betimleyen”. Bir de filmin hasılat kaygısıyla, “aceleci bir yaklaşımla” çekildiğini söylüyor. Hasılat kaygısı, doğru. Aceleci yaklaşım!! Bknz. 200 milyon dolar. Bir nokta daha, film bir roman uyarlaması değildir. Adı “İliad” değil “Troy”dur. Tabii ki en büyük kaynağı ve hatta bütün ana hatlarının alındığı yer ‘İlyada’dır. Ama yine de senaryonun kitaba uygun olmamasıyla suçlanamaz. Kitaba uygun olup olmaması da filmin sanatsal değeri hakkında bir kıstas değildir.Şimdi, arkeolog Nermin Bayçın’ın dokunduğu bazı güzel noktalar var. Sanat değerlendirmesi yaparken, arkeologluğunu biraz kenara itmeyi başarmış. Homeros’un satırlarını filmdekilerle karşılaştırmış. Diyalogların nasıl Hollywood jargonuna dönüştüğü açıkça görülüyor. Sakıncası nedir? Bu diyaloglarda hemen her zaman bir anafikrin paketleyip sunulmaya çalışıldığını görürüz. Yani böylesi filmler bize hem bir şey söyler, hem de ne söylediğini söyler. Çocuk masallarının sonunda bir cümleyle dersin verilmesi gibi. Sanat eserinden bahsedeceksek böyle şeyleri pek sevmeyiz. Bunun ucuzluğu nerededir? Bir bakalım.“Amores Perros” (Paramparça) geliyor aklıma… kimse sosyal mesajı bulamadı. Halbuki getto yaşantısı, alt sınıf falan filan… herşey uygundu mesajı yerleştirmeye. Birsürü olay oldu ama kimseye iyi/kötü diyemediler. Homeros’un destanında da bunu bulmak mümkündür. Savaşı anlatır, taraf tutamazsınız. Zalimce öldürürler birbirlerini şan ya da ödül için, ama kötü adam diyemezsiniz. Eylemler bir kısım sebepleriyle oradadırlar. Oturup düşünmek kalır size, neyin neden olduğunu. Sanat tüketici değildir. Bir konuyu tüketip bitiremez. Bundan kastım, örneğin; “Savaşlar neden olur?” diye bir soruya yanıt veremezler. Amaçları da vermek olmamalıdır.Bütün bu gerçekçilik kaygısı özellikle Amerikan sinemasını çok bozuyor. Herşeyi yerli yerine oturtacağım diye gezegenlere takla attırıyorlar. Konunun aslından, insanla ilgili olan kısmından bir şey kalmıyor geriye. Sanat eserinde bir kurgu vardır, kurmacadır zaten gerçek değildir. İnsanların gerçekliğini yansıtmak için de herşeyin fizik kurallarına uygun olması gerekmez. Yalnızca, ‘böyle de olabilirdi’ diye bir ihtimal sunar sanat eseri.Şimdilik bu konuyu da tüketecek halimiz yok, sadece elimdeki eleştrileri bitirmeye çalışıyorum. Bayçın güzel konuşuyor ama sonunu yine bir sloganla bağlıyor; Troy filmi unutulacak ama Homeros’un eseri bir 3000 yıl daha yaşayacak. Öyle değil işte sayın Bayçın, kalıcı olması için iyi olması yetmiyor. Günümüze kadar gelememiş, aralarda yok olmuş birsürü de iyi eser vardır. Hatta şu anda da bu basın yayın kalabalığında haberimiz olmadan çok yetenekli insanlar yitip gidiyor. Bu yüzden gözümüzün önünde bu kadar ucuz saçma sapan şeyler dönüp duruyor.Yaygın görüşe göre, sanatın iyisi kötüsü olmaz. Kimin ne hoşuna gidiyorsa ona bakar. ‘Olur’ dediğiniz zaman da, ‘nereden bileceğiz’ diye soracaklardır. Bunun için kestirme bir yol yoktur tabii, birkaç temel ilkeyle iyi eseri kötü eserden ayıramayız. Ne olursa olsun bu sanat eserinin değerinin göreli olduğunu göstermez. Bize düşen (biz kim? İzleyici, yorum yapan) iyinin neden iyi olduğunu kötünün neden kötü olduğunu aramak, bulmak göstermek. Çünkü gerçekten de ortada birşeyler anlatan, diyecek bir şeyi olan güzel eserler kalmamaya başladı.Şimdi bir de internette film hakkındaki yorumlara baktım, aman allah! Ağzı olan konuşuyor. En son birisi filmi çok beğenmemesine rağmen demiş ki; “Bu 10 yıllık savaşı 2 saatlik bir filme sığdırmak, oldukça zor, cesaret isteyen bir iş. Senarist … bunun altından kalkmış. Kim bilir belki de cesaret başarıdan daha önemlidir.” Cehaletin yoğunluğu burnumun direğini kırıyor. Nereden çıkarıyorsun ki bunun cesaret istediğini? İlyada, eğer konsantre olursan 4 saate okunup bitirilir. 2 saatlik filmde ise bunun çok daha fazlasını verebilirsin. Adamın eli alışmış, bütün klişeleri ardı ardına diziyor, ne cesareti? Hem cesaret nasıl başarıdan önemli oluyor? Tabii, daha önemli; hep en cesurun eline verelim 200 milyon doları, gitsin 4 tane daha rezalet film yapsın, belki 5.sinde başarı da elde eder.Evet, şimdilik benden bu kadar. Buralarda böyle şeylere ilgisi olanlar kaldıysa devam ederiz.