“olmak yada olmamak”Bu sözün sahibini sanırım yazmaya gerek yok. Bir söyleşide, Ahmet Altan’a yazarlığı hakkında soru soruluyor ve Altan onlara “bir tarafa Dünyanın tüm mücevherlerini, diğer tarafa ise shakespeare’in bu sözünü koyun. Şimdi size sorsalar, hangisine sahip olmak isterdiniz? “to be or not to be”yi yazan mı, yoksa bu mücevherlere sahip olan mı?”.Sanırım sözün vücut bulduğu bir yaşam sürmek servetlerin en büyüğüdür. (En amansız serüvenler değil midir ki sözler, kişiyi peşinden sürüklemesin) Çünkü gerçeğin dile gelişidir söz. Öyle ya… En nadide çiçekten tutunda, toprak denilen kuyumcunun işlediği elmasa varana dek mevcudiyetini söze borçlu olmasın.Ya soyutun dile gelişi? Yani yaşanabilir Dünya tasarımımızın ifade şekli. Ah… Çokça kurumsal yazılar biliyoruz, tarihseldir, sosyolojiktir vb. bir ütopyadan dem vuruluyor. Oysa ütopyalarımızın en kestirme ifadesi olarak “yer yüzü aşkın yüzü oluncaya dek” sözü ne güzel kendisine vücut bulmuştur.Her şey değişecektir. Siyasal sistemler, soluduğumuz hava, denizler (Akdeniz dahil), ağaçlar, hapishaneler, sokaklar, sanat. Fakat yazarların ve şairlerin sözleri asla.Onlar geleceğe ait, ütopyalarımızı unuttuğumuz yerde bizlere hatırlatacaktır. Hugo’nun jan valjan’ı, Balzac’ın Goriot Baba’sı, Şeyh Galip’in Hüsnü Aşk’ı, Turgut Uyar’ın Geyikli Gecesi, Cemal Süreya’nın Üvercinkası, Ahmet Telli’nin Anısı Biz Olalım Bu Sokakların’ı, Adnan Yücel’in Yer Yüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’i.İyi ki yaşadılar, iyi ki yaşıyorlar ve iyi ki yaşadın Adnan Yücel. Senin şahsında, gerçeğe söz olanlara, Dünyayı dile getirenlere.Saygıyla