çok yaşa!gazetelerde okuyorum hep; bilimadamları hapşırık ile orgazm arasında çok ince bir çizgi olduğundan dem vuruyorlar. ikisinden de alınan zevkin birbirine yaklaşık bir seviyede olduğunu söylüyorlar. bana sorulursa eğer, en büyük ortak noktaları, eyleme geçmeden bir kaç saniye evvel farkedilebilmeleri.galiba gazetelerde hapşırıkla ilgili çok haber çıkıyor. bir kadın mesela hapşırığımı tutayım derken felç oluvermiş. buradan, hapşırığın tutulmaması gereken bir şey olduğu ortaya çıkıyor. ancak elbet haklı bir gerekçesi vardır kadının. topluluk arasındaydi belki. yargısız infaz hiç yakışmamış doğrusu.hapşırığın gerçekleşmesi ile gerçekleşeceğinin anlaşılması zaman dilimi içerisinde, muhtemelen en merak edilen şey, salya sümük dağılımının şiddetidir. bazen çok savuracakmışsın gibi olur, ucuz atlatırsın. bazen çok masum bir hapşırık olduğunu zannedersin, yeşil sahalarda görmeye alışkın olduğumuz sahnelerle sonuçlanır. bilemezsin. tam bir muamma.kimi zamansa sizi kandırır. bu işlemi ucuz atlattınız sanarsınız ama size pahalıya mal olabilir. fırlayan sümük, ilk bakışta farkedilmeyecek bir bölgeye intikal etmiş olabilir. örneğin, halının desenleri arasında kamufle olmuş olabilir. gerçi, siz göremediğiniz için diğer insanların da bunu göremeyeceği düz mantığıyla bu gerçekten kaçmakta hiçbir sakınca yoktur. yine de işi şansa bırakmayıp, dikkatli gözlerin şerrinden korkulmalıdır.hapşırmadan önce sümük çıkmayacak tahmininde bulunanların çoğunluğu, gün içindeki diğer hapşırmalarından kazanmış oldukları tecrübe neticesinde böyle bir sonuca varıyorlar. bu gibi durumlarda eğer şansınız yaver giderse, son anda olayların planladığınız gibi işlemediğini kavrayıp elinizi ağzınıza yetiştirebilirsiniz. böylece çıkan sümük avuç içindeki yerini alır. kısa sürede selpak temin edilmemesi, ilerde devasa boyutlarda sorun yaşayacağınız anlamını taşır. yapılacak en iyi şey, kuytu bir kenara avuç içini sürmektir. güzelce sümüğü kenara yapıştırdıktan sonra ayanın nemini üzerinize silebilirsiniz.hapşırık ancak ve ancak evdeyken ve evde kimse yokken zevkli olur. her ne kadar arka arkaya nefes kesecek kadar sürekli olması sinir bozucu olsa da, nasılsa sizi izleyip “yuh be birader” diye iç geçiren kimse yoktur etrafta.hapşırdıktan sonra ‘çok yaşa’ denir bir de. bunun tarihçesini araştırmak istemişimdir zaman zaman. çok yaşamanın hapşırık ile ilişiği ne olabilir acaba? onu bunu bilemem de, çok yaşa dedikten sonra hapşıran kişiden bir cevap alamamak sinir bozucu. hele çevrede çok yaşa demeyen başka insanlar varsa şayet, “enayiye bak hele lafı nasıl da havada kaldı” diye düşünüp sinsice sırıtıyorlarmış gibi gelir bana.hapşırık giderilebildiği gibi getirilebilir de aynı zamanda. bunu evde denedim ben. burnu çok sıkıca ovarak sağ ve sola çevirmek suretiyle hapşırmaya elverişli bir ortam hazırlamak mümkün. götürülmesi ise nefes almamaya dayanıyor. çünkü burnun içindeki çok duyarlı sinirlerin kımıldamaması gerekli bu durumda. hapşırığın gözden yaş getirmesi ise biyolojik bir olay. açıkçası bunu salladım ama vucüt ile alakadar her şey biyolojik değil midir ne de olsa.hapşırığı bir bütün olarak düşünürsek, en komik özelliğinin hapşırmak ile hapşırmamak arasında kalan bir kişinin düştüğü o çaresiz vaziyet olduğunu görürüz. ruhsal duruma göre sözkonusu kişi bu çaresizliği mizahi veya trajedik yönden algılayabilir. daha önceden bahsini ettiğim hapşırığın getirilmesine ve giderilmesine dair geliştirilmiş metodlar, işte tam da bu esnada uygulamaya konulabilir.her yiğidin yoğurdunu yiyişinin nasıl ki farklı olduğunu hepimiz biliyoruz, aynı şekilde her insanın farklı tonlarda ve farklı sesler eşliğinde hapşırdığını da göz ardı edemeyiz. kimisi gayet kibarca hapşırabildiği gibi, kimisi komşularını dahi irkitebilir. buna benzer olarak, hapşırığın sayısal değeri de genetik ayrımla bağdaşır. bazısı bir kere de bütün enerjiyi boşaltabilir, bazısı aralıksız iki veya üç kere hapşırabilir.hapşırmayla birlikte çıkardığımızın sesin son bir saniyesinde kontrolü ele geçirebildiğimiz de bir gerçektir. her insan kendi mizacınca hapşırma haykırışına son noktayı koyar. bu, insanın hayat görüşlerine göre değişiklik arz etmektedir pek tabi.sadece biz insanlar hapşırmıyoruz. kediler, köpekler, bütün hayvanlar hapşırıyor. ha, ben böyle dedim de hiç, bir timsahın hapşırdığını gördüm mü sanki? hayır. allah da göstermesin zaten. ama bir kuş hapşırıyorsa bir timsah da pek ala hapşırabilir zannımca. hepsi bir yana, şundan eminim ki bitkiler hapşırmıyor. hatta hapşırık ile bitki isimleri ardarda gelince komik bile oluyor. ‘hapşıran papatya’ mesela. kimbilir, belki beyinleri olmadığı için hapşıramıyor bitkiler. işin kötü tarafı, bu yüzden olmayabilir de. kısacası hapşırmadıklarından emin olsam da neden hapşırmadıkları hususunda pek fikir sahibi sayılmam. zaten her şeyi bilmek gerekmiyor.sen de gör!