Oyuncular:
Jim Carrey (Peter Appleton/Luke Trimble) ,Martin Landau(Harry Trimble) ,Laurie Holden (Adele Stanton) ,Allen Garfield (Leo Kubelsky) ,Amanda Detmer (Sandra Sinclair) ,Bob Balaban (Belediye Başkanı Elvin Clyde)Yönetmen: Frank DarabontSenaryo : Michael SloaneJim Carey bu filmde, ‘Eternal Sunshine of the spotless mind‘ filmdeki kadar iyi performans sergilemiş olmasa da, ‘izlenilebilir’ filmler arasında yer alabilir film ortaya çıkarmış. 1951 lerde Amerika’da kominist olduğu gerekçesiyle suçlanarak, “Burası Amerika, özgürlüklerin ülkesi” düşüncesiyle, hakkını savunması, doğru olanı yapması için çevresindeki insanlar tarafından kendisine cesaret verme yolculuğu anlatılır.

Peter Appleton, hep kendisine söylenini yapan, olması gerektiği için yapması gerektiğini düşünen, içinden gelen sesleri engelleyen, gerçekten ne düşündüğünü söyleyemeyen, kendini göstermeyen bir karakterdir.Büyük cesaret gösterip kahraman olabilcek bir karakteri yoktur. Sadece o potansiyele sahiptir ve bir gün içindeki sesleri uyandırıp, kendi gibi biri olması gerektiğini düşündürten bir olay yaşar.Bu olaylar zincirinde filmi izlerken, her ne kadar ‘Vanilya Sky’ tadında rüya ve gerçek arasında ki ikilemler gibi bir durum söz konusu olabilceği aklıma gelmiş olsa da, filmin sonlarına doğru yanıldığımı çok rahat, üzülerek fark edebildim. Beklediğimden daha basit bir konu ortaya çıkmıştı.

Baş kahramanımızın başında tuhaf ötesi bir olay geçer. Bu olay sırasında ‘Lost’ da ki gibi ‘yoksa zamanda yolculuk mu etti’ diyebilirsiniz: yine düş kırıklığıyle geçen toplantısından sonra, eve gitmek için arabasına biner ve trafik kazası geçirir. Arabası nehre düşer. Deniz kenarında uyanır. Hiç bilmediği, tanımadığı insanların bulunduğu bir sahil kasabasına gelmiştir. Geçmişine dair hiç bir şey hatırlamaz.

Bilinç kaybı yaşar. İşin ilginç tarafı, o kimseyi tanımasa da, kendisi kasabada ki herkesin çok sevdiği 9 yıl önce harpta kaybettikleri ‘Luke’ a çok benzetirler. Hatta o olduğunu düşünürler. Bu mucizevi olay çerçevisinde, kendiside herkes gibi şaşkınlık yaşar. Çocukluk aşkı Adele’yi, babasını, beraber işlettikleri ve evsane haline gelmiş ‘Majestik ‘sinemasını, Luke’un hayatına dair ne var ne yoksa her şeyi tanımaya başlar.Hafızası zamanla ona geri dönemeye başladığında ise işler daha anlaşılır bir hale gelir. Hangi hayatı seçtiği, kendi benliğini bulmasında, kendini gerçekleştirmesinde yardımcı olan insaları, olayları ise anlatmıyor, izlemeyen için, izlerken tadında kalmasını diliyorum.