Bir sabah Kuzguncuk’ a çay içmeye indim. Hava güzel, Çengelköy Börekçisi’ nden taze Kürt böreğini de mideye indirdim. O sabah herkes televizyona odaklanmış, Türkiye-Arjantin basketbol maçını izliyordu. Hazırlanılmış bir hüsran maçı… kimse takıma ve federasyona çatmadı ve hatta haklı olarak milliler ülkelerine döndüklerinde alkışlandı. Maçı izlerken bir adam elindeki iki mıknatıslı siyah taşı havaya fırlatıp, birbirinden ayrılmadan geri yakalamaya çalışıyor ve yuvasına geri dönen uzay mekiği misalı, iki taşı da avuçlarında geri yakalayınca, etrafa izleniyor mu diye gizlice bakıp, sözüm ona sanatını, çıkardığı gıcık sesle, hüsran maçı izleyenler arasında, icra etmeye devam ediyordu. Çayımı bitirip Kadıköy’ e seyahat edeyim dedim. Ama o da ne? Cami avlularında, o sıcakta bulabildikleri gölgelerde satıcılar, farklı adlarla bu iki taşı havada şaklatarak yoldan geçenlere satmaya çalışıyorlardı. Bir zamanların; Pokemon karakterleri, sonra Sanal bebekleri, Vada anahtarlıkları, radyolu kalemleri ve son olarak da sabit bir isim bulamadıkları bu taşlar…Genelde satıcılar Stres Taşı nı kullanıyorlardı. Bir tanesine “Abi ne işe yarıyor?” diye sordum. Adam “Bak böyle!” dedi. Taşlar gördüğüm işe yarıyordu (evet cümle bozuk kabul ediyorum ama bir de soruya verilen cevaba bakınız!) . Adama efektli bir”Vayyyy!” dedikten sonra gülerek yoluma devam ettim. Aklıma cin gibi bir fikir geldi. Başka bir kek satıcı buldum. Beni kovalarsa kaçabileceğim bir satıcı. “Abi bu nedir?” diye sorumu güncelledim. Adam “Stres Taşı” deyince, “Peki bu herşeyi altına çeviren taş mı yoksa?” deyince ordan kaçmamı gerektirmeyecek ama bir daha böyle bir işe kalkışmamı engeleyecek bakışları üzerimde buldum. Yolculuk devam ediyor, aynı taş farklı adlarla karşıma çıkıyordu. Zamazing, Manyetik Taş, Manyetik Manyak ve son olarak gördüğümde gülmekten yerlere yattığım Elektrominiş. Bunların isim babalarını hep merak edeceğim…