şimdi dobra dobra söyleyeyim, yarın dershane var.saat sabahın üç ve buçuğu. ikilemde kaldım. ya şimdi yatıp sabah dokuzda büyük zahmetlerle uyanıcam. ya da hiç uyumıycam o vakte kadar, uykum gelecek biliyorum, ama dayanıcam ve böylece sabah erken kalkmak zorunda kalmıycam. galiba psikologlar bu gibi ikilem kararsızlıklarında her iki şıkkın da olumlu ve olumsuz yönlerini bir yere yazıp hastalarından mukayese etmelerini isitiyorlar.birincisinden açıkcası korkuyorum. çünkü beş saatlik uykunun ardından hem de pazar sabahı erkenden kalkmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. hayattaki en zayıf noktam bu. gerçi param pek yok, ama olsa hepsini verebilirim sabahları sıcacık yatağımdan çıkmamak için. hatta evi hipotek ettirip senet bile imzalarım. yaparım. bu özelliğim kötülerin eline geçerse çok başım ağrır. tamam, belki bir anlık acı, en azından yüzümü yıkayana kadar ama yok, yine de korkuyorum. ne yalan diyeyim.ikincisi ise başlı başına bir kaos. beş saat ayık kalmayı başarabilmek uzun vadeli bir sancı. deprem gibi değil yani, daha az yıkıcı. hani coğrafya derslerinde olur ya, yeryüzünün şeklini yavaş yavaş, ancak uzun yıllar sonra gözle görülür bir fark yaratacak şekilde değiştiren etmenler gibi. birim zamana düşen vahamet olarak adlandırabilirim bunu. hatta buna ‘bir oky’ ismini takabilirim. bana kalmış.”ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki?” diye soruyor şairin bir tanesi. şairle aynı fikirdeyim. bu, benzer şiirler yazabileceğim anlamına gelmese de beni biraz olsun rahatlatıyor. dershaneye gitmeyebilirim. uyku bastırınca uyuyabilirim. pipimin kontrolüne bırakıyorum kararlarımı.zaten küçükken hep otomatik pilot olmak isterdim.akşam taksim meydanı’ında otobüs bekliyordum. “ne duruyosun burda kardeşim, otobüs mü bekliyorsun?” şeklindeki sorulara kolaylıkla cevap verebilecektim yani. ne var ki, cebimde bir milyon lira para vardı ve ben içten içe akbilimde para olmayabileceğinden işkilleniyordum. gidip beş yüz bin liraya bir öğrenci bileti aldım. artık bir öğrenci biletim ve beş yüz bin liram vardı. bu, her halükarda eve dönmeyi garanti altına almış olmam demekti. ne iyi edip de simit almamıştım. açtım lakin açıkta değildim sonuçta.bir herif geldi yanıma. saati sordu. kolumda saat olmadığı ve cep telefonum da çok zorda olduğu için “bilmiyorum” dedim. o da kaderine razı olmak zorunda kaldı. simit yiyordu. bana “ister misin” dedi. istemez miydim! “istemem” dedim. çok mu aksi davranmıştım acaba adama? yardımsevmezliliğimden utandım sanki. bir an cep telefonumu çıkarıp adama saati göstermek istedim. evet, başta bilmiyorum demeseydim kesinlikle öyle yapardım ama iş işten geçmişti bir kere. biraz evvel saate bakmıştım, sekiz kırkbeş’ti. en azından tahmini bir rakam diyip gönlünü alayım düşüncesiyle “dokuz gibi olması gerek” dedim yarım ağız. bana adımı sordu. söyledim. kabalığı sürdürmemek için ben de sordum. söyledi. “babamla isimdaşsınız” dedim. “benim de senin adında bir yeğenim var” dedi. sonra zamanın artık çok kötü olduğundan bahsetti. gürültüden söylediklerinin yüzde doksanını işitmesem de, kafamı sallayarak onay verdim dediğine. nereye gideceğimi sordu. söyledim. nereye gideceğini sordum. söyledi. zorlama muhabbet sıkmıştı biraz beni. gideceği yere kalkan otobüslerin daha ötede olduğunu belirttim. arkadaşını bekliyormuş meğer. bir müddet daha bana sorular sordu ve ben de sorduğu soruların aynılarını, cevapladıktan sonra kendisine yönelttim. açıkcası adam beni biraz endişelendirmişti. sonra otobüsüm nihayet geldi. “gidiyorum” dedim. resmen üzüldü. telefon numaramı istedi. bir numara sallasam diye geçirdim aklımdan. baktım, o da telefonunu çıkarıyor. işte bu kilit noktası oldu. adamın telefonu varsa eğer, muhtemelen saati de rahatlıkla öğrenebilecek durumda olmalıydı. ayrıca, ben numaramı söyledikten sonra çağrı atıp confirme isteyeceğe benziyordu. mecbur, gerçek numaramı verdim. aslında bir yumruk atıp uzaklaşadabilirdim. her neyse. beklediğim gibi oldu, bana çağrı attı. o esnada otobüs hınca hınç dolmak ile meşguldü. daha fazla uzatmadan hemen otobüse bindim. ayakta kaldım şüphesiz.otobüsteyken, ‘ihtiras’ kelimesinin sözlük anlamını bilmediğimi ancak doğru bir şekilde cümle içinde kullanabilen bir kişilik olduğumu düşündüm.hala uykum gelmedi. bu yüzden şu konuyu açmamda bir engel yok: hani bazen insanlar hararetli biçimde bir şeyler anlatırken el kol hareketlerini çok kullanıyorlar ya, işte öyle durumlarda eller bir an için tokalaşma pozisyonuna giriyor ve ben istemdışı elimi uzatıyorum. afallıyorum tabi. çaktırmadan başka bir şey için elimi uzattığım izlenimi yaratmaya çalışsam da, olmuyor hiç.parasız kaldığımız günlerin birinde kız arkadaşımla bir yere gitmiştik. “iki kakao” dedik ne içmek istediğimizi soran kişiye. kakaolar bitene kadar acaba bir kakaonun kaç para olabileceği üzerine sohbet ettik. sonra hesap geldi. evet, biraz pahalıydı. üstelik kakaolar lezzetli değildi. ‘tercih hatası’ yapmıştık pek çok kereler daha yapmış olduğumuz gibi.bazen rüyamda pastane görüyorum. böyle çeşit çeşit pasta çörek arasındayım. ama henüz hiçbirinden yiyemedim. tam niyetlendiğimde hep bir şeyler oluyor ve ben uyanıyorum. yine öyle olduğu bir gün annemin “hadi yemeğe!” sesine irkildim. azimle rüyama geri dönmeye çabalasam da başarılı olamadım. önümüzdeki günlerin birinde gerçek bir pastaneye gidip bu kabuslardan kurtulmam lazım. inada bindi iş.uykum yok ama çok göreceli bir şey var. mesela canım çok fena kola istiyor ama yanımda para olmuyor. o kadar fena istiyorum ki, beş milyonum olsa vericem bir kutu kolaya yani. buna karşın para sıkıntım olmadığı başka bir zamanda el alışkanlığından kola alıyorum yedi yüz elli bin liraya. bir yudumda kaçıyor hevesim. bu iki hadiseyi kıyaslarsak son dönemde herkesin diline sakız olan ‘görece’ kelimesinin ne anlama geldiğini, son dönemde herkesin diline sakız olan şekilde ‘kanıksarız’.her ders çalışmadığım gün, üniversite hedeflerim küçülüyor.bende gerçekten tuhaf bir duygu var. sıçtığım vakitler, henüz bok delikten tam anlamıyla çıkmamışken aklıma, normal bir zamanda garip gelmeyen başımdan geçmiş bir olay geliyor ve ben nedense çok kötü utanç duyuyorum. örneğin aklıma yapmış olduğum bir espri geliyor. bana yapmış olduğum zaman çok komik gelen bu espri, o sıçış anında acayip abes kaçıyor. “aman allah’ım ben niye öyle bir şey yapma gereği duydum?” diye yakarıyorum adeta. tuvalet ‘trip’lerim ansiklopedilere sığmaz.son zamanlarda ‘deja vu’ benim için bir hayat tarzı oldu. eskiden gelip geçici olurdu bu ama artık resmen yaşıyorum. uzun sürüyor. bunu bir oyun gibi düşünüyorum. “bak şimdi bunu diyecek, aha işte şimdi bu olacak” gibi düşüncelerle kendimi eğlendiriyorum. mamafih, çıkıyor da dediklerim.amaan sabahlar olmasın! iyi hayatlar.