İlgili Makama,

İlk gördüğümde mağrur bir sevgili, nazı çekilir bir “Galata dilberi” gibi görünüyordun. Bir araya geldiğimiz masaya ağır bir soyluluk veriyordun. Çenenle alt dudağın arasında kalan yerde ağır bir ciddiyet duygusu bütün yüzüne yayılıp, yanaklarındaki ritmik gülümsemeler herhangi bir nedene gerek kalmaksızın bazen biliçli, bazen usta bir tiyatrocunun doğaçlaması gibi bütün planın aksamadan sürmesini sağlıyordu.

Aslında benim için hepiniz yabancıydı; alışılmadık bir parlaklığın ortasına düşmüş, divan şairlerinin meziyetli nazımlarının efkarıyla büyülenmiş gibiydim. En çok terk edemediğin taşların olduğu zaman ilgi duydum sana. Beni ilgilendiren şey de o andan itibaren nasıl “terkedilemez” olmaktı.

Hem senin yanında yer almak istiyor, hem seni yüceltiyordum. Gönlünde henüz işgal edilmemiş, tazeliğini yitirmemiş kuytular olduğunu seziyordum. Zaman zaman bütün modern zaman anlayışlarını terkederek seni uzaklar uzağına taşıyor; orada giydiriyor, orada soyuyor, orada bir kaliçeye benzetiyordum seni. Zamanla giyabında şiirler yazdığım bir kraliçenin gölgesi vardı sende. Belki de hayatımın bütün bakış açılarının toparlanabileceği ve herhangi bir çıkış aramayacağı tek odak, tek mahzen sendin. Gördüğümde bütün habis-selim huylu yetilerimi yitirip, arkanda öylesine dolaşan bir mecnuna dönebileceğimi düşündüm. “Men de mecnundan fûzun aşıklık istidâdı var/ Aşık-ı sadık menem, Mecnunun ancak adı var” diyen Fuzuli hislerimi çok önceden duymuştu sanki.

Sonra baktım ki aşk, bir intihar olmaktan öte yeni yaşam olanakları imar eden sihirli bir sözcüktü. Gülümsemelerin bana yardımcı oldu. öyle olup da yılların dostu gibi kucağıma bıraktığın kanatlarını bilinçsizce aldım, bilinçsizce kaybolup gittim sarhoş bakışlarımla gözlerine. Senin kendinde farkedemediğin, bir büyüğe çeviremediğin, bir seyelana dönüştüremediğin saklı bir dünyan vardı. Zaman zaman bir kayıp şehri oynuyor, zaman zaman bütün modernitenin beşiği gibi hareket ediyordun. Biçimi ne olursa olsun, sevgini açığa vurulması, seslendirilmesi takdir edilen işlerdendir diyen ustalarıma vefasızlık edip, sana hiçbir şey fısıldayamamın bozgununu yaşadım. Söylenmeyen, açık edilmeyen “sevme”nin doğurduğu ağır yıkıntıları, psikolojik sapmaları yaşıyorum şimdi.

“üzüntüden doğan aşk, çıkarılmak istendikçe daha derine batan dikenlere benzer” der Andre Maurois. Şimdi dikenler derinlere ilerliyor sevgili nüveylâ !…

08.07.2002, Ankara