Tanrı ve zamanBir gece -uykunun bende pek tutmadığı bir gece-, oturdum birkaç beyaz sayfayı düşüncelerimle kirletmeye karar verdim. Ortaya çıkan kirlilik her zamanki gibi beylik geniş zamanlar içerdi ve aslına bakarsanız ben bundan pek hoşnut değilim. Çünkü bence geniş zaman düşünüldüğünde ilk akla gelenin tersine, kesinlik arz etmez. Geniş zaman gelecekten daha sıvı değildir. Beynimizdeki en kesin zaman olan geçmiş zamanın yanında pek bir yalan kalır geniş zaman. Çünkü geniş zamana baş kaldıran bir çıkıntı, tepkiyi, kaynağından aldığı kadar, geniş zamanın göreli kesinliğinden de alır. Bunu örnekle açıklamak isterdim ama yazının geri kalanındaki tutumumun da göstereceği gibi her basit saptamayı örnekle açıklamayacağım. Kurulan geniş ve basit zamanlı cümleler teker teker değil, bir bütünün parçaları olarak anlam kazanacaktır. O yüzden her ne kadar ben her cümlenin yüklemini sanki tek doğruymuş gibi geniş çatıyla kurduysam da -siz okursanız- okurken bunu o kadar önemsemeyin.( yazının başlarındaki basitlikten tiksinmez ve okumaya devam edebilirseniz, sonlarda belki de yeni soru işaretleriniz olacak hayata dair. Bir gecelik yazma krizinin bu sıkıcı çıktısına dayanırsanız sevinirim:))1.Zaman, insan için geçmiş, şimdi ve gelecekten oluşur ve zaman mutlaka mekanla birleştirilerek anlamlandırılır.Benim düşüncemin başladığı noktada ise zamanın aslında tek olması duruyor. Halbuki insan beyninde zaman ve mekan eşit miktarda alan kaplamaktadır.Bunu herhangi bir olayı sınıflandırırken görebiliriz. İnsan için bir olayı yalnız zaman olarak sınıflandırmak mümkün değildir. (bu tip saptamalar size ukala bir basitlik verebilir. Farkındayım. Ama söylemek istediğimi anlatabilmek için bu basitliğe katlanmanızı bekliyorum).Mekan olarak dünyayı ve zaman olarak da şu anı alalım. Şu anda dünyada cereyan eden olayların bir listesini düşünelim. (taktir edersiniz ki böyle bir listeyi yalnız tanrıdan bekleyebiliriz) yazıya dökülse milyarlarca cümle demektir. Yani sadece bir anı anlamak için, çok daha fazla ana ihtiyacımız vardır.Ancak sınıflandırmayı mekana göre yapacak olursak; örneğin bir yerde yaşanmış savaşların tarihli olarak listesi… Bu, bizim anlamamız için gerekli olan bir şey. Mekan zamanı taşıyan bir yük hayvanına benzetilebilir bu durumda. O mekandan istediğiniz zamanı alabilirsiniz ama peki ya yolda yitirilenler?İnsan en isabetli ve doğru bilgiyi, ‘an’dan elde edebilir ancak bunu sınıflandıracak görüşe ulaşamaz.Evrenin bir köşesindeki bir yıldızın doğumunun bilgisine, oluştuğu andan, milyonlarca yıl sonra ulaşabilir insan. Bu, üstteki paragrafta yazanla aynı şeydir.Ve basit gerçeklere devam ediyorum.İnsan korktuğuna inanır. Bilmediği şey korkusunun kaynağıdır ve korkunun kaynağı ise inancının. Ancak insan zaman-mekan ikiliği içinde olsa da yani az ve yavaş da olsa bilgi edinir. Eski kabile dinleri gerilerde kalmıştır. Hepsi küçük istisnalarla tarihe karışmıştır. İnsan katman katman, korkularından kurtulmuş ve artık inancının temelinden güneşi, seli, depremi, ayı yada fırtınayı silmiştir. İnsan, kendi varlığını en çok sorguladığı dönemde ise tanrısını kendisinden yapmış ve mitolojik çağı yaşamıştır. O dönemde tanrılar, insanlar gibi evlenir aile kurar, kızarlar yada oyun oynarlardı.Onların kutsalında, magazinsel bir durum vardı.Ve sonunda bütün bu katmanları geride bırakan insan için sırayı, ‘her şey’le ‘hiç’in ayrımı alır. İnsanın zaman-mekan sınırlılığı, tam da bu sırada, kutsal büyük dinlerle kendini göstermiştir. ‘Her şey tek bir güç tarafından yaratılmıştır’.İnsan işte bunu anlar. Ama gene de yarım anlamaya mahkumdur. Çünkü, mekanın yaratımı, yokla her şeyin ikamesinden ibaretse, zaman nedir? Zaman yaratılmış mıdır? Her şeyin altı günde yaratıldığını yazan kitaplarda şu bilgi eksiktir. Hiçbir şey yokken, yaratılanları altı güne bölebiliyorsan, bu durumda hiçbir şey yokken zamanın var olduğunu görmemizi nasıl engelliyebilirsin. Yani altı gün meselesinden, zamanın, her şeyin yaratılmasından önce de var olduğunu uslamlayamaz mıyız?Bu durumda karşımıza, tek değil iki ayrı güç çıkıyor. Tanrı ve Zaman.2.Büyük ve kutsal kitaplar her ne kadar tanrı tarafından yazılmış olsalar da, aslında her kitapta da olduğu gibi, önemli olan okurun idrakıdır. Bu nedenle kutsal olsalar da bu kitaplar insanlar için gönderilmiş ve bu nedenle de sınırları, insanın sınırlılığıyla sınırlı olmak zorunda olan kitaplardır. Öyleyse sınırsız bir şeyin anlatımı, sınırlı olmak zorunda olan bir araçla anlatabilmek mümkün değildir.Bu, henüz keşfedilmemiş bir bilim dalının, akademik inceliklerini anlatan bir kitabı okumaya, dahası anlamaya çalışmaya benzer.Öyleyse kutsal kitapların okuruna dayalı yapısı, bilim kitaplarından çok da farklı değildir. Yazarının insan olmasından ötürü, hiçbir bilim kitabı, zamanın tanımını yapamaz. Burada da kutsal kitaplarla aynı durum söz konusu. Çünkü kutsal kitaplarda da zamanın tanımı yoktur.Demek istediğim, tanrı, insanın beynindeki zamansal boşluktadır muhtemelen. Çünkü mekansal boşlukların tüm cevapları tanrı tarafından verilmiştir. Keza bilim de aynı boşluk için rekabet halindedir. Bu mekansal yer kapma yarışı, yaratımla bilimin (neden-sonuç) anlaşmazlıklarını da açıklar. Ama zaman tarafı ikisi tarafından da doldurulamamıştır.3.Oysa zaman denildiğinde insan için tek bir şey vardır. O da ölümdür.Işık kaynağından uzaklaşmak zorundaysa, insan da ölmek zorundadır. (bunu birkaç kez okumanızı öneriyorum çünkü yazdıktan sonra ben öyle yaptım nedense; öneri işte)Ölüm aslında iki yönlü olarak incelenebilir. Ancak yalnız gözün gördüğü önemlidir insan için: kişisel ölüm. (ikincisi az sonra)Bilim bir birikimdir ve insan hayatının sınırlılığıyla sekteye uğrar her zaman.Düşünmüşümdür, insanın ortalama hayatı üç yüz yıl olsaydı şu anki teknolojik gelişim ne durumda olurdu?Ölüm bir simgedir bu nedenle.kesintili de olsa bilim ilerler, birikir. Zamanda yazılan kelimeler çoğalır.doğrulara ulaşılır. Devamlılık sağlanır. Ölümün ikinci anlamında ise devamlılık vardır. Bu devamlılık hem dinin hem de bilimin devamlılığıdır.(ölüm devamlılığın simgesidir) Devamlılık ise zamanın ta kendisi. Farklı bir açıdan bakıldığında, ölüm zamanı anlamamızda önümüzdeki tek engel. Çünkü zaman, insan için geçmiş, şimdi ve gelecekten ibaretse ve ölüm bunlardan gelecek maddesini görünmez hale getireceğinden, insan için zamanın tanımı da tanınmaz hale gelir. O zaman başa dönersek, insan bilinmezlik katmanlarını aşarak tanrıya ulaşmıştır. Şu anda inandığı tanrıdır. Ama insanın aklındaki asıl bilinmez gerçekten tanrı mıdır? Bizim aslında yıllardır adına tanrı deyip tapındığımız, tarih boyunca kurbanlar verdiğimiz asıl şey zaman olmasın?İnsan aslında zamanın bilinmezliğinden korkar.(Çok yaşlı bir adamın titremesinin ne kadarı yaşlılıktandır? )Ve ölümün simgelediği zaman karşısında bu kadar çok korkan bir tek insan değil, tüm canlılardır. Tüm canlıların korktuğu istemediği şeydir ölüm. Kaplanın dişleri arasındaki ceylana bir anlık inanma fırsatı verilseydi, ilk söyleyeceği söz tanrı mı olurdu yoksa ölüm mü? Hiç kuşkusuz (ki başta söyledim, bu benim kuşkusuzluğum) ceylan ölüm derdi.Çünkü ölüm canlı için zamanın kırıldığı andır. İnsanın dehaları vasıtasıyla görüp görebileceği bu bilgiden ibarettir. Fizik bilgisiyle zamanı maddeye bağlamak. Yani e=mc2. enerji, maddenin (kütlenin) ışık hızının karesiyle çarpımı. Işık hızıysa zamanın düşünebildiğimiz son hızı. Yani insan şu anki en deha beyniyle bile zamanı maddeyle açıklayabiliyor. Ancak maddeden önceki zaman din tarafından bile eksik bırakılıyor.4.“insan zamanla yarış halinde” diye bir laf vardır. Bu söz aslında en büyük tehlikenin habercisidir.İnsan yaşamını uzatmak ve ölümü olabildiğince ötelemek için genetik bilimini kullanıyor. Bu iş için her yıl milyonlarca dolar bütçeden pay ayrılıyor. İnsan bunu yalnızca şu ankinden bir otuz- kırk yıl daha fazla yaşayabilmek için yapıyor. Ancak böyle bir keşfin gerçekleşmesi durumunda kuşku yok bu insanlık tarihin en büyük buluşu olacağı kadar, insanlığın da sonu olacaktır. Çünkü insan, bunu tek başına yaptığı taktirde, dünyanın milyarlarca yıldır kurduğu düzeni bozmakta daha hızlı bir süreci başlatacaktır. Bu ise kendi sonunu hızlandıracaktır. Buradaki ironiyi görmek gerek.(ironiyi tezat anlamında kullanmayı seviyorum) insan daha uzun yaşamak için (bireysel ölüm), dünyadaki devamlılığından (ölümün ikinci tanımı) vazgeçecektir.Yani insan yıllarca inandığının farkında olmadığı bir güce karşı geldiği için, topyekün kendisini kurban edecektir.İnsanın işlemeye can attığı bu günah kendisinin son günahı olacaktır. Zamanın dininde.