Dünyaya bakıyorum ve onu sonsuzcasına hissediyorum.

Kendi sonsuzluğumca, büyük beşimle. “BEŞ” Görüyorum, renkler var, çok değişikler. Çok güzel hepsi, renkler kırmızı sarı yeşil. Çok basit değil mi; ama renkler VAR. Her gün bir şeylerin renkli olduğunu fark edemiyor insan.Her gün geçtiğim köprüdeki, kırmızı şeritler, belediye otobüsü kırmızısı, ağaçlar yeşil bir de, hem de hepsinin ki farklı, yazılamayacak kadar basit mi bunlar yoksa?. Yolda yürürken bacaklarının arasından geçen, saçlarının süzdüğü karbonmonoksitli hava. Yüzünün inanılmaz aerodinamisinde dolaşan, ensenden geçip içini bir hoş eden hava, ya da elinde seninkinden sıcak bir el. Hissetmiyorum bunları. Kasaplık et gibi yürüyorum çoğu zaman.

Ya kokular, sigara bahane, dikkat lazım. Egzoz kokusu, çiçek kokusu, bok kokusu, çok keskin olmadıkça vurmaz beni. Almam kokuları, burnumuz düşer abi bizim. Evrim icabı. İşitirim ama sıkça, dedikodulardan çok çocuk seslerini, bir tembel yaz akşamüstünde sokaktan gelen çocukların oyun seslerini, trenlerin sesleri, bir silah sesi, bir kadın çığlığı, bir sarhoş nağrası, keskin bir fren, rüzgarın uğultusu, işitiyorum tüm bunları dikkat ediyorum bunlara. Bir de tad var tabi, dikkatsiz bir yiyici değilim. Dikkat ederim tadlara ve küçük sos eklentilerine, tarifler bile alırım zaman zaman. Sıkarım canımı çok, yemekte eksik bir şeyler varsa, çok kızarım.

2/5 başarısızım,

bu gün bunu kafama çok taktım.