Zeus’tan ateşi çalarak onu insanlara hediye edip, kardeşi Epimetheus’un hatasını telafi eden Prometheus‘u tanımayanınız yoktur sanırım. Aynı şekilde İsa’yı da hepimiz çok yakından tanıyoruz. Peki ikisini bu başlıkta bir araya getiren şey nedir?Kutsal öykülerin bu en meşhur ve “hümanist” iki karakterinin, bir başlıkta yan yana gelmekten fazlasını hakeden bir çok ortak yönü vardır. Bunlardan bazıları aleniyken, bir kısmı da keskin gözler için örtülerin ardına gizlenmişlerdir. Bu ortak noktalara değinmeden önce, tanrı inancının kökenine doğru küçük bir yolculuğa çıkalım istiyorum. Burada temel yordamım da, tanrı fikrine duyulan ihtiyacı açımlamak olacak.Bu konuya doğru bir yaklaşım getirebilmek için dil-dışı deneyim alanımıza girmemiz gerekiyor. Tabi öncelikle dil-dışı deneyim dediğim şeyi biraz çerçevelemeye çalışayım.Her ne kadar yaşamı doğumla başlıyor varsaysak da, doğumdan önceki süreçte, rahimde gösterdiğimiz gelişimin son aşamalarında belirli türden bir bilinç düzeyindeyizdir. Bu bilinç düzeyimiz, doğum, fırlatılmayla birlikte bir kesintiye uğrar. Sırasıyla, “ben” ve “öteki” kavramları girer yaşantımıza. Sonra da kavramın yarattığı dolayım ve genelleme uzayına dahil oluruz. İşte bu ana kadarki yaşantılarımızı dil-dışı süreç diye adlandırıyorum. Önce her şeyin bir olduğu, ardından bir ikiliğe geçildiği, ve son olarak yine her şeyin tek tek varolduğu bir durumdan, kavramlarla “şey”leri genellediğimiz bir duruma geçişdir dili kullanmaya başlamamız.Dile tabi olma net bir kopmadır. Yavaşlıkla geçilen bir süreçten ziyade, bir anda dil yetimizin, gösterenle gösterilen arasındaki ilişkiyi kavraması durumudur sözkonusu olan. Bundan sonrası, tek tek kelimeleri öğrenmektir.Dil-dışı deneyimlerimizin asli özelliği, şeye doğrudan yaklaşımdır. Kavramın, ya da gösterenin çizdiği resmin gölgesinde kalmadan, obje ya da olguya doğrudan dahil oluruz. Bu, mitlerde de karşımıza çıkan, bir dünya cenneti, bir tanrısal ilk zaman tasavvuru gibidir. Sonra bu güçler, dil alanına girişimizle elimizden alınır. Babil kulesini yıkan tanrı tarafından cezalandırılırız adeta.Dil-dışı deneyim alanımızın en önemli, hatta tek önemli figürü, annedir. Yaşam veren bu dişil unsur, kanımca, içimizdeki tanrıça kavramının ve “aşk” duygusunun da kökenini oluşturur. Eril tanrı figürleri-babaya dayananlar- dilsel formlardır. Zaten kültürün daha ileri aşamalarında karşımıza çıkarlar ve eril otorite figürleridir.Ancak asli olarak, tanrı fikri, dişildir ve kökenini dil-dışı alandan, dilsel alana geçişte oluşan anlam kaymasına bağlı, “mitolojik boşlukta” buluruz.Gelelim Prometheus ve İsa’ya…

Prometheus
Prometheus

Prometheus da İsa da insanlığa ışık vermişlerdir, onu aydınlatmışlardır. Burada aydınlatmayı somut manada kullanıyorum. Her ikisi de insanın işlediği ve işleyeceği günahların bedelini kendi tenlerinde ödemişlerdir. (Prometheus’un çektiği ceza da aslında kendi günahınınki değildir)Ölüm biçimleri birbirlerine çok benzer, ölümsüzleşmeleri de…Burada özellikle örtük birkaç benzerliğe dikkat çekmek istiyorum. İsanın hikayesini biliriz. Bir çok işkenceye maruz kalır ve çarmıha gerilir. Öldürücü darbeyiyse bir Romalı asker indirir. Onu karaciğerinden vurur.Prometheus da dağlara zincirlenir ve bir kartal karaciğerini parçalar orada. Kartal imgesi oldukça önemli bir imge. Roma imparatorluğunun da sembolüdür kartal.İsa bir babasız doğumdur. Bir dişi onu kendi yapmıştır. (burada tanrının rolü, fazla karmaşık ve analitiktir) Bu, tam olarak arkaik inanç biçimlerinin gebelik anlayışıyla örtüşmektedir. Henüz erkeğin rolünün bilinmediği, dişi unsurun yaratıcı unsur olduğuna inanılan dönemlerin anlayışına. Benzer bir biçimde Prometheus da, eril yapısına karşın, anaerkil inanışların yansıması bir titandır. Üstelik 3. kuşak tanrılar dönemine dek gelmiş güçlü bir titandır.İki “tanrı” da bedenlerini insan için feda etmiştir. Prometheus kültü bu bağlamda eksiltili bir külttür ve asıl anlamını İsa mesih’le bulmuştur. İsa da Dionysos’tan daha güçlü bir gölge yaratmıştır kendine.Dikkat edilmesi gereken nokta, burada bir olgu olarak İsa’nın yaşamından değil, bir fikir olarak İsa’dan bahsediyor oluşum. Bu bağlamda ortaya sunacağım iddia, orijinal İsa figürü, onun toplumun bilinçaltında yer etmiş asli imgesi, insanlık tarihinin en büyük girişimlerinden biridir. Bir, “yeniden anaerkine dönme” girişimi. Neredeyse başarılı olacak bir atılım.Bu atılımın başarısızlık nedeni, uranos’un Aziz Paulus’ça yeniden hortlatılmasıdır. Paulus, ilk günahı insanın bedenine ( ki beden, her zaman dişil unsuru simgeler) atfederek ruhu, yanı eril unsuru aklamış ve bu dişil devrimi bastırmıştır. Böylelikle, modernizmle birlikte gelen, bedenin ve doğanın kontrol altına alınması, ruhun ve öznenin yüceltilmesiyle, günümüze dek gelen süreci başlamıştır.Peki günümüzde durum nedir? Beden üzerine kontrol artık özne lehine değil, salt iktidar lehine sürmektedir. Dişil-eril karşıtlığı artık sözde bir karşıtlıktır. Beden bir simülasyondur ve konumlanışı artık eril olan -ruh karşısında değil, bir obje olarak iktidar karşısındadır. Tanrı seni korusun Paulus!