– Öhhö! öhm!- Varlığını belli etmene gerek yok soytarı. Sadece beş duyuma güvenseydim bu kadar uzun süre hayatta kalamazdım.- Oh Lordum! sizin için endişelendim. Bütün manson endişelendi aslında. Hatta dedikodular neredeyse tüm Hap-Şutheş’e yayıldı. Dayanamadım Lordum bağışlayın. Ancak size olan aşkım haftalar sonra saygımın önüne geçti. Sizi okurken rahatsız ettim, mazur görünüz. Şükürler olsun sizi yaşarken görmek tekrar nasip oldu…- Hah! “Yaşamak”! yaptığım şey bu değil mi soytarı? “Yaşamak”Bunları söyledikten sonra Cjaggar’ın mavi dudakları hafifçe yüzünün bir yanına doğru meyletti. O kadar belirgindi ki cüce neredeyse Lordunun tebessüm ettiğini düşünecekti. Henüz tutuşturduğu yağdanlığın karanlığı titretmesiyle Hemen bu saçma düşünceyi kafasından sildi. Efendisinin yüzü her zamanki gibi bembeyaz ve ifadesizdi.Cüce korku içerisinde akıbetini beklerken, efendisi önünde durduğu maun kaideye yumuşak bir hareketle arkasını döndü. Kaidenin üzerindeki tome sırtındaki çatlakları gererek biraz gıcırtı ve ardından kesin bir gümlemeyle kapandı. Maire biraz sonra başına gelme ihtimali olan şeyleri düşünmekten bir an olsun sıyrılıp koca defterin gözleri önünde ağır ağır taşlaşmasını seyretti. Maun masa bir süre çatırdadı, ardından sessizlik… Cjaggar’ın hışırtılı sesiyle bozuldu.- “Yaşamak” öyle mi soytarı?Maire’nin kanı damarlarında birden bire ters yönde akmaya başlamış gibi oldu. Sahibi o kelimeyi bir değişik vurgulamıştı. Cjaggar’ın bir kere daha “öyle mi?” diye sorduğunu hatırlıyordu. Şadzigâr Beyi bin kadar askerle sur dibine gelip kendisini “böcek gibi ezeceğini” söyledikten hemen sonra, ağzından dökülmeye başlayan midesi ve bağırsaklarını panik içerisinde geri iteklemeye çalışırken omuzları birbirine yapışmadan hemen önce.O an kaçmayı düşündü, sonra kontrolsüz bir kahkaha ağzından patlarcasına fırladı. Çılgınlar gibi gülmeye başladı. Karnındaki kasılmalar nefesini kesti, gözlerini yaşarttı. Dizlerinin bağı çözüldü. Maire güldü… Güldü…Gözlerini eskaza araladığında kabul salonunun büyük damalı döşemesini yukarıdan gürüp Hap-Şutheş tahtında oturmakta olduğunu farkedene kadar güldü. Tanrısına lanetler yağdırarak geniş oturaktan fırladı. Bir taraftan ağzından akan salyaları siliyor, bir taraftan da üzerinden düşmüş olduğu yüksek kaideye zıplayarak bozulan yastıkları pohpohluyordu.- Öyle görünüyor ki, bugün rolleri değiştik soytarı. Seni eğlendirdim mi?Dizlerinin üzerine çöküp salya sümük ağlayarak acısız bir ölüm için yalvaracağı yerde cüce elleri arkasında kavuşmuş balkondan gökyüzüne bakmakta olan isimbilene teklemeden cevap verdi.- Tam olarak eğlendim sayılmaz Lordum. Daha çok “mutluyum” denebilir. Sizi tekrar şehrinize bakarken gördüğüm için……Belki siz biraz eğlenmek istersiniz? Belki size bir şarkı söylerim? Ya da pazarda öğrendiğim yeni bir fıkrayı anlatayım size ister misiniz? ya da…*- Bugün bana farklı bir şekilde hizmet etmeni istiyorum soytarı.- E.. Efendimiz nasıl emrederlerse…- O halde otur Maire!Efendisinin kendisini ismiyle çağırması şu birkaç dakika içinde olan herşeyden daha fazla tuhafına gitmişti. Bilinçsizce Cjaggar’ın işaret ettiği yere baktı. O tarafta tahttan başka bir şey yoktu. Bir de biraz önce orada olmadığından emin olduğu pirinç sinili sofra üzerinde hemen göze çarpan gümüş bir abrislav kupası, ve yanında tahta bir kapaklı poteen mugı.Tahta çıkmak yerine kaidesinin basamağına oturması seçimini emrine itaatsizlik olarak düşünmemesi için efendisine içinden yalvardı Maire. Paytak adımları sofranın önünde durdu. gümüş kupayı efendisine götürmek üzere kaldıracaktı ki Cjaggar’ın uzun parmaklarının üzerinden uzanıp kadehi kaldırdığını gördü. Kendisine ayrılmış tahta mugı aldı ve planladığı gibi basamağa oturdu.- İç Maire! korkma, seni şu anda olduğundan daha çirkin bir şekle sokacak cinsten bir iksir falan değil. Sadece sevdiğini bildiğim içki. Üstelik sen daha fazla istemeyene kadar da mugın boşalmayacak.- Efendimiz kendisine içki içerken eşlik etme şerefini bahşetmelerinin sebebini açıklayacaklar mı? Yoksa bu zavallı kullarından hiçbir zaman esirgemedikleri tevazunun saygısızlıkla karşılık göreceğinden mi şüpheleniyorlar?- Şımarmaya hakkın olamayacak çirkinlikte olduğunu bilecek kadar zekisin soytarı. Hayır. Bana asla saygısızlık etmeyeceğini biliyorum. Bu gece senden birşeyler öğrenmeye çalışacağım.Cjaggar Marie’nin düşüncelerinin çırpındığını hissetti. Acaba sahibi yeni gelen şu hizmetçinin üzerine çıktığını mı öğrenmişti? Yok yok! aman tanrısı! özel üretilen yarasalardan bir yavru çalıp odasında beslediğini öğrenmiş olsa gerek! Lanet olun Mimi! kesin o ispiyonlamıştır. Ama o yavru zayıf olduğu için elenen, Groak-Shir mağaralarına salınmak üzere ayrılanlardan bir tanesiydi; sahibinin işine zaten yaramayacaktı. Oh yo! hayır! pis elleriyle Yhuyva’yı beslediğini bilse şimdiye kadar çoktan gıdaklamaya başlamış olurdu.- Benim gibi bir zavallıda sahibin isteyeceği ne gibi bir bilgi olabilir?Diyebildi aceleyle. Daha fazla düşünüp kendisini ele vermesini önlemeye çalışarak.- Bilmek istediğim şey senin hakkında ama bilgin dahilinde olduğunu sanmıyorum. Belki de ben sorunca düşünmeye başlayacaksın. Bu yüzden düşüncelerini kurcalamadım. Uygun gördüğün şekilde aktar istiyorum.Kupanın içerisindeki abrislavdan büyük bir yudum alıp yanaklarında dolaştırdı Cjaggar.- Hani şu geçenlerde evlenen aşçı yamağı, hatırlıyor musun cüce?- Evet efendim. İsmi Phelmei idi. Seyis onu beşinci cariyesi olarak aldı. Tabii ki hatırlıyorum, sadece 2 hafta önceydi.- Kadınlardan hoşlanman çirkinliğinden ötürü duyduğun kıskançlıktan mı kaynaklanıyor Maire? yoksa asla aynada göremeyeceğin güzellikleri hayal etmek gururunu mu okşuyor?Maire efendisinin kendi cinsine duyduğu ilgiyi farketmesine hiç şaşırmadı. Kendisi kadar çirkin bir dişi cücenin güzel bir kadına aşık olabileceği ihtimalini değerlendirebilecek kadar açık birinin bunu anlaması için çok az dikkatli olması yeterdi. Hele sözkonusu Hap-Şutheş kadınları olduğunda, bir eşşeğin bile onlara hayranlık duymadan bakması ancak kör olmasıyla mümkün olabilirdi.- Hayır efendimiz. Phelmei farklıydı. Onu gerçekten sevdim. Ama inanın, soytarınız sıfatıyla ara sıra da olsa huzurunuza kabul etmeye değer gördüğünüz biri olarak asla sizi utandıracak bir şey yapmadım.Cjaggar bunu biliyordu. Kızı ilk gördüğü andan itibaren cüceyi takip etmişti. Tabii kızı da. Buluştukları her an yanlarında onları gören gözler, dinleyen kulaklar bulundurmuştu. Her şeyi biliyordu. Bu hilkat garibesinin o pürüzsüz güzelliğe karşı hissettiği aşkın karşılıksız olmadığını da.Bilmediği iri, kızıl buklelerin ardındaki erik yeşili gözler cüceye beş ayak yukarıdan bakarken o tombul dudaklarının nasıl şehvet ve istekle aralanabildiği idi. Bembeyaz teni bu sefil yaratığa temas ettiğinde tüylerinin nasıl rüzgarda salınan başaklar gibi göründüğünü, memelerinin garmentinin altından nasıl tomurcuklanıp bol kıvrımları gıdıkladığını bilmiyordu. Nasıl oluyordu da bu muhteşem yaratık bu pasaklı cücenin sası kokusunu, kendi kollarını, omuzlarını kokladığı zaman aldığı yosun kokusuna tercih edebiliyordu?!Bunları düşünerek ağır adımlarla önüne geldiği geniş kemerden artık biraz önceki kadar parlak görünmeyen yıldızlara baktı.- Beni utandırmadın soytarı. Sadece bana bunca yıl sadakatle hizmet edişini layıkıyla ödüllendirmeye çalışıyorum.Şimdi bana söyle bakalım. Benden bir şey isteyecek olsan bu ne olurdu?Bunları söyledikten sonra cücenin kalp atışlarının hızlandığını duydu.Belli belirsiz birkaç kelime fısıldadıktan sonra havayı kokladı. Zun-Albar yaklaşıyordu. Bu iki aptaldan öğrenecekleri çok işine yarayacaktı…