her insanın hayatında dünyaya/hayata bakışını değiştiren birkaç film olmuştur muhakkak.1967 altın palmiye ödüllü “blowup” da bu kült filmlerden biridir kanımca.michelangelo antonioni’nin en kaba tanımlamayla ses/sizlik,gerçek/lik üzerine inşa ettiği bu julio cortazar uyarlamasıgerçeklik-sanallık, ses-sessizlik ve hayat-ölüm zıtlıklarına minimal, mütevazı bir ışık tutar.serge gainsbourg’ün “bi’tanesi” jane birkin’i ter u taze halinde izlemek ayrı bir lezzettir.ki bir talk-show programında “ı föck you” demiştir sunucuya “mösyö” serge…vanessa redgrave, sarah miles, david hemmings ve veruschka von lehndorrf…o veruschka ki, altmışlı yılların “pin-up”ıdır kendileri…thomas’ın (d. h.) veruschka’yı fotoğrafladığı sahneler klişe deyişle “antolojiliktir”.jane birkin ise serge’in çekim alanına girmemiştir yirmili yaşlarının tazeliğinde…arabesque’i müzik piyasına sürdüğünde göz altı kırışıklarının azametini ve asil yaşanmışlığını zarafetle taşıyordu..haine pur amie, elisa ve couleur cafe’de darbuka, keman ve piyano eşliğinde tüm çocuksu saflığıylagözlerimizi ruhumuzun en karanlık noktasına yöneltmemizi söylüyordu sanki “blowup”ı hatırlatmak istercesine.blowup… müziklerin herbie hancock’a ait olduğunu da unutmayalım. jazz-funk akımının öncüsü bu grammy abonesinin katkıları da es geçilmemeli.görünen ve görünmeyen… gerçek nedir, ne değildir?bir manifestodur hayatın illüzyonu üzerine.gerçeğin izdüşümü ve gerçek dediğimiz şeyi kendimizin var edişi…filmin en unutulmaz sahnesi ise, filmi izleyen herkesin hemfikir olduğu, ittifakla gönül birliği ettiği sahnedir:topsuz tenis maçı.bir pantomimci grubunun topsuz tenis maçına tanık olan thomas’ı kamera hareketlerinin topun geliş-gidişi düzleminde izleriz.o da, biz de var olmayan topa bakarız. net, aut, sayı… “görürüz”.top yoktur oysa. ama görürüz.tenis alanını sınırlayan çizginin dışına düşer top.ve thomas’tan topu oyun alanına atmalarını bekler iki oyuncu.thomas tereddüt eder önce. duraksar. ne yapacağını merak ederiz biz de. thomas yere doğru eğilir ve “topu fırlatır”oyun alanına…damarlarımızdan buzlu bir sıvı geçer sanki…ürperti. titreme.dört yüz darbe’nin finalinde antoine’un dondurulmuşyüzüne yapılan pan ne denli etkileyciyse, bu “topu fırlatma” sahnesi de o denli, belki de ondan daha sarsıcıdır hayatın illüzyonunu suratımıza çarparken…
yorumlar
blowup müthiş, sar başa tekrar seyredelim, ya passenger’daki 7 dakkalık sekansa ne demeli?
hakk-ı aliniz var.üstat jack ve marlon baba’nın “tereyağı”na olanilgimizi doruklara çıkarıp mağdure maria’ya…ahhh!
Veruschka nasıl pin-up oluyor ki? Pin-up iğne deliği demek değil midir?İtirafımdır, ben bu filmi çok az hatırlıyorum. Aklımda kalan uzun sekansların beni çok sıktığı. Angelopolus gibi değildi uzun sekanslar, bir şey eksik kalmıştı. Ama neydi diye sorarsanız bilmiyorum.Bu rezil itirafımdan dolayı da utanıyorum, o yüzden kaçtımmm.
ukalalık etmiş olmayayım ama…”stratejik ortak”ımız amerikan argosunda “pin-up”;seksi, cazibeli kadın anlamına gelmektedir sevgili nevdalist.theo ise canımdır ciğerimdir!theo demişken…eleni karaindrou ise başımın tacıdır!ruhumun terapisti!kalbimin motorunun yağı!hayatımın sebep-i hikmetidir!ona ayrı bir yazı yazmam lazım.belki bir arkadaş erken davranır sevabına…
cortazar candır, antonioni kandır…