Hiç gülmeyen İvan 52 yaşında.

Şimdi sıradan bir işhanı işlevi gören Tekstil Bakanlığı’nın eski binasının dördüncü katında güvenlik görevlisi. Görevi, haftaiçi her gün sabah sekizden akşam yediye kadar dördüncü katın kapısını üç metre öteden bir düğmeye basarak açmaktan ibaret. Masasının üstünde pilli bir el radyosu duruyor, tuvalete veya sigara içmeye giderken kulak kabartıyorum, eski şarkılar dinliyor sürekli.

Bizim katta altmış kadar insan çalışıyor. Yarıdan fazlası sigara içiyor. Mesai saati boyunca dört defa sigara molasına gidildiğini varsayarsak, giriş çıkışların sayısı adam başına günde on ediyor. Ziyaretçilerle birlikte, İvan günde sekiz yüz kere düğmeye basıyor olmalı.

Bina 10 katlı olduğuna göre, sadece burada yedeklerle birlikte 15 tane İvan var. Moskova’nın tamamında ise tahminimce otuz bin İvan var.

Bugün Cumartesi. 11 gibi kalkıp sokağa bakıyorum. Nehir hala donuk. Dün geceyi iki haftalığına kiraladığım evde sarhoş olarak ve Sevgililer Günü dolayısıyla bir kadın-erkek diyaloğu yazarak geçirdim. İstiklal’in Rus ikizi Arbat üzerinden Puşkin Müzesi’ne varmam yarım saat alıyor. Kızıl Ordu’nun Naziler’in elinden alıp getirdiği tablolar, devasa heykeller arasında dolanıyorum birkaç saat.

Dönüşte Serov’la tanışıyorum sokakta. Serov ressam ve bana Kırmızı Balon’u hatırlatan 4 x 8 santim büyüklüğünde bir eseri ilgimi çekiyor. Bir süre konuşuyoruz. Serov filmi bilmiyor, ben esinlendiği ve 1920 civarında ünlenen protest Rus ressamı. Paraya kıyıp satın alıyorum “About the Baloon”u.

Gazeteleri tarıyorum. Bugünlerde nedense Engin Ardıç’ın küfürlerini okumak istiyorum. Kendini satışını affedemesem de en azından okunabilir bir Türkçe’yle yazan dinazorlardan artık. Çetin Altan, ısrarla monizm diyor. Yazık ki ölümden dem vurmaya başladı son günlerde. Uluengin Avrupacılığın son ve körlüğe varan kertesinde, Özkök aynı gevelemelerde. Serdar Turgut, ABD’nin eğitim ve sağlık sistemlerinin çöküşünü anlatıyor, belli ki New Yorker’un yeni sayısı çıkmış…

Sonra hafif’e geçiyorum. Oli Bastiani hoş yine. Fotokopi ve fanzin günlerimiz geliyor aklıma. Sonra YG ve dükkanlar. Isınıyorum.

CNN’de Kadıköy iskelesini görüyorum. Gözlerim, savaş karşıtı gösterileri anlatan spikerin arkasında tanıdık bir yüz, bildik bir gazete satıcısı arıyor. Kameralar Londra sokaklarındaki 500 bin İngiliz’i, Paris bulvarlarını, Seul meydanlarını, Sidney plajlarını gösteriyor. Yaşadığım şehir terör tehdidi altında. Kız arkadaşımı arıyorum, Birleşmiş Milletler binasının karşısında aldığı Türkçe dersi “güvenlik gerekçesi”yle iptal edilmiş. Birleşmemiş Milletler ve Güvensizlik Gerekçesi demeli. Taşınma planlarımızı bir sene erkene almayı konuşuyoruz.

Babam arıyor, “ne olacaksa olsun artık” diyor.

Canım sıkılıyor.

Biram bitiyor.

Bilmiyorum, İvan şimdi ne yapıyor.