Gözlerimi o canavar 6 çocuğun haykırış ve çığlıklarıyla açtım. Bu küçük vücutlardan o korkunç sesler nasıl da çıkıyor acaba derken, annem bir kazık daha attı bana! “Keeesssssss! Yeterrrrrrr! Dağılın bakıyım, hadi gidip kendi evinizin önünde oynayın” diye var gücüyle bağırdığı zaman adeta soluğum kesildi, feleğimi şaşırdım. Kendisi emekli ilkokul öğretmeni olur. Sabahın bi vakti o tonlamayı artık siz düşünün. “Ayyy annee! Ayyy! Sağol yani” diyerek fırladım yataktan. Baktım saat 9’a çeyrek var. Ne yaptığımdan bihaber, sarhoş, dolaştım evin içinde. Sonra malum kahvaltı muhabbeti….

Çiçek ve toprak işleriyle uğraşmayı çocukluğumdan beri sevmişimdir. Gidip arka bahçeyi sulayım bari. Ohhh! Şarıl şarıl su sesi, yanında benim yanık sesim: “henüz 3 yaşındaaa bir kardeşim vaaarrrr….seni ondan bile kıtkanıyoruuuummm, kıtkanıyoruuummm, kıtkanıyoruummm……” Ayyy Cenk! şu aptal şarkıyı beynime kazıdın ya. Yani HELAL OLSUN sana!”. Tam kaptırdım gidiyorum, oda ne? bacağımda bişiyin kıpırdandığını hissettim. Kafamı çevirip bakınca bastım çığlığı… AAAaaaaaaaaaaaa!!!!! ve hoppidi hoppidi hopladım, döndüm çevremde. Tanrıımm! Kertenkelenin teki bacağıma tırmanmış…seni çapkın seniii! Azcık da sevimli olsan….Çığlığıma yan komşunun “geveze” oğlu yetişti. Bilmiyorum kaç saat, anılarını dinleyip bir de kahve yaptım. O da yetmiyomuş gibi falına da baktım üstelik. Off Allahım oooffff!

Ayyyy… burda kurumanın imkanı yok. Hele bi de aylardan ağustossa! Neyse ki mutfaktan gelen köfte ve patates kızartması kokuları sinirlerime hakim olmuş durumda. “ımmmm……ımm…harikasın anneee”. Yemeğin yaratmış olduğu ağırlık ve tatmin duygusuyla uzandım salıncağıma. Sağ, sol, sağ, sol, ve bir ki…gidip faydalı bişiler yapayım bari. Mesela, 8 ay önce büyük bir hevesle başlamış olduğum kitabı bitirebilirim. Hani okuya okuya alim olcam, kendimi aşıcam ya….eheheh…tam başladım, başlıyorum deerken oda kim? Tam karşımda bir zat “Sevgi Hanıııımm…..Sevgi Hanııımmmm…” diye yırtınıyor. “Hay senin Sevgi Hanımı’na” diyemedim tabi…Sevgi Hanım “annem” olur. Sevgi Hanım, “geliiyoohooruumm….uuhuuuhuuuu….” diyerekten, kendi yazıp bestelediği aryalar eşliğinde çıktı mutfaktan. Ayşe teyzeymiş gelen. Cırrrtttt Ayşe teyze’ye hiç benzemiyo ama! Hani şu “tipik Anadolu kadını” denenlerden. “Aman” dedim içimden “bi sen eksiktin”. Hoşgeldin ziyaretleri başladı işte. Bende ki şansa bak! Bir de çene, bir de çene! İçeriye girmek istemiyorum, çok sıcak. Ama kitaba da konsantre olamıyorum ki. O ara nerden açıldıysa seçimlerden açıldı konu. Ayşe teyze başladı anlatmaya: “Önceki seçimlerden biriydi. Benim herif arıya (ANAP) basacan diye zorluyo. Ama gel sor ki gönlüm ekin’de (o günkü adıyla REFAH P.). Haaaa…bi de yemin ettirdiler bana. Geldi çattı seçim günü gızım. Benim herif bekler dışarda. İçeri bi girdim; kuşlaar (DSP), arılar, ne arasan var! Ekin bana bakaaarr, ben ekine, ekin bana bakar, ben ekinee….neyse dedim, şimdi herif de yemin verdirtti bastım çıktım arıya”.

Vayyy Türkiyem vay! İşte bi diğer seçim keşmekeşi kapıda. Ankara’nın göbeğinde yaşayan Ayşe teyze böyle olursa artık, yurdumun diğer bölgelerindeki Ayşe teyzeleri düşünmek bile istemiyorum. Hadi Ayşe teyze…hadi…..bak! akşam olmak üzere…senin herif aç! Evde bekler. Bende kitabımı okumaya devam ederim en azından.

19 Ağustos 2002