Rüyalar … Bazen kana bulanmış kapkara bir kabus, bazen şehvet dolu kıpkırmızı bir şarap gibi yaşadıklarımın bana hissettirdiklerini bir bir döküyordu önüme. Bir gün onunla en gizli noktalarımıza kadar zevke dalıyorduk, diğer gün elimde onun kanı ile uyanıyordum.Neden bu kadar nefret ediyordum ondan.Çünkü ben kıs-kan-cım. Öyleyim. Gece ne kadar karaysa, gün ne kadar açıksa ben o kadar kıs-kan-cım. Öyleki hırsım bazen boyumu aşıyor, önümde ne var ne yoksa alıp götürüyorum; gözüm dönüyor, deliriyorum. Ruhum dalgalanıyor bazen; en küçüğünden en büyüğüne, en ucuzundan en pahalısına ne olursa hemen hemen herşeyi istiyor, O da bu herşeyden biriydi.Ayrıca ben ben-cil-im. Şımarık bir çocuk gibi paylaşmak istemiyorum oyuncaklarımı. Rafa kaldırıp saklamak istiyorum aşklarımı, tutkularımı. Çok anlamsız biliyorum ama acıtıyor her gördüğümde başka bir el O’nun belinde, başka bir yüz O’na gülen …O’na sahip olamadığımı anladığımda ondan küçük küçük nefret etmeye başladım. Her adım attığımda o benden koşarak kaçıyordu sanki, ben her denediğimde ona dokunmayı, sanki birden hayalet olup uçuyordu. O ise istediğinde dokunuyordu bana, o istediğinde seviyordu, okşuyordu beni oyuncak gibi. O benim değil, ben onun oyuncağı olmuştum. Yine de bu küçük anlardan alabildiğim kadar hazzı almaya çalışıyordum. Ne ona sahip olabiliyor, ne de ondan kopabiliyordum. Ben onun beslendiği kaynaklardan sadece biriydim. Benim gibi onlarcası vardı. Yokluğum hiçbirşeyi değiştirmezdi. Hatta yerime yeni birini hemen bulabilirdi, hayatında ne bir eksiklik ne de kalbinde küçük bir sızı olurdu. Hep bu hisden kurtulacağım anı bekledim, fırtınaların kopmasını sığ da olsa derin de olsa bu nefret-sevgi denizinde, boğulmaktan da korkmuyordum, istediğim tek şey bir şekilde kurtulmaktı.
* * *Ona hep şu sözleri söylemek istedim:“ Sen beni anlamadın, gözlerimi görmedin sana daldığında, hissetmedin kalp atışlarımı, nefesimin ritmini, titreyen ellerimi, düğüm düğüm sözlerim anlamsız kaldı senin kendini beğenmişliğinin yanında, ben sana tutkunkum, seni seviyordum, hep görmezden geldim beni küçümseyen tavırlarını, beni dinlemediğini biliyordum sadece sıra beklediğini o çok bilmişlik edasıyla yüzyıllık sözleri yepyeni birer keşifmiş gibi sıralamalarını da alttan aldım, dertlerini paylaştığın biri değil, kendini anlattığın birilerinden sadece biriydim, sabırlıydım; sıra bir gün bana da gelir elbet dedim, gelmedi çünkü kimseye gelmemişti, kendini aşıp başkasını sevme düzeyine ulaşamamıştın sen daha, sen daha olgunlaşmamıştın, çocuk kalmıştı kalbin, bense aptalın tekiydim. Seni gözümde büyütmüş, kalbimde kutsamış, varlığınla büyülenmiş, seni koza yapıp içine saklanmış, zamanı geldiğinde kelebek olup uçmayı düşleyen serseri aşıktım, şimdi ise ben artık benim, sen de sen. Üzüntüm sen sen kalacaksın hep, hep birilerine acı verecek ama bunun farkına varamayıp hep zalim olacaksın bilmeden, ben ve benim gibiler güvenli bir liman sandığımız senin o nazlı kalbime demirleyip varlığımızın önemsizliğini anlayıp çekip gidecek … Sen hep sıradışı sıradanlığınla acı vereceksin, acı nedir bilmeyeceksin. ”
Hiç cesaret edemedim, söyleyemedim.* * *Anladığımda iplerimin onun elinde olduğunu, bağlandığımı ona, sıkı sıkıya, saplantılı ve sınırsızca, yine o soru “burdayım” dedi: “Ben neyim?” sorusu asılı dururdu aklımın karanlık bir hücresinde. Gerçekten ne idim: O’nun için, hayat için, dünya için, yürüdüğüm yol için, içtiğim su için ben ne idim? Bir gün O çıkageldi, hücrenin kapısını açtı, ışıkla doldu içi. Şiddeti giderek artan bir işkence gibi her anımı acıya boğdu. Bir ayna buldum, karşısına geçip görmeye çalıştım kendimi, her gün usanmadan, bıkmadan. Ne aradığımı biliyordum da. Belki de bir dönemecin keskin köşesine doğru azimle ilerliyordum ve köşeyi döndüğümde bambaşka bir hayat başlayacaktı. Umudumu hiç yitirmedim. Her durduğumda aynanın önünde bambaşka şeyler keşfediyordum ve bu keşifler beni o özel ana taşıyordu.“Kendimi” buldum bir gün ve o gün en çıplak, en cesur, en katıksız halimle bambaşka bir ben olarak çıktım O’nun karşısına ve olan oldu …