Canım SıkıLdi yaZdim aBi yaa!!

Bir deniz kestanesinin içinde yanıyor fenerim… Yine böyle yağmurlu bir günde beni bırakıp o bilinmeyen ülkeye gittin. Geride hala bakmaya çekindiğim , boşluğu içimi boşaltan bir pencere ve unutulmayacak bir sevgi bırakarak , beni bırakarak gittin. Sen hep benimsin sanmıştım oysa ben. Gülen gözlerin hep yolumu gözleyecek , içim her sabah senin sesinle şenlenecek sanmıştım. Uyanıkken bile uyku yüzünü taşırdın sen. Yüzünde umursamazlığın, çıkarcılığın , yalan ve maskelerin izi yoktu. Yalnızca sevgiyle bakardı gözlerin. O gözlerin içinde ölebilirdim ; o gözler için ölebilirdim… Şimdi gözlerimi yıkayan berrak bakışların yok. Yüzümde asılı duran bu paslı bakış , bu kahrolası sahtelik kokan gülüş… Eskiden hayallerim vardı benim , gelecek günler için umutlarım vardı. Artık yalnızca maskelere sahibim ; sadece yüzümü kemiren bir tedirginliğin sahibiyim.

Elmalarımız vardı bizim sarı ve yeşil. Kardeş ellerimiz , aynı notada ağlayan seslerimiz vardı. Şimdi o geçmiş günleri düşününce , seninle hiçbir yolda elele yürümemiş olmanın , seninle hiç bir yolu yürüyememiş olmanın burukluğu sarıyor içimi. Sokakta oynayan , oradan oraya koşuşturan çocuklara bakarken gözlerinde beliren o çocuksu kendine acımayı , yaz kış her daim üstünde oturup pencereden dışarıyı seyrettiğim eski dostun sandalyenin ağıtlarını hatırlıyor ve ağlıyorum. Kelimeleri içer ; hecelerine, harflerine ayırır , anlattığım tüm dış dünya tasvirlerini adeta ezberlerdin. Sana yaşamın dış yüzünü anlatmak , seninle konuşmak, senin dünyanın o hiç bir zaman kilitli olmamış kapılarından içeri süzülmek… Bütün yorgunluğum teneke bir trompet olurdu. Ellerini arardı ellerim.Müzik sesini kıskanırdı ; güneş , yüzün camda belirince hasetinden çatlardı. Yollar yüzündeki izleri görünce , hep aynı yerde dönüp dolaşıyor olmalarından , anlamsızlıklarından utanırdı.İçinde bir yerlerde deli bir çocuk kırlarda koşarken , sen, tüm sakinliğinle saçlarımda yağmuru koklardın.

Şimdi bir kutuda yaşlanmayı bekliyor elmalrımız. Onlara her dokunduğumda birbirimizden çocukça ve aptalca kaçışlarımız geliyor aklıma.Benim sağır umutsuzluğum… Bense hayatında sevginin daha farklı ve gizemli bir türüne yer olmadığını bilerek senden gelecek özel bir dokunuşun ılık kokusunu duyabilmek için yalvarırdım gözlerine. Yalvarışlarımın sıcak gözlerinin gerisinde gizli o beyaz duvara her çarptığında içimde bir yer usul usul kanardı. Sonra kendime yalan aşklar yaratırdım , sahte dokunuşların gerçekliğiyle avutmaya çalışırdım kendimi . Dokunuşları anlatmanın tek yolunun yine dokunmak olduğu bir dünyada , birbirimize neredeyse hiç dokunmadan yaşıyorduk seninle. arada bir ılık bir gülüşle yanaklarıma değerdi solgun yüzünde bir yanılsama gibi duran yumuşak dudakların. Kimi zaman kelimelerin gerçekçi düşselliğinde sarılırdık birbirimize, kelimelerle hiç ayrılmayacakmış gibi kenetlenirdik. Öyle zamanlarda ölüm ve zaman birer hayalet kasaba oluverirdi. Oysa biliyorduk; ben büyüyordum , sen ölüyordun. Kırık bir aşkın acısı gibi içinde bir yerlerde güleceği günü bekliyordu.

İkimizde yorgunduk… Seni yıllar; beni anılar yormuştu. Senin bedenin , benim ruhum eksiliyordu hayatın her gün daha da acımasızlaşan deviniminde. ßen kendime has dünyanda bir kaç dost , kitaplar ve müzikle kendi iç yolculuğunda değişirken , sen , sistemin küçük bir dişlisi olmamak için savaş veriyordun ; sıradanlaşmamak için , tekdüzeliğin ölümcül rehavetine kendini kaptırmamak için her taraftan üzerine atılan ağları kanayan tırnaklarınla parçalıyordun. Milyarlarca insan arasında yalnızca birbirimize sahiptik. Bizi saran , dış dünyadan koruyan şarkılar , öyküler ve şiirlerle birlikte hiç bir zaman açığa vurulmayacak olan düşümüzü paylaşıyorduk. Kimi zaman aynı bardaktan içtiğimiz su , kimi zaman bölüştüğümüz ekmek , bazen de teninin ellerime sinen o bildik kokusuydu yaşam…

Bu senin uzun bir aradan sonra ilk gidişindi ve belki de sonun başlangıcıydı. Döndüğünde bedenin ağladı günlerce , dudaklarının yanağıma değdiği yerde mumlar geceyi gözyaşına boyadılar. Bedenim eksilmişti. Ruhum, bedenimin kayıp parçaları için ağlıyordu. Her sabah ve her akşam seni arıyordu şimdi içimi dağlayan o pencerede gözlerim. Sonra bir sabah saçlarım ilkbahar yağmuruyla ıslanırken yüzün belirdi camda. Bana gülümsedin. Nihayet geri dönmüştün! Fakat ben aynı insan değildim. Yüzümün anlamı , tenimin kokusu , ellerimin sakinliği değişmişti. Ölüme karşı savaşan bir insanın telaşı yerleşmişti gözlerime.Hep bildiğim ama hiç kabullenemediğim o kahrolası gerçeği yüzüme vuruyordu yapay sarı bir çölde yüzen kirpiklerim.

Seni camda gördüğüm o günden sonra yeni bir anlam kazandı yaşamım. Bizim dışımızdaki herşey önemini yitirdi. Artık her yere elimde bir fotoğraf makinasıyla gidiyor ve gördüğüm , sana yalnızca kelimelerle anlattığım her şeyin fotoğrafını çekiyordum.Gülüşümüzde batan güneş , yorgun sesimizin uykuya dalmasından çok önce doğuyordu. Söylenmemiş olanı biliyorduk ve dile gelmemiş sevgimizi asla önlenemeyecek olana inat coşkuyla yaşıyorduk. Yine de içimde bir yerlerde biliyordum ki ; paylaştığımız şarkılar, içinde güneş batan gözlerinin sıcaklığı, kirpiklerinin gözlerime düşen gölgesi , sen tek başına bırakıp günlük hayatın acımasızlığına dönerken içime çöreklenen ayrılık acısı çıkmaz bir sokağın kaldırım taşlarıydı yalnızca. Sesinin yorgunluğundan, gözlerinde arada bir beliren acı dolu pırıltılardan anlıyordum ki bizi bu kısacık yolun sonuna götüren kaldırım taşları tükenmek üzere. Ve sen sonun bittiği yerdeki o koca duvarın arkasına geçerken elini tutamam , gözlerinin içine küçücük bir damla yaş olup saklanamam.

Yaz geçti , sonbahar geldi ; sonra en uzun gecenin yoğun karanlığını geride bıraktık. İçimizde aynı ateşi taşıyorduk hala. Solan bir çiçeğe bakarken gözlerimizde beliren tedirginliği gizleyemiyorduk ama artık. Etrafımızdaki her şey bir veda havasına bürünmüştü.

Sonra bir gün yağmurla gittin…Beni öksüz ve yetim bırakıp , pencereni boş bırakıp o bilinmeyen ülkeye gittin. Sen gittin ve içimi de beraberinde götürdün. Bana yaşananlardan kalan küller oldu yalnızca. Yokluğunun 365. gününde beni bıraktığın yerin çok gerisindeyim şimdi. Yaşamım önümden akıp gidiyor ve ben onun içine girebilmek , onun akışını belirleyebilmek için söylenmesi gereken sözleri bilmiyorum. Sen benim yol göstericimdin , benim fenerimdin. Sen yoksun ve ben yürüdüğüm bu binlerce patikadan oluşan yolun , bu hiç bir patikası bana ait olmayan yolun bilinmeyen bir yerinde kaybolmuş durumdayım. Bir kısırdöngünün içinde , suyun akması , gözün görmesi , acının büyümesi gibi sıradanlaşmış bir şekilde yürüyüp duruyorum. Sen yoksun ve yokluğunun gün geçtikçe büyüyen şaşkınlığıyla hatalar yapıyorum. Hiçbir şey canımı yakmıyor artık , hiç bir şey için üzülmüyor ve hiç kimseyi sevemiyorum. Sen gittin ve ben kaybedecek hiç bir şeyi olmayan bir insanın boşvermişliğiyle darmadağın yaşıyorum. Bir yapbozum ben. Parçalarım senin sayende bir arada duruyordu , varlığınla birbirine kenetleniyordu. Şimdi paramparça ruhum ve bedenim. Çünkü ben senindim ve şimdi sahipsizim. Sen benim ışığımdın, yüreğime yerleşmiş pusulamdın. Sen yoksun ve ben nereye gideceğimi , yollarda nasıl yürüyeceğimi bilmiyorum. Beni bırakıp arkasına geçtiğin o koca duvarın önünde oturmuş sıramın geleceği günü bekliyorum. Sen gittiğinden beri yağmuru unutan , beyaz karlara bürünüp çirkinliğini ve sefaletini örtmeye çalışan bir şehirde yapayalnızım ve bir deniz kestanesinin içinde yanıyor fenerim…