Üç-beş tane ötüşken kuştan oluşan neşeli bir çocuk grubu, 20 mt. ilerideki ağaçta birbirlerine vik-vik bağırırlaken, birden uçmaya başladılar ve altına uzandığım ağaca olanca hızlarıyla gelip birbirlerine bağırmaya devam ettiler.İnsanlara ait bütün pisliklerden uzak kalmasını sağlayabilecek kadar yol-suz bir bölgede, akşam-üstü nün ikramı olan ılıklık hissi ve huzurlu bir su sesi eşliğinde, küçük kuş çetesinin yaptığı bu hareket, insanın içini huzurlu bir canlılık hissiyle doldurur.Yani doldurmalıdır.Böyle birşey var di mi?Kuş seslerinin baharı, bereketi ve dolayısıyla mideyi doldurmanın kolaylığını müjdelemesiyle ilgili bir şartlanmanın sonucu olabilir bu..Yada belki sadece bu seslerin kulak organımızda oluşturduğu ‘tiz ve taze hareketlilik hissiyatı’ dır içimize dolduğunu düşündüğümüz huzurlu canlılık.
Farketmez.Farketmedi.Bütün güzel ambiyansa rağmen en ufak bir huzur zerresi bile yoktu.Çünkü sağ tarafımdaki küçük vadinin dibindeki küçük akarsuyun fondaki tatlı sesi, bir kaç sene gibi kısa bir süre içinde zengin ve üstün olmanın en büyük ifade şekillerinden birinin banyo yapmış olmak olacağı şeklindeki, -bütün varlığımla inandığım- kendim-sel gerçeği hatırlatıp duruyordu.Altımdaki derede akıp gitmersine izin verdiğim suyu iki sene sonra hatıradığımda ; ‘keşke depolasaydım, ufak bir baraj yapabilirdim aslında..’ şeklinde hayıflanacağımı düşündüm.Hemen ardından, herşeyin sebebinin, türümüzün bu hesapçılığı olduğunu hatırladım.Ne kötü,ne acayip..Aslında ne kötü, ne de acayip.Peki,Ne kötü?Ne acayip?