Zamanın sayfaları doldurması, geçmişte bıraktığımız izlerle birebir sayılabilir. Yıpranmak da hayatın bir döngüsü. Tıpkı doldurulan ve zamana bırakılan sayfalar gibi. Bu bir ateşleyiciyi olabilir aslında. İçimizdeki bulanık suyun kuruma evresi elimizden kayıp gidenler. Özümüzde yatan şey hiç de aşağılık olamaz. O bize özel, bize sunulan kutsal bir hediye . Bizi bizden başka küçük görmez kimse biz kendimizi küçük görmedikçe. Yalnızca biraz olsun yükseliş istiyor insan. Biraz olsun kaybettiklerimizi geri kazanmak. Bizim yükselmemiz için yanmamız gerekiyor. Bir kandil bile olabilir bu.. Güç bela yitirdiklerimizi sığınaklarından çıkarmalıyız. Güç bela bizi esir alan saçmalıkları uzaklaştırmalıyız o kutsallıktan. ‘Ya gerçekten iyi muhafaza edememiş-sem içimdekileri’ demeyi bırakmalıyız. Ne olursak olalım gitmeliyiz peşinden.. Ne olursak olalım bizi çağırmıştı zaten, kucak açmıştı. Yonttuğumuz şey aslında ahlakımızdan çok kendimiz idik. O kadar yonttuk ki geriye bizden eser kalmadı. Biz kendimizi kaybettik. Ve bütün kendimize olan uzaklığımız, içimize çöken hüzünler, suçluluk duygularımız, yapaylığımız, yapmacıklığımız, arayışlarımız, kendimizi güvende hissetmememiz, bir sığınak aramamız, aşkın yakıcılığını dindirme isteğimiz, ısmarlama lafları kendimize yakıştırmamız bu yüzden.. Neden hayatta olduğunu ve hayattaki amacını, bu soluğu alıp vermenin anlamını tanıyıp bilseydi insan ne çok üzülürdü haline.. Birkaç boş sayfa arardı kendine doğru düzgün bir şeyler karalamak için. Senin içindeki parıltıdan başka daha değerli başka neyin olabilir ki? İçindeki seni tanırsan seni sen yapan Hakikate işte o zaman yaklaşabilirsin öyle değil mi ?