Özellikle, alınıp verilen kararların ertesinde ve arefesinde kafalardan çoğu zaman aynı keşkeler, acabalar geçer . Bu kelimeler aslında geçmişi değiştirebilmek, gelecekte neler olacağını bilebilmek arzusunun, zayif bir ışıkla aydınlatılmış üst başlıklarıdır ve onlara daha güçlü bir ışık tutulduğunda , insanların her zaman kafalarını karıştırmış bir deyiş ve onun cok uzun alt başlıkları, başlıkların açıklamaları, formüller, deneyler, deneyimler, yorumlar vs vs beliriverir… Zamanda yolculuk…

Şimdiye kadar bütün çatlak bilim adamlarının girişimleri, başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da, yılmak nedir asla bilmeyen insanoğlu, bu konudaki çalışmalarına hala devam etmektedir. Fılmlerde gördüğümüz bütün o şatafatlı , kimi zaman olağan üstü hızlarla dönen, kimi zaman ışıklar saçan makinelere, aynaların içinde saklı geçitlere, prototip arabalara, hatta kimi zaman sadece yüksek bir yerden atlama atraksiyonuyla vuku bulan zamanda yolculuk öykülerine rağmen , geçmişi ziyaret, sadece meleklerin düş yaşamına ait bir macera olarak kalmaya mahküm sanırım… Ancak geleceği ziyaret, daha doğrusu geçmişe dönüşü olmayan tek yönlü bir gelecek yolculuğunun biletini almak bir gün mümkün olabilecek gibi görünüyor.

Bu noktada, tatlı zamanda yolculuk öykülerini bir parça Rölativite gerçeğine daldırıp, dudaklarımıza çalan Einstein karşımıza çıkıyor. Gözlerimiz kamaşıp ağzımızın suyu akmaya başladığında, neşeyle dilini çıkarıp, “ önce ışık hızını aşınız sıkıyorsa” diyor.

Rölativite kanunu , genelde yaygın ve kulaktan dolma bir anlayışla basit görecelik olarak tanımlanır. En basit olarak da “ güzel bir filmi izlerken zaman çabuk geçer, aynı uzunluktaki kötü bir filmi izlerken zaman çok yavaş geçer” veya benzeri şekillerde açıklaması yapılsa da, hatta soruyu soran aldığı cevaptan mutlu olsa da, bu, tam olarak doğru cevabı aldığı anlamına gelmiyor ne yazık ki. Nitekim, aynı meridyen düzleminde, aynı anda,biri iyi, diğeri kötü filmi izleyen iki şahsiyetin biri her ne kadar sıkılmış da olsa, ikisinin de kollarındaki saat, film bittiğinde aynı zamanı gösterecektir.

Bu basit ve sevimli örnekler her ne kadar bilgilendirilen kişileri tatmin etse de, rölativite kanununun, gerçek açıklaması yapıldığında dinleyen kolay kolay tatmin olmaz ve genelde hep dilinin ucunda bir soru varmış da çıkaramıyormuş psikolojisine bürünür. Bu yüzden daha dilimin ucunda hala sorular varken, fizik formüllerine girmeden zamanda yolculuğun öyküsüne dönmekte yarar var.

Rölativitenin, küçük bir engeli, ışık hızını (186.000 mps = 300.000 km/sn), aştığımız takdirde bize vaadettiği geleceğin, sevimli ama, o sıkıcı formülleri bilmeyenler için biraz da kafa karıştıran kısa örneği şudur :

2003 yılında ışık hızıyla yolculuğa çıkan bir uzay gemisiyle 2000 ışık yılı uzaklığa gidip dünyaya geri döndüğünüzde, uzay gemisindeki sizin takviminiz 2008`i gösteriyorken, dünya takvimi 6107`yi gösteriyor olacaktır ! Tabi gideceğiniz uzaklığı ayarlayarak, istediğiniz tarihte geri dönmek de mümkün.Bu durumda rölativite kanununundaki görecelik, uzay-zaman kavramıyla ilintili diyebiliyoruz. Yani, en az biri değişik hızlarla hareket eden en az 2 cisime göre zamanın hiç de psikolojiyle ilgili olmayan farkı. Diyorlar ki, ışık hızına ulaşmamız da şimdilik imkansız, çünkü sihirli formül E=mc2`e göre, hareket eden cisimlerin kütleleri, hızları arttıkça artar yanı onu itmesi gereken güç, harcanması gereken enerji de artar. Ve henüz bu hıza ulasabilecek cismi itecek güçte yakıt da motor da bilinmemekte. “Bu teorinin doğruluğu nasıl ispatlamış hiç bir zaman ışık hızına ulaşamıyorsak ?” diyenler için bir deney yapmışlar. 1971 yılında, çok küçük zaman aralıklarını, muazzam doğrulukta gösteren atom saatlerinden birini saatte 966 km hızla giden bir jet uçağına, diğerini de kalkış ve aynı zamanda iniş noktasına yerleştirmişler. Uçak indiğinde, uçaktaki saatin yerdekinden saniyenin milyarda biri civarında geri olduğu gözlemlenmiş…” Neden bu kadar az fark var ?” diyecek olanlara herhalde, “evet saatte 966 km iyi bir hız, tabi ışık hızıyla kıyaslamaz iseniz” diyorlardı…

Benim asıl niyetim, sinema tarihinde bilim kurguya ayrılmış bölümde, zamanda yolculuğun hiç de az bir yer kaplamadığına değinmekti esasında ve tabii bu konunun sandığımdan geniş çıkmasıyla,kendi ellerimle seçtiğim tez konumun başıma nasıl bir tatlı bela olduğunu anlatmak…O da artık baska sefere…