Her yağmur yağdığında toprağın kokusunu içime dek çekerim. Buram buram kokan toprak, ağaç dallarındaki yaprakların sıralanışı, gökyüzünün korku tünelini andıran, renkten renge giren bulutları nedense bedenime huzur, içime yaşama sevinci verir. Gökyüzünün o korkunç gök gürültüsüdür beni gerçeklere bağlayan, sıra dışı olmaktan soyutlayan.Korkutsa bile bu gürültü beni, mesut bir şekilde yarıda kalan gülücüğümü dudaklarımın arasına yerleştiririm. Ve sonra hiçbir şey olmamış edasıyla masum bir çehre görüntüsü vererek başımı dik tutar, hayatın gidişatında rol oynayan ipleri elime alırım.Evet, bazen o ipler kontrolden çıkabilir, bazen de beni kontrolden çıkartabilir, ama ben hiçbir zaman vazgeçmem, kendim olmaktan ve dilediğimi yapmaktan. Çünkü, özgürlüktür dilediğin gibi yaşamak. Kimi zaman da mutsuzluğun baş tacı olandır, özgürlük. Yeri gelir aldanış olur, ihanet, kincilik olur adı.Özgürlük de değişkendir aslında. İçindeki gücü serbest bırakmak, kuralları yıkmak, esip geçme isteği verir içinde yaşatabilene. Tıpkı ikiyüzlü insanların yaptığı gibi diğer yüzünü cellada en kötü zamanda ortaya çıkararak başını sunar. Öyle bir ihtirastır ki aslında, yok etmek istesen bile mahkumsundur özgür olmaya, özgürlüğün kucağında gözyaşı dökmeye. O gözyaşları sevinç gözyaşı olacağı gibi bencilliğin, ahmaklığın, kendini beğenmişliğin de görüntüsünü sunan gözyaşları olur bir taraftan.İşte bu yüzden özgürlük gerçekten özgürüm diyebilene, bunu herkese sezdirebilene, yaşatabilene, kendisine yaşatmasını bilene gerçekten hakim olur.