karanlıkta ve yalnızken insan çok farklı duyguları ziyaret ediyor.illa ikisi de olmak zorunda değil gerçi. karanlıkta ve yalnız değilken veya karanlıkta değilken ama yanlızken de bu olabiliyor. yine de ikisi birden olunca daha anlamlı oluyor. ne bileyim mesela aileyle birlikteyken insan güncelliğe kayıyor. çok duygusal olamıyor. bir dizi başlıyor örneğin, sıyrılıveriyor insan melankoliden. ha bu arada uzaktan kumanda diye bir şey yoktu eskiden. düşünsenize, insanlar kanalı değiştirmek için yerinden kalkıyordu. bir şeyi izleyebilmek için emek harcıyorlardı. o vakit izledikleri şey daha bir anlamlı oluyordu bence. ama bir de günümüze bakın, kumandaya uzanmak için bazen gömüldüğüm koltuktan doğrulmam gerekiyor, onu da yapamıyorum üşengeçlikten, mahkum oluyorum halihazırda açık olan kanala. üçlü koltukta uzanırken mesela, kumanda eğer ayaklarımın olduğu taraftaysa, önce biraz debeleniyorum ayaklarımla kumandayı ellerime ulaştırabilmek için. belki daha çok enerji harcıyorum ama bu daha kolay geliyor bana. baktım olmadı, kendimi kandırıyorum bu sefer de. aslında o kadar da kötü bir kanal olmadığını düşünüyorum açık olanın, mutlaka güzel bir program başlar şimdi diye ümit ediyorum. kumanda beni kumanda ediyor aslında da haberim yok. tıpkı komando kumandanı gibi. otobüs şoförü gibi.otobüs dedim de,otobüste uyuma diye bir şey var. sadece otobüs ile sınırlandırılmış bir uyuma özgürlüğü değil esasında ama otobüs ile bütünleşmiş bu. inilecek durağı kaçırma korkusuyla insan periyodik olarak uyanıyor. son günlerde kaptırdım kendimi buna. ama yolculuk daha çabuk bitiyor. hem belki beni uyurken görenler hakkımda, günlerimi dolu dolu yaşadığımı ve anca otobüslerde uyumaya vakit ayırabildiğimi falan düşünebilirler. gurur gıdıklayıcı. nasıl ki otobüslerde uyuma diye bir şey varsa, minibüslerde de ‘müsait bir yerde’ inme diye bir şey var. minibüs çok özgür bir taşıma aracı. kafana göre istediğin bir yerde inebilirsin. otobüsler öyle değil. tam da iki durak arasındaki bir yere gideceksen mesela otobüsle, aptal gibi oluyor indiğin yer. hayır yani önceki durakta insen bir türlü, sonrakinde insen diğer türlü. ama minibüsler öyle mi? canım benim. minibüs şoförlerine çok saygım var benim. işte bu yüzden her ‘müsait bir yerde’ deyişim öncesinde; ilk olarak şöyle bir trafiğin sıkışıklığını gözden geçiriyorum, müsait bir yerlerin tespitini yapıyorum, sonra da yol boyunca şoförün sürüş tarzından edindiğim bilgilere dayanarak en doğru olduğunu düşündüğüm bir anda artık yollarımızın ayrılıyor olduğunu umarsızca haykırıyorum. bu tam bir halk arası diyalogsal teknoloji.teknoloji dedim de,teknoloji öyle sandığımız kadar ileri düzeyde değil hala. özellikle ev içerisinde çok ilkeliz. mesela yorgun argın eve geldiğim zamanlar çok sinirli olurum. bir de bunun üzerine üst baş değişimi esnasında; kafamdan kazağın bir türlü çıkmaması, pantolonun bacaklarıma yapışması veya ayaklarımdan kolayca sıyrılamaması gibi yıpratıcı hareketler ekleniyor ve ben iyice çileden çıkıyorum. çok gereksiz yönlerde çok geliştiğimiz halde bazı en gerekli yönlerde çok gerideyiz. mutasyona benziyor bu. kollarımız fazla gelişiyor mesela ama ayaklarımız hala parmak kadar. böyle bir canlı türü ne derece estetik olur? bilim adamları bunu göz önünde bulundurmuyor mu bilimsel çalışma yaparken, anlamıyorum. yemek yemek de bir diğer örnek. çatalı batır, ağzına götür, çiğne, yut, hazmet ve bilimum uğraşlar. yemek yapmaktan bahsetmiyorum bile. uygar değiliz, kabul edelim. şimdilik sadece kamera veya fotoğraf makinesi gibi elektronik eşyalardan tatminim. gerçi onlarda da, çıkan ben hiç de gerçek ben’e benzemiyor. özellikle de ses kayıtlarında. kamera benim sesim olduğunu iddia ediyor ama alakası yok. bunu da normalde konuşurken hem içten hem de dıştan duyduğumuz gerekçesine bağlıyorlar. kamerada izlerken sadece dıştan gelen sesi duyuyoruz çünkü. ve dolayısıyla bizim olduğunu zannettiğimiz ses ile bağdaşmıyor. belki de gerçek olan odur, bilemiyorum. benim derdim zaten kostüm değiştirmek ve karın doyurmakla ilgili daha çok. biz de sütten çıkma ak kaşık değiliz hem. burnumuz yamuksa eğer, fotoğraf makinesi de çirkin çıkarır bunu.çirkin dedim de,bazı aynaları çok seviyorum. çok güzel gösteriyorlar. en çok da berber aynaları. bu saç kesme olayı da ilkelliğimizin en büyük kanıtlarından biri ayrıca. boynuna bant takıyorlar. iğneliyorlar. her seferinde korkuyorum ben bu durumdan. ya iğne atar damarıma saplanır da berber koltuğunda can verirsem diye üç buçuk atıyorum. sonra başlıyor saç kesme işlemi. genelde berber keseceği tarafın zıttına doğru kafanızı çeviriyor. bazıları çok kaba yapıyor bunu. sinirleniyorsunuz. hassasiyet gerektiren yerlerde kıpırdamamak gerekli ya, inadına kıpırdayasınız geliyor. bazen de yüzünüzün bir yerine kıl düşüyor, çok fena kaşındırıyor, salak berber durumu anlamıyor, ahbabınız değilse söylemeye de çekiniyorsunuz ama dayanılacak gibi de değil. boş bir anı yakalayıp gövdenize serilen örtünün altından eli çıkarıp kılı alıyor ve doyasıya o kaşınan bölgeyi kaşıyorsunuz. tabi her deneme başarılı olacak diye bir kaide yok. o boş an tamamiyle bir boş an olmayabiliyor, berberin ara verdiğini zannediyorsunuz, oysa hiç beklemediğiniz bir anda berber olağanca süratle kaldığı yerden işine devam ediyor. eliniz çıktığıyla kalıyor. berber aynalarının güzel gösterdiğini söylemiştim. kesinlikle öyle. belki de uzun süre kendinizi ahmak ahmak izlediğiniz için çirkinliğe gözünüz alışıyor da olabilir. ama kendinizi izlemekten başka bir şey de yapmaya olanak yok. berberi izliyorsun bazen bir müddet, o anda berber de aynaya bakıyor ve göz göze gelince hemen televizyonun aynadan yansıyan görüntüsüne bakıyormuş gibi yapıyorsunuz.televizyon dedim de,televizyon çok iddialı bir zaman geçirgeci. bunun yanısıra, bazı duygu yoğunluklarından hemencecik sıyrılıvermenize de yardımcı oluyor. beni ağlatabilen tek şarkı olan ‘yağmurun elleri’ mesela, erotik filme denk geldiğimde bir çırpıda yok olabiliyor. anahaber bülteninde izlediğim, polisi uğraştıran sarhoş şoförün sokak tiyatrosu, düş sokağı sakinleri’nin bir çok şarkısının koyuluğunu aniden seyrekleştirebiliyor. o sebeple insan ancak karanlıkta ve yalnızken bazı duyguları ziyaret ediyor. illa ikisi de olmak zorunda değil gerçi. karanlıkta ve yalnız değilken veya karanlıkta değilken ama yanlızken de bu olabiliyor. yine de ikisi birden olunca daha anlamlı oluyor. sonra da işte kumanda, otobüste uyuma, müsait bir yerde inme, ilkellik, uygarlık, berber aynaları, televizyon, yağmurun elleri ve düş sokağı sakinleri falan.