merhaba günnük,evde uzanıp duruyorum epeydir. sabah 8’de yatıp öğleden sonra 2’de kalkıyorum. aslında “kaldırılıyorum” demek daha mantıklı, çünkü bizim üst kattakiler sanırım beton içinde altın arıyorlar kaldırım delme makineleriyle.evden çıkasım gelmiyor uzun zamandır. dün ismimin anlamına baktım türk dil kurumundan:Bir yere yerleşip ikamet eden, mukim.
kesinlikle göçebe değilim ben, evet. insanların isimlerinin, hayatlarını etkilediğini iddia eden bir yazı okumuştum bir yerlerde. dünden sonra daha bir inanmaya başladım efem :)yarın memlekete gidiyorum, 1040 km uzaklara yani. şehirlerarası otobüs yolculuğunu özlemişim. o anlamda güzel olacak sanki. ama nereye gitsem gurbetteyim artık; orda sevilenler, burda sevilenler olunca…- … bir ülkeden, bir iç ülkeye…
35 yaşına gelen abimin düğünü var nihayet. en küçük kardeş olarak, “ortalıkta koşturma” isimli güzel görevi bana verdiler nitekim. gerçi söylemelerine gerek yoktu pek, ailenin en küçüğü olmanın söylenmeyen bir getirisi de bütün ayak işlerine koşturmaktır bizim oralarda.”bizim oralar”. garipmiş be! hem “bizim”, hem de “oralar”. “kendimi ait hissettiğim bir yer var aslında, ama burada değil de orada” anlamında, malum gurbet özdeyişi. “orda bir köy var uzakta. gitmesek de, görmesek de, o köy bizim köyümüzdür…” peki.mahallemizin artık iki delisi var. geçen birincisi selam vermişti bana. o zaman anladım ki, ben buralı olmaya başlamaşım. karşı lokantanın teyzesi, kapıcı ve ailesi, bakkallar ve saire derken, deli bile selam verdi. maskeyi fazla düşürmüşüz burda. hatta korkutucu bir selamdı aslında şimdi aklıma geldi tekrar. elindeki kağıtları yırtarken gece 23.00 suları, bana bakıp “kolay gelsin” tadında bir şey dedi. “eyvallah” cevabıma binaen, “sizin de apartmanı bitiremediler” deyince tırstım şahsen, “tanıdığı yetmiyor gibi oturduğum yeri de biliyor şahsiyet” bâbında…@ion’la gün aşırı yürümelere başladık efem. taksim-mecidiyeköy arasında iki günde bir mekik dokuyan iki uzay mekiği sakini görürseniz bilin ki iki bildirgeç üyesidir onlar. sevin onları, taam? :)kaburga sofrası diye bir adıyaman sofrasına gittik. ben sadece kahvelerini içtim aslında ama sanırım sadece yöresel yemekler yapıyorlar. servis, tasarım, yemek kalitesi konusunda çok ince şeyler düşünmüşler bence. yolunuz düşerse osmanbey civarında bir haşlanmış içli köfte partisi yapabilirsiniz. ya da yapmayın, bilemem. ha benim için yemeyin yani, onu diyorum. ya da yeyin.”hafız” askerlik sonrası eski iş yerinde döndü bir süre iş aradıktan sonra. o da evlilik hazırlıklarına başlıyor sanırım. haftasonu “kız isteme” fasılı olacakmış. hep merak ederim o sahneyi aslında ama henüz görmek kısmet olmadı. bendeki de şans ama ya. niye diyenler için hemen anlatıyorum; 2 annem, 7 ablam ve 4 abim var (gerçekten). buradan bakınca sanki bir kaç tanesinin “istenmesi” sırasında olay yerinde bulunmuş olmam gerekirdi sanki ama heyhat ki durum öyle değil! sanırım sadece bir kere göreceğim o sahneyi ve heyecandan detaylara özen gösteremeyeceğim bile…böyle bir zevkim var benim genelde sakladığım. ücretsiz film izleme diyebiliriz buna. şöyle oluyor ki; insanların yoğun duygular yaşadığı zamanlarda ben insanları izlemeyi çok seviyorum. birine bir sürpriz yaptığında, biri mutluyken, biri üzgünken, bir çift tartışırken, birileri çayır-çimende uyumaklı olduğunda ve saire. bir nevi kısa duygusal röntgencilik. insanların en canlı oldukları zamanlar sinirli oldukları zaman. üzgün arkadaşlarımla konuşurken, saçma bir nedenle başka bir konuda bana kızmalarını sağlarım çaktırmadan. sinirlilik etken bir duygudur çünkü, ne zaman geçeceği sinirin sahibine bağlıdır. üzüntü ise edilgendir, kim üzmüşse onun bir sonraki hareketine bağlıdır. hiç geçmeyebilir de. o yüzden üzgün birini sinirlendirip kaçın. o sizi kovalar, hareketlenir, derdini unutur, ufak da olsa bir amacı olur, başka bir şey düşünmüş olur. sevin birbirinizi arkadaşım, aaaa… dellendirmeyin adamı.sev kendini günnük. hoş kal. uzatma arayı.