fizikle arası iyi olmayanlardan hemen özür dilemek isterim yazıda kullanmayı düşündüğüm dil için.önce bir kaç terim anlatmak istiyorum. birincisi “entropi”: termodinamiğin ikinci yasasında geçen bu terim, evrenin düzensizliğe olan meylini ifade eder.ikincisi “geribesleme” (feedback): pozitif ve negatif olarak ikiye ayrılan geribesleme, bir olayın şimdiki durumunun gelecek durumunu belirlemesi ilkesidir özetle. negatif geribesleme, sistemi denge haline sürüklerken pozitif olansa sıfır ya da sonsuzdaki bir kaosa sürükler. gerçek hayattan örnekler vermeye çalışayım. arabada klimayı açıp soğutmasını istediniz diyelim. fanlar, araba sıcaklığı ile sizin istediğiniz sıcaklık arasındaki farkla orantılı bir süre boyunca soğuk hava üfler. sıcaklık istediğiniz sıcaklığa girince soğuk hava kesilir. içerisi tekrar ısınmaya başladığı anda aynı mantıkla fanlar tekrar soğuk hava üflemeye başlar. bu negatif geri beslemedir. ne de güzel denge ayarı yapıyor, değil mi? 🙂 (teşbihte hata olmaz, benim fanım hiç durmuyor ki muhabbeti yapanı sevmem 🙂 )diğer bir örnek deneyeyim. kağıt üretim makinesini düşünelim. hamur halinde çıkan ham kağıt, aralarındaki mesafe ayarlanabilen iki merdane arasında inceltilmektedir. çıkıştaki kağıdın kalınlığını ölçen bir duyarga ise merdanelere (kağıdın gerçek kalınlığı ve olması istenen kalınlığı arasındaki farkla orantılı bir miktarda) “uzaklaşın” ya da “yakınlaşın” demektedir. bu az önceki örnek gibi negatif geribeslemedir. ama duyarganın emirlerini ters verdiğini düşünelim. mesela çıkan kağıt, olması gerekenden inceyken merdanelere “yaklaşın” ya da kalın çıkan kağıdı sıkıştırması gereken merdanelere “uzaklaşın” dediğini düşünelim. merdaneler ya birbirine çarpıp kağıt çıkışını kapatacak; ya da birbirinden iyice uzaklaşıp kağıt hamuru bırakacaktır ortalığa. birinci örnek sıfır, ikincisi sonsuzdaki kaosa uzar, gider.diğer deyimlere gelince; ivme, hız ve yol. alınan yoldaki birim zamandaki değişime hız denir. aynı şekilde, hızın birim zamandaki değişimine ise ivme denir.terimler bitti çok şükür. şimdi yıllardır kafamda dönüp duran benzetmeleri paylaşmak isterim müsaade olunursa.ivme=”aşk”, hız=”sevgi”, yol=”ilişkide gelinen nokta” kabulleri altında açıklamaya başlayayım efendim. sevgi, aynı ortamda bulunan iki insanın birbirleriyle yaptıkları etkileşimin uzun süreler boyunca devam edip bu etkileşimlerin bazılarının, taraflardan birinin alışkanlık sınırının üzerine çıkacak kadar olumlu sonuçlarının olması durumudur. yani insanca anlatacak olursak, birbirine önyargı beslemeyen iki insanı aynı ortama koyarsan ve bu iki insan birbirlerine ufak tefek jestler yaparsa, zaman içerisinde aralarında bir sevgi oluşur. sevginin tehlikesiz seviyeleri vardır ki bunlara eşik “emek” isterim yine. mesela okul arkadaşları, iş arkadaşları, kankalar, dostlar arasında hep farklı eşikler vardır. anlattığım sevgi miktarı, kişinin hayal gücünün üretimi olan muhtemel mutlulukları da yutarak zaman içerisinde beslenip, kişiye özel belirli bir seviyeyi aştığında aşk filizlenmiştir deriz. bunun basit bir de testi vardır, kimse söylemez size; bari ben söyleyeyim: gece yatağınıza girip uykuya dalacakken- “lem ben abc’den hoşlanıyor muyum ne?” diye soruyorsanız, bu sorunun cevabı “evet”tir. haa, “ben abc’den mi yoksa fgh’tan mı hoşlanıyorum aceba?” diyorsanız, o sizin maymun iştahlılığınızdır; beni aşar :)bu eşiği aşan sevgi, zaman içerisinde artabilir karşıdakinin ve tutumuna göre. bu artış miktarına “aşk” diyorum ben. bir önceki günden ne kadar çok seviyorsan bir insanı, o kadar aşıksındır çünkü. “duran cisim durmaya, giden cisim gitmeye isteklidir.” diye özetlenebilen eylemsizlik ilkesine göre, evrendeki her şey değişime tepki verir, karşı koyar. insanın mantığı sevginin artmasına karşı koyarken kalbi ise bundan mutluluk duyar. aşk sıkıntıları işte burda başlar. kendi içinde çelişir, ve bu çelişkiden aklı kendini korumaya çalışırken kalbi gayet memnun “kaptırıp gitme” sinyalleri verir. insan, yapısı gereği sınırlı yeteneklere sahiptir. artan sevgi sabit bir aşk demektir. ama insanın sevgisi bir yere kadar artabilir. birini, hiç kimseyi sevemediği kadar sevdiğinde, artık daha “fazla” sevememeye başlar (burada dikkat, “fazla” kelimesi süreyi değl, miktarı belirtiyor. yani sürekli onu düşünmeye ve saire devam ediyorsun, ama sevgi miktarın bir önceki günle aynı). işte dostlar, a dostlar, aşkın bittiği gün o gündür. bu güne yıllar ya da aylar içinde gelinebilir (“aşkın ömrü x yıldır” muhabbeti bence buradan geliyor). insanın en faydalı, ama yine de en tiksindirici özelliği “alışma” eğilimidir. alışmak faydalıdır, çünkü kötü olaylardan sonra normale dönmenize yardımcı olur (büyük acıların zaman içerisinde azalması gibi); alışmak tiksindiricidir, çünkü çevrenizdeki iyi şeylere alıştığınızda güdüsel olarak onlara hakettiğinden daha az iltifat edersiniz (“iltifat”ın farklı anlamları olabilir). “aşkın bittiği gün o gündür” dedim en son araya giren açıklamadan önce. okunduğu kadar trajik değildir gerçekçi bir gözle bakabilirsek. çünkü hissedilen sevgi, kalbin doruklarındadır. bazı kişiler buna hazırlıklı iken bazılarında ise bu durum “sen beni artık sevmiyosuuuuuuuun!” şeklinde tepkiler oluşturabilir. hayır, seviyordur. hem de köpekler gibi! ama “daha fazla” sevemiyordur artık. aslında bence bir ilişkinin olabileceği en güzel nokta da burasıdır. taraflar birbirini tanımış, karşısındaki insandan neler bekleyebileceğini tahmin edebilir olmuştur. nelere alınıp nelere sevineceğini bilen iki birey, mutlu bir birlikteliğin tam da tepesinden gün batımını seyreden iki mutlu sincap gibi dünyanın geri kalan dertlerinden gayet uzak ve her kalp atışındaki iki ardışık ses gibi birbirleriyle anılır olmuşlardır. böyle olmalarının tek şartı ise, önyargılarından kurtulup sevmeye devam etmeleri ve daha fazla sevemeyeceklerini anladıkları anda korkmayıp durumun tadını çıkarmalarıdır.evlenen çiftlerde gözlemlediğim durum da bu benzetmeyi destekler nitelikte: çiftler birbirinden başta hoşlanır, sonra biri diğerini sever ve bu durumu söze döker. karşılıklı “daha fazla sevme izni”ni alan taraflar bu yönde ilerler ve aşık olurlar birbirlerine. derken bunu yazıya dökme ihtiyacı hissedip evlenirler. zaman içerisinde birbirlerine ve sevgiye o kadar alışırlar ki, bu durum bir insanın elleri/ayakları olmasına benzer. elleri olmayan bir insan, bir el için herşeyini vermeye hazırken elleri olanlar ise çoğunlukla ellerinin farkında bile olmayıp yine de onlarla birlikte yaşamaya devam ederler. alışmak, insancıl bir duygudur. kimse bir şeylere alıştığı için suçlanmamalıdır. sevgiye, aşka bile. evli insanlarda”cicim ayları” denen süre de alışmakla ilgilidir. cicim ayları bittiğinde çiftlerin birbirlerine hissettiği şey, sevgi ve saygı karışımı bir duygudur. aşk belki arada yoktur, ama bundan kimse sorumlu değildir tabiatımızdan başka. insanların bu noktada yapmaları gerekense; “aşk bitti, ilişkimiz durağan” demeden önce, sahip olduklarına bakıp ilişkinin buraya gelmesi için ne kadar çaba sarf ettiklerini ve sahip oldukları şeyin ne kadar değerli bir lütuf olduğunu anlamaları gerekir. çünkü bu insanın, elleri olduğuna şükretmesidir!siz yine de kelimelerime takılmayın. yaşayın, gitsin! 🙂