sabah danışmanlık için, eskiden çalıştığım firmaya doğru yola çıktım bir sarı “302” servisle. cebimde, kahvaltıyı karşılayacak kadar param vardı. ve bankada da param yok şu sıra. insanın çok alacağı ve çok vereceği olup hiç parasının olmaması duygusu, uzun süreli olarak yaşandığında nasıl alışılabilir bir hale dönüşüyor; anlamıyorum.
şirketin suyu kesik. faturayı yatırmayı ihmal etmiş ortağım yine. hoş, yatıracak parası da yok ama. sanırım bu ortaklıkta ben kullanılan tarafım şu an itibariyle. ben haftada 5 gün danışmanlık için 2 farklı şirkete giderken ortağımı 10 günde bir görüyorum. yaptığı şey ise, haftada bir kez aynı müşteriyi telefonla arayıp hal hatır sormak vasıtasıyla proje almaya ikna etmeye çalışmak. bu yöntemin işe yaramadığını, daha önceden çok daha iyimser görüşmelerin hüsranla sonuçlanmasından da olsa gerek bekler oldum ben. artık ondan hiç bir beklentim yok, sadece sık sık gelip rahatsız etmemesi yetiyor. limited şirketlerin kötü yanı, tek ortakla kurulamaması. bu yüzden, bir miktar borç kapattıktan sonra ablamı şirkete ortak edip bundan kurtulmak istiyorum. peki.para ve şirket konularını açınca kendimden değil de bir başkasından bahsediyormuş gibi hissediyorum. çünkü ikisi de hayatta önem vermediğim türden ayrıntılar grubuna giriyor. şirket kurulması fikrine evet deme sebebimin de, birinin bana emretmesinden hoşlanmamaktan başka bir şey olmaması ilk savımı destekliyor. hayatta kalacak ve kimseye muhtac (“c”ile yazınca daha samimi geliyor sanki kulağa??) olmamak yeterli. gerisi lükse girer ve biz türkiye yaşayanları olarak severiz lüksü genelde. istisna olmaksa yoruyor insanı.hiç çalışmak istemedim sanki bugün. sevdiğim insanın iki masa ileride oturması ve bunun herkes tarafından bilinmesine rağmen gözgöze gelişlerimizin bile sorgulanması da yine iş hayatının garipliklerinden biri. kapitalist dünyanın en de göbeğinde yer alan bu işyerinde duygulara yer olmasına yer var; ama bunların belli edilmesine pek de tahammül yok açıkçası. yemeğe beraber gitmek bile bir “lüks” (ve bu lüksü seviyorum ben, evet).danışmanlığın güzel yanı şu ki; eskiden maaşlı bir çalışan olarak yaptığım işi şimdi benim yerime çalışan insanlara aktarıyorum ve eskisi kadar derin konularla ilgilenmem gerekmiyor. bir sistemi ayağa kaldırdığınızda işiniz bir nebze kolaylaşıyor; şimdi tek yapmanız gereken onu ayakta ve gelişmeye açık bir halde tutmak. sanıldığından zor olsa da herşeyin sorumluluğunu uzun süre sırtladıktan sonra bir miktar sorumluluğu üzerinden atmak insana uçuyormuş hissi veriyor. bu da sistemin ilüzyonlarından biri zaten: insanların 5 özgürlüğünü ellerinden alıp bir süre sonra 2’sini geri verince içini basan o mutluluk duygusunu kârı maksimize etmek için kullanmak. peki.sisteme laf ederken, dışarıdan “ezilen halkların kardeşliği” tarzı söylemler yapan gruplarla karıştırılıyor olma ihtimalimi sevmiyorum. ben ideolojilerden nefret ediyorum; çünkü bu ülkede hemen herşeyde olduğu gibi düşünmek de istismara sonuna kadar açık.ahkâm kesmek istemedim hiç bir zaman. duygularımı anlattıkça bu ufak alana (alanda??), içimde gün be gün sivrilen hiddetin ve fevriliği bir nebze köreltmek daha bir mümkün oluyor gibi hissediyorum. hayatta hiç bir öfke belirtisi göstermemiş olan ben, kentin kurallarıyla kentte oynamaya çalıştıkça sinirleniyorum ve sinirim (genlerimden dolayı) beni bile korkutmaya başlıyor zaman içinde. genler mevzûunu zaman içinde anlatırım.yapılacak işleri planlamamaktan doğan bir stresim de var esasen. hatta çoğunluk stresimin nedeni bu galiba. hepsini hemen yapmak zorundaymışım gibi hissediyor olagelmekten doğan beyaz saçlarım var benim. ve serde ümit! tey tey.. rimirimiley.iki kişilik bir şirket düşünün, bir işveren ve bir çalışan. para kazanmanın zorluğu o kadar değişken ve bu şirkette kazanmak o kadar zor ki! işveren’e iş yapıyorum. işveren’in çalışanının annesinin kanser olduğu ortaya çıkıyor birden. yakınlıklarından mütevellit, çok da fazla olmayan şirket kazancı hastane masraflarına yöneliyor ve benim bu ayki ödemem gecikiyor ve miktarı düşüyor. bense kadere meydan okuyamıyorum doğal olarak ve -teknik ayrıntılar yüzünden- ödemem pazartesine kalıyor. ödemeleri birbirine bağlayarak geçinen bende bu durum parasızlık olarak etkisini gösteriyor ama ben çok daha kötü durumlar atlattığımdan tek yaptığım o anneye şifa dilemek umutsuzca.dün taksimde ingiliz “tip”ler vardı üstsüz gezen, metro’da tezahürat yapan. “akıllı adamın başka bir ülkedeki maçta ne işi olur ki zaten?” dedim kendi kendime. kendime cevap vermedim sonra. sustum yine.bu site güzel bir şeyler hissettiriyor ama ne olduğunun adını henüz koyamıyorum. sakinlik olabilir. bu kentte en çok özlediğim şeye benziyor: “bir kavak altında bir kaç saat insan kaynaklı bir ses duymadan rüzgarı dinlemek”. komik ama evet, çok şey istiyorum. ama çoğu istemezsem azı bile alamayacağımı öğrendim.evde sular yok. yarın spor salonuna gidip duş almalı. yarın gidip spor yapmalı. yarın diğer 4 işi kovalamalı. yarın sevilenle buluşulmalı. yarın güzel bir gün olmalı. yarın uzun olmalı ki güzel bir gün olsun. yarın bugün olduğunda dün mazi olup unutulmalı ki hatıralar ayağıma takılmasın.yürünmeli; nereye olduğu çok da önemli değil artık…