Geçen hafta sonu iki arkadaşım arasında geçen bir tartışma kendime birkaç soru sormama sebep oldu. Tartışmada taraflardan biri televizyonun bir bilgi kaynağı olamayacağı, ancak eğlence için kullanılabileceğini savunurken diğer taraf ise televizyonun teknolojinin geldiği bu son noktada en etkin iletişim kaynağı olduğunu ve bize dayatılan bilgilerin aksine bir bilgi havuzu sunduğunu savunuyorlardı. Ben kişisel olarak ilk taraftayım. Aşağıdaki makale de Televizyon: Öldüren Eğlence(Ayrıntı Yayınları, 1994) isimli kitabın önsözünden alınmıştır. Makalede kullanılan “biz” zamiri her ne kadar Amerikalılara işaret etse de ülke insanımız da bundan nasibini eksiksiz şekilde alabilir. Sanırım makale her şeyi yeteri kadar açıklıyor.

“Gözümüzü 1984’e dikmiştik. O yıl gelip de kehanet gerçekleşmeyince sağduyu sahibi Amerikalılar kendilerine usul usul övgüler düzdüler. Liberal demokrasinin kökleri sağlam çıkmıştı. Terör her yere sıçrasa da Orwellcı kâbuslar en azından bize uğramamıştı.Oysa Orwell’ın uğursuz öngörüsünden başka bir öngörü daha bulunduğunu unutmuştuk: Bu değişik kehanet, Aldous Huxley’in biraz daha eski, biraz daha az bilinen, ancak aynı derecede ürkütücü olan Brave New World‘uydu (Cesur Yeni Dünya, çev. Ender Aral, Yılmaz Y.,1989). Okumuş insanlar arasında bile yaygın olan inancın tersine, Huxley ile Orwell’ın kehanetleri aynı şeye ilişkin değildi. Orwell’ın uyarısı, dıştan dayatılan bir baskının bize boyun eğdireceği yönündedir. Huxley’in görüşüne göre ise insanları özellikleri, olgunlukları ve tarihlerinden yoksun bırakmak için Büyük Birader’e gerek yoktur. Huxley’e göre, insanlar süreç içinde üzerlerindeki baskıdan hoşlanmaya, düşünme yetilerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklardır.

Orwell kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. Huxley’in korkusu ise kitapları yasaklamaya gerek duyulmayacağı, çünkü artık kitap okumak isteyecek kimsenin kalmayacağı şeklindeydi. Orwell bizi enformasyonsuz bırakacak olanlardan, Huxley pasifliğe ve egoizme sürükleyecek kadar enformasyon yağmuruna tutacak olanlardan korkuyordu. Orwell hakikatin bizden gizlenmesinden, Huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu. Orwell tutsak bir kültür halime gelmemizden, Huxley duygu sömürüsüne dayanan içki âlemleri ve tek başına iple asılı bir tenis topuyla oyalanmak gibi şeylerle ömür tüketen önemsiz bir kültüre dönüşmemizden korkuyordu. Huxley’in Brave New World Revisited‘de belirttiği gibi, tiranlığa karşı direnmek üzere daima tetikte bekleyen kamusal özgürlükçüler ile rasyonalistler, “insanın neredeyse sonsuz olan eğlenme açlığı”nı hesaba katamamışlardı. Huxley, Orwell’in 1984’ünde insanların acı çekerek denetlediğine dikkat çekerken; Brave New World‘da insanlar hazza boğularak denetlenmektedirler. Kısacası Orwell bizi nefret ettiğimiz şeylerin mahvetmesinden okrarken, Huxley bizi sevdiğimiz şeylerin mahvedeceğinden korkuyordu.”