Ablam gelmiş uzaklardan. Hava soğuk, dertleşe dertleşe uyumuşuz mışıl mışıl. Kolu boynumda, en son saate baktığımda gece 1:30 gibiydi. Kedinin kumu tepeleme sesleriyle dalmışım ben de sonradan. Bir ara kapıyı tırmalamayıp yemek ricasında bulunmuş sanırım ama ben uyumaya devam etmişim…Üst kattan gelen adım sesleri beni ürkütünce, tam gözlerimi açacaktım ki, her yer kalp atışıyla senkronize bir şekilde sallanmaya başladı. Gözümü biraz aralayıp, üstteki kitaplığın hayat üçgeni oluşturmadan karnımızın üstümüze düştüğünü gördüm. Ablam yanımda çığlık çığlığa. Herkes feryat figan… Birden üstümüzdeki kolonun da çökmeye başladığını gördüm. Çatırtı sesleri ve toz, toprak. Ablamın kolunu kaldırmaya çalışıyorum ama o kadar ağırki, cansız gibi. Yastıkla yüzümüzü koruyup, olası göçükten sağ çıkma planı kuruyorum o halimle ama kolu kaldıramıyorum. Kol boğazımı sıkmış, zor nefes alıyorum. Bir hamleyle yastığı başımın altından çekip, ablamla benim yüzümün üstüne koyuyorum. Tam o anda kolon çöküyor. Ağzımdan kanlar geliyor. Ablamdan ses soluk yok. Kolonla sınırlı kalsa, koca bina çöküyor. Kediden de çıt yok, bir ara mouvlamaya devam ettiyse de.O an bilincim yerine geliyor. Kalbim küt küt atıyor. Titreyen bedenim yeni bir deprem mi kuşkusu uyandırıyor, hayır titreyen sadece benim. Karnımda bir yük, kolumu hissetmiyorum. Ama ablamın kolu yok ortada. Ağzımın kenarında hafif bir ıslaklık. Gözümü aralamaya korkuyorum, ya tüm olanlar gerçekse. Yüzümün üstünde yastık yok. Kolum eski haline dönüyor. Yastığın altına koyup yattığım için kolum, hissizleşmiş. Gözümü açıyorum, gök mavisi tavan. Kitaplık yerinde. Ağzımdaki sıvıyı kontrol ediyorum. Beslenmem bozuk diye, ağzıma gelen salyadan başka birşey değil. Herşey normale dönüyor. Peki ya deprem olursa? Saate bakıyorum, 3:18. Ezan sesini duyup içime huzur dolar belki ama ezana daha çok var. İçime kurt düşüyor sonra. Haberlere bakmak istiyorum. İlla İstanbul’ da mı deprem olacak, belki başka yerde olmuştur. Babama, ablama çağrı atayım diyorum. Belki ailemin, ablamın orda deprem olmuştur? Saat gelince aklıma bu fikirden cayıyorum, gecenin bir vakti herkes telaşlanır. Gözüm kitaplığa dalmış, kitaplığın yerini değiştirmeyi kafaya koyuyorum sabah uyanınca. Uyuyup uyuyamayacağımı bilmiyorum bu ruh haliyle ama yataktan çıkmayacağım kesin. Kendi kendime soruyorum, kendini o kadar değersiz görüyordun, niye bu önlem? Bazen ölmeyi arzularsın da, ölmek ayağına gelmişti hani neydi o telaşın? Ablanın koluyla debelenirken, ağlayacak gibiydin ne oldu? Kendimi azarlamaya başladım. Ölmek çözüm değil ama ölürsem üzülürüm tabi. Kendime mi; hayır, aileme bir de birkaç kişiye… Hemen hoşlandığım kıza ilk gördüğümde açılmayı kafama koyuyorum. Madem böyle bir tehlike var, içimdekileri ona söyleyim bari, ne kaybederim? Dönüyorum kendime tekrar, “çok basitsin!” diyorum. Bu rüyaları önceden de gördün kaç kez! Hala kitaplığın yerini değiştirmedin. Hala o kıza açılmadın! Hem basitsin hem de sözdesin. Kendimle böyle tartışırken tekrar uykuya dalmışım…
yorumlar
bir amca, aklımdaki haber arşivinden. gece, rüyasında deprem olduğunu gördüğü gibi kendini ikinci kattan aş’aa… ölmüş müydü yoksa gözlerini sapasağlam bir acil servis binasında mı açmıştı onu hatırlayamıyorum.
7 sene önce istanbul da 30 sene içinde deprem olma ihtimali %60 tı şimdi ise bu oran biraz daha arttı.medyadan takip ettiğim kadarıyla çalışmalar artmış; haritalar ortaya konulmuş,deprem istasyonları kurulmuş,deprem sonrası kullanıma girecek olan deprem konteynerleri hazırlanmış,sıklıkla olmasada kurtarma ekipleri tatbikatlar yapmış…istanbul un risk altında bulunan bölgelerinde depreme dayanamıyacağı belirtilen onbinlerce konut var bunun için ne yapıyorlar?bu devlet benim can ve mal varlığımdan sorumlu değil mi?yukarıda yapılanlar hiçbirşey ifade etmiyor aslında.zaten, buram buram ölüm kokan bu kentte, ihtimalen bize çıkacak piyangoyu beklemekten başka ne çare varki…