bildirgec.org

fractal

11 yıl önce üye olmuş, 12 yazı yazmış. 4 yorum yazmış.

G Ü N K A R A Y A B U L A R G E C E Y İ

fractal | 10 February 2004 14:08

“Gün karaya bular geceyi, gecenin rengi bu yüzden karadır.Aslında suçlu olan gündür, gece masumdur.”

  • * *

O sabah bambaşka biri olarak gittim okula. Yeni birisiydim sanki, kalbim farklı çarpıyordu, yürüyüşüm, bakışım, konuşmam, saçım, başım eskiye hiç benzemiyordu. Gururla girdim sınıfın kapısından. Ordaydı. Her zamanki gibi masum maskesiyle oturup gülücük dağıtıyordu herkese. Gülücük hakkımı isteksizce kullandım. Havaya negatif elektrik veriyordum, beni gören herkes birşeylerin garip olduğunu anlıyordu sanki, en azından ben öyle hissediyordum.

F I R T I N A K O P A R M I S I Ğ D E N İ Z D E ?

fractal | 20 January 2004 12:40

Rüyalar … Bazen kana bulanmış kapkara bir kabus, bazen şehvet dolu kıpkırmızı bir şarap gibi yaşadıklarımın bana hissettirdiklerini bir bir döküyordu önüme. Bir gün onunla en gizli noktalarımıza kadar zevke dalıyorduk, diğer gün elimde onun kanı ile uyanıyordum.

Neden bu kadar nefret ediyordum ondan.

Çünkü ben kıs-kan-cım. Öyleyim. Gece ne kadar karaysa, gün ne kadar açıksa ben o kadar kıs-kan-cım. Öyleki hırsım bazen boyumu aşıyor, önümde ne var ne yoksa alıp götürüyorum; gözüm dönüyor, deliriyorum. Ruhum dalgalanıyor bazen; en küçüğünden en büyüğüne, en ucuzundan en pahalısına ne olursa hemen hemen herşeyi istiyor, O da bu herşeyden biriydi.

D A L G A L A N M A L A R

fractal | 19 January 2004 02:06

“… Bembeyaz bir bulutun ortasında o. Yanında ben. Çıplağız, çırılçıplak. Bedenlerimiz yan yana. Alev alev, ateş, kor. Bir kıvılcım olsa beraber yanmaya hazır. Birden bir sıcaklık omuzumda. Onun eli. Küçük dokunuşlar; iç gıdıklayıcı, titrek, cazbedici. Sonra bir nefes yüzümde. Derin, arzulu, hevesli. Gözlerimiz karşı karşıya. İkimiz de ne istediğimizi biliyoruz. Dudaklarımız dudaklarımızda. Tatlı bir serinlik, ardından sımsıcak bir şehvet tüm vücudumuzda. Göğüsleri ellerimde. Elleri kalçamda. Ben içinde. Ritmimiz bulutlarda. Şimşekler çakmaya hazır, yağmur yağmaya. Sesimiz tüm göğü kaplıyor usulca, bulutlar kıskançca izlerken birden çığlık çığlığa yağmurlar boşalıveriyor. Sonra birden herşey püf… ”

O ‘ N A B A Ğ I M L I Y D I M …

fractal | 16 January 2004 00:24

Bir zamanlar yörüngesinde olduğum bir gezegenim vardı benim, usanmadan, bıkmadan dönerdim onun etrafında ay gibi. S.G.E. Bütün kalelerimin anahtarlarına sahip güçlü, gözüpek ve güzel bir zehirli sarmaşık. Bağımlıydım ona; esrara, sigaraya, içkiye olmadığım için belki de ona bağlanmayı seçmiştim ya da belki de o sarmıştı beni, bedenimi bütün gücüyle, heryerimde küçücük ellerinin izi vardı. Beni kendisine o bağlamıştı böylelikle; seçme şansım olmamıştı; nerede, ne zaman, nasıl karşılaştığımız anlamsız kalmış; aradaki o “bağ” tüm anlamı kendinde toplamıştı. Bu his güzel miydi, değil miydi? Hep kararsız kaldım, hep sorup durdum kendime. Aklımı kurcalar dururdu bu durum ama bildiğim bir şey vardı: acı verirdi; her müptelanın aldığı zevkin ardından hissettiği suçluluk duygusu ya da karnındaki keskin ağrı gibi. Her sarılışı bana ya da her nefesi yanağımda biraz daha umut yüklerdi kalbime, sarhoş olurdum onun varlığıyla, daha serbest yüzerdim bana lutfettiği denizinde. Çok uzun sürmezdi ama bu his, yine ben ben olurdum kısa bir zaman sonra, yine ağrılar, yine beynime hucüm eden mızrap düşünceler, sivri uçlarını batırırlardı. Kurtulmalıydım ama. Böyle yaşamamalıydım. Boğuluyordum artık. Birine bu kadar bağlanmak güzel değildi, birini bu kadar sevip bir o kadar da nefret etmek iyi hissettirmiyordu, büyük bir suçluluk, kocaman bir belirsizlik ya da samimiyetsizlik. Olamazdım. Ben bunu kimseye yapamazdım, köprüleri yıkmak için inşa edemezdim, yeni yeni kaleler keşfedip sığınamazdım onlara, harap olsa da sarayım, terkedemezdim, yapamazdım. Sonuçta bu ben, kendim, bedenim, yüreğim. Hepsini bırakıp yeniden başlayamazdım. Onun varlığına katıp varlığımı, onda eriyip, onda kaybolup yok olamazdım. Seçmeliydim ya kendimi ya onu. Beynimin en üşüdüğüm yerinde saatlerce kaldım ve karar verdim: Bu işi bitirmeliydim, elindeki tüm anahtarları alıp bomboş kalelerimin surlarına bayrağımı tekrar dikmeliydim. Hiç kolay değildi bu. En azından olmayacağını sonradan anladım …

B A Ğ L I O L M A K, B A Ğ I M L I O L M A K …

fractal | 15 January 2004 00:54

Bağlı olmak, bağımlı olmak! İkisinden birini seçmeniz gerekse hangisini seçerdiniz?
Ne saçma soru bu şimdi! İkisi de aynı değil mi?
Şebnem Ferah şarkısında şöyle diyordu:
“Sana çok bağlıydım ama bağımlı değildim”
İlk başta çelişkili bir söz gibi duruyor, insanın kulağını tırmalıyor ama inince biraz derinlere düzgün bir manzara ile karşılaşılıyor.Ne demek bu. Birine çok bağlıysan bağımlı değil misin yani ?

Birini çok sevebilirsin, öyle seversin ki onun hatalarını görmezsin ya da görmezden gelirsin ya da o hatalar çok sevimli durur senin o kocaman sevgi denizinin ortasında. Çok şey yaşarsın,
çok şey paylaşır. Beraber gülersiniz en berbat esprilere, beraber dinlersiniz şarkıları, ortak bir tane seçip her dinleyişte biraz daha gömülürsünüz o dipsiz sevginize. Akıl bir karış havada
beraber ıslanırsınız soğuk yağmurda ve sadece ellerinizi ısıtırsınız sevginizle…

Gece Olmadan Çöktü Gün İçime…

fractal | 12 January 2004 15:20

Kısa kısa kestim elimdeki ipleri, sonra teker teker bağladım herbirini bir diğerine, umudumu sınadım, sabrımı tarttım, kararsız kaldım az mı fazla mı diye sordum kafesteki muhabbeti tatlı kuşuma; cevapsız kaldı anlamsız sorularım. Öksüz mü yetim mi bilemediğim gözlerimden bir damla düştü gülümün toprağına. Eğrelti otları bitti yerinde; ellerim kanadı; vazgeçtim gülü korumaktan. Gül de benim değildi artık, “Allah sahibine bağışlasın” dedim. Yolcu oldum başka bir gülün aşkının acılı yoluna, baştan başladım; nakış nakış, öbek öbek işledim kalbime yeni aşkımı ama aşk bu değil ki dedim durup kendime. Gece olmadan çöktü gün içime, bir soluk aldım veremedim, zor olmadı, güç olmadı. Öldüm.

Adımızı yazarlar mı gün gelir de bir sokağın başına?

fractal | 09 January 2004 10:31

Adımızı yazarlar mı gün gelir de bir sokağın başına?
Unutulup gitmek, bir varmış bir yokmuş olmak, masallara bile konu olamadan göçmek bu diyardan. Ne kadar uzun olsak, ne kadar kısa kalsak, ne kadar derin nefes alsak da ancak ciğerlerimiz yettiği kadar koşabiliyoruz biliyorum.
Peki nasıl geçer bu ömür bir uçurtmanın arkasından koşarak ya da yağan yağmurların bilmem kaçıncı kez ıslattığını sokakları sayarak ya da hiç olmazsa güneşin kaç defa güldüğünü hatırlayarak.
Omuzlarımız çökmeden daha, daha zamanımız varken gökkuşağının altındaki hazineyi bulabilir miyiz peki?
Bize anlatılanların yalan olduğunu anlarsak bir gün üzülür müyüz çok?
Dünyanın büyük olmadığını anladığımızda, gitmek istediğimiz kentleri birer birer keşfedip hayalimizdeki gibi olmadıklarında kocaman bir hayalkırıklığında buhranlar geçirir miyiz?
Herşeye doyar mıyız zaman içinde ve yapacak bir şey kalmadı deyip göçüp gitmeyi ister miyiz?
Özgürleşir mi ruhumuz her göçtüğünde ve her giden geminin içinde bizim de düşlerimiz olur mu?
Sakin kafayla düşünülür mü peki ölüm kapıyı çaldığında pervasızca, bize söz hakkı düşer mi?
Hatırlanır mı isimlerimiz yıllar sonra. Arkamızdan birileri söyler mi isimlerimizi, bir iki dua eder mi?
Peki hayatta iken ölmek nasıl. Küsmek herşeye, alayına sövmek. Saklanmak köşelerde, ayazlarda tirtir titremek ve her ovuşturduğumuzda ellerimizi nefretle dolması kalbimizin. Soğuk duvarlara yaslanıp onlardan medet ummak. Dostluk, arkadaşlık, yarenlik denen o muğlak zırvalar akla gelir mi arada. Yine yeniden küfredilir mi sayısını hatırlamadığımız insanlara ve binlerce kez tükürme hissi gelir mi yüzlerine!
Çok şey mi bekler insan başkalarından, o yüzden mi kırılır kalbi, o yüzden mi asılır yüzü, gülmez, ağlar, sızlar mı bir yerleri?
Her zaman kötü hissetmek için bir sebep bulunur ve her aldanışda bu hayata insan acizliğini anlar ve bu aciz anlar acı dersler verir. Şanslı olanlar bir daha dönmemek üzere arkalarına bakmadan kaçar kurtulurlar, peki söz geçiremeyenler gönüllerine.
Yüzeye çıkamayacağını bile bile dalmak derinlere akıl işi midir?
Vurgun yemek dibinde sonsuzluğun?
Masum doğduk masumiyetimizi sattık dandik bir semt pazarında ve sonra deli gibi aramaya başladık anlamsızca. Gün gelir belki eskaza önümüze çıkar diye umut besledik. Kapılarımızı pencelerimizi ardına kadar açtık ve pervazımıza gelen her kuşu kovduk, sonra gelmez olduklarında üzüldük. Hep saçmaladık biz insancıklar bu hayat yokuşunda her yorulduğumuzda sulanmış beyinlerimizden zırvalar uydurup onlara inandık ve gün geldi her savurduğumuz yalan birer birer yüzümüze çarptı ve her adımımızda ayağımıza dolandı. Geçmiş, gelecek zaman derken hepsini tükettik, uslanmadık ki hiç. Sonlara yaklaştığımızda tutuştuk, dönüp baktığımızda darmadağan ettiğimiz bütün verimli tarlalara ve anladığımızda hiç vaktimizin kalmadığını bir daha tohum ekmek için ve eksek de büyümelerine şahit olamayacağımızın.
Yaşlar mı yürür gözlerimize baktığımızda her karesine hayat filmimizin?
Anlamsız mı her adım bu anlamsız hayat yolunda? …

yastık,kitap,ayrılık…

fractal | 24 April 2003 23:13

Hiç aklıma gelmezdi bir kitabın ayrılık sembolü olabileceği yastığımın altında görmeseydim. Geceydi, saat epey ilerlemişti. Gözlerim uyku bulsaydı bir yerlerden hemen dalıverecekti sessiz güzel beyaz bir buluta. Odamın darlığına bedenimi saldım sallana sallana. Çok keskin bir köşe yastığımın altında gözümü ısırdı. Bir kitapdı bu.Buket Uzuner’in Kumral Ada Mavi Tuna’sı. Sevdiklerim arasında. O getirmişti. Bizi birbirimize bağlayan tek şeyi de usulca odama girip kimsecikler yokken belki biraz özensiz bırakmıştı yastığımın altına. Neden yastığımın altına diye düşündüm, yatağın üstüne sereserpe bırakıp gidebilirdi, neden gizledi, ya da gizlediği asıl şey neydi? Kendi, ben, kalbi, gururu? Yatağa oturdum, küçük bir umutla küçük bir not aradım arasında,yoktu. Kitapta altını çizdiğim yerleri tekrar tekrar okudum, dikkatim o sözlere kaymıştı; “…Kendinizi tanımaya başladıkça özgürleşirsiniz…” “…Özgürlük, her sabah uyandığında istediğin aynı şeyleri yapabilmektir…” “…hepimiz gençken birilerini mükemmel sanmadık mı…” “…kimseye borcum, minnetim yoktur ve bu büyük bir hürriyet, tabii büyük bir yalnızlıktır…” “…bu adam kendini böyle tanımlıyorsa, başkaları ne yapabilir artık?…” “…sessizliğin gücünü küçümseyen ya da inkar edenler, kanımca önemli bir silahın farkında değillerdir…” “…bazı insanlar aklın tekellerinde olduğunu, herkesin fazlaca saf olduğunu sanırlar…” “…yüzeylerde dolaşmak, derinliklerdeki güzellikleri asla göremeden ölmek gibi bir ağır ceza taşır daima!…” Hepsi sanki küçük birer ipucu gibi bana ulaşmam gereken yeri işaret ediyorlardı, galiba ulaştım. Sonra kapattım kitabı bir daha hiç açmamak üzere,zaten kahramanım da çoktan ölmüştü. Böyle yazdım ona attığım epostada. Aslında yalan da değildi. İçimde can çekişen biri vardı. En son kahramanım, en son değer verdiğim. Yaşatmak için çabaladığım, her ilaca yan etki veren gerçek anlamda çaresiz bir kahraman. Ayağa kalktım, biraz sarsılmıştım ama yaşayacaktım, daha önce daha şiddetli darbeler almıştım ben, bu neydi ki! Odadan çıktım, diğer odaya gidip bilgisayarımı açtım, kısa bir betimleme, kısa bir ayrılık tümcesi ve kıpkısacık bir titreme ile eposta yazdım ona. Sustum, konuşmadım, düşünmedim sadece uyudum.

ÖNEMSEME BENİ

fractal | 12 April 2003 14:25

Önemseme beni.Yaptıklarım incir çekirdeğini doldurmaz, söylediklerim anlam taşımaz, duyduklarım yalan, gördüklerim sahte. Kurumuş bir ekmek parçası gibi sahipsizim; lezzeti akşamda kalmış. Aylarca penceresini açmadığım odamın pütürlü duvarına astığım sararmış fotoğrafımda asılı kalmış o gülücüğüm aldatmasın seni; maskemi takmıştım o zaman, hani sen de yaparsın ya arada sırada. Gülmeni bekler insanlar , bencilce sırıtırlar suratına, sanki onlar mutlu olunca sen de mutlu olmalıymışsın gibi. Ne kadar acı değil mi? Anlatamazsın da, çaresiz koca bir gülüş yapıştırırsın suratına, o anda yakışmadığını bile bile. Aslında umrunda da değildir. Bitse de bu işkence iki dakka gülmeye razıyım diye düşünürsün. Yaşam basmakalıp fotoğraflara sıkıştırılıp ayrıldığında mekandan yeni bir hikayeye yolcu olursun bilmeden. Sokakta yürürken aniden önüne fırlayan adam yüzüne alaycı baktığında yine yeniden sorgularsın hayatını ve yaptıklarını. Aslında hiç önemi yoktur adamın o anda ama sen yine de içinde fırtınalar kopmasına engel olamaz, ölçüp biçersin yaşamın o pek de kaliteli olmayan kumaşını ve kendine uygun bir elbise yapmak için yırtınırsın. Üzerine oturmaz, bazen bol olur, daraltırsın sonra sıkmaya başlar, yakasını beğenmez kesip atarsın, kolları demode olur değiştirirsin, hiç bir zaman beğenmez ama sürekli giyersin. Başkalarının elbiselerinde kalır aklın hep. Kendininkini asla beğenmez, diğerlerininkinin rengi alır aklını başından; duruşu, biçimi. Durmadan şikayet edersin, belki çoğunu dışa vurmazsın ama hiç haz almazsın elbisenden. Değiştirmek için bazen hırslanır ama önünde beliren gizli engellere katılır düşersin. Bazen de küçücük bir sebepten kırılır şevkin, diz çöker ağlarsın utanarak, sıkılarak. Saklarsın gözyaşlarını, sahiplenmezsin hiç bir zaman, karanlık bir günah gecesinde peydahladığın bir çocuk misali. Sabahında gecenin güneş doğduğunda arsızca, yaladığında yüzünü huysuzlanır,kızarsın. Önemsemezsin o anda onun hislerini, ne gelirse ağzına bir bir söylersin aldırmadan. Sonra hiç bir şey olmamış gibi konuşmaya başladığında anlarsın soğukluğu. Dil döker, acındırır kendini, gönlünü almak için her türlü şaklabanlığı yaparsın. Pek te uzun sürmez uğraşların, iki gülücüğe tav olup dibinde bitiverir ansızın. Sen de zafer kazanmış budala muzaffer edasıyla dolanırsın etrafta. Elbet birileri çıkar haddini bildirmek isteyen, bildirmelidir de(!). Ne küçük ne büyük olmalıdır rolün hayat sahnesinde. Başka oyuncular da vardır. Biraz öne çıkarsan alırlar façanı aşağıya. Sonra burnunu öyle sürterler ki walla bi daha kendine gelemezsin. Neyse ya sen yine de önemseme beni. Dedim ya yaptıklarım incir çekirdeğini doldurmaz, söylediklerim anlam taşımaz, duyduklarım yalan, gördüklerim sahte.

SONLAR …

fractal | 09 April 2003 23:05

Sonlara yaklaşmak ne kadar acıdır, acıtır çoğu zaman Bile bile biteceğini son heveslerle tüketmek zamanı, son kez beraber gülmek birşeye, son ağız kavgası, son bakışlar, son soluklar beraber alınıp verilen … Yaşanmışlar hep kâr kalır mı yanımıza, hatıralar özel olsalar da anımsandıklarında mutlu olur mu insan her zaman, tekrar tekrar izler gibi bir filmi her anı heyecanlandırır mı bizi, etrafa yumuşak kokular yayılır, neşeli bir hava okşar mı ruhları, dalıp gider mi gözler her defasında ve bazen ağlanır mı her geçen ana, değerini bilemedik mi denilir yoksa dolu dolu yaşadık herşeyi, ne varsa haz veren ne varsa bizi iyi hissettiren sonuna kadar son damlasına kadar içtik mi ballı şerbeti.