“… Bembeyaz bir bulutun ortasında o. Yanında ben. Çıplağız, çırılçıplak. Bedenlerimiz yan yana. Alev alev, ateş, kor. Bir kıvılcım olsa beraber yanmaya hazır. Birden bir sıcaklık omuzumda. Onun eli. Küçük dokunuşlar; iç gıdıklayıcı, titrek, cazbedici. Sonra bir nefes yüzümde. Derin, arzulu, hevesli. Gözlerimiz karşı karşıya. İkimiz de ne istediğimizi biliyoruz. Dudaklarımız dudaklarımızda. Tatlı bir serinlik, ardından sımsıcak bir şehvet tüm vücudumuzda. Göğüsleri ellerimde. Elleri kalçamda. Ben içinde. Ritmimiz bulutlarda. Şimşekler çakmaya hazır, yağmur yağmaya. Sesimiz tüm göğü kaplıyor usulca, bulutlar kıskançca izlerken birden çığlık çığlığa yağmurlar boşalıveriyor. Sonra birden herşey püf… ”
Hemen hemen hergün yağmurla uyanıyordum o zamanlarda. Elimde şemsiyem onbeş dakikalık okul ev arasını azimle katediyordum. Aslında büyük bir zevkti benim için. Bir uyuşturucu bağımlısının titreyen elleriyle satıcıdan malı aldığı andaki mutluluk benim sınıfın kapısından içeri girdiğim andaki ile aynıydı. Ben de bir bağımlıydım, bunun farkındaydım, kurtulmak istiyordum ama çabalarım hep sonuçsuz kalıyor, her çırpınışımda biraz daha batıyordum bataklığıma.Yine yağmurlu bir günün sabahında sınıfın kapısından içeri hevesle daldım. Yoktu henüz ama gelecekti. Pencerenin kenarında oturdum. Cama vuran damlaları saniye yaptım, saydım, bekledim. Bir araba durdu okulun kapısında. O indi. Yanında genç bir adam; uzun boylu, iyi giyimli, yakışıklı. Öptü yanaklarından genç adamın, sonra okulun kapısından içeri girdi. Sınıfa vardığında “günaydın” dedi bana. Şaşkındım, aklım karışmıştı, içimi buz kesmiş, anlık bir travma geçirmiştim belki o anda. Sonra kendime geldiğimde onun gülen yüzü yine içimi eritmiş, nerede ara verdiysem oradan tekrar başlamıştım yaşamaya.…………..
Ne yapsa batıyordu bana artık. Deli etmeye başlamıştı Şafak’ın yanında şuh kahkahalar atması, Murat’la samimi sohbetleri, hatta kızlarla yaptıkları dedikodular bile. En sinir bozucu olan da üst sınıflardan birilerinin O’nu görmek için bizim sınıfa damlamalarıydı. Neden bu kadar ilgiyi üzerinde topluyordu ki. Belki bunun için çok çaba sarfetmiyordu ama herkese aynı derecede karşılık vermesi gerekli miydi? Hiç bilemedim, anladığım tek şey ona bağımlı olan tek kişi ben değildim. Büyük bir savaşa hazırlanan bir komutan gibi ordu kuruyordu sanki. Ben ise bu ordudaki varlığımın onun için ne denli önemli (?) olduğunu anlamaya yavaş yavaş başlıyordum.………….
Gece, ay, soğuk odam, dağınık masam, salondan gelen televizyonun sesi, terlemiş elimde kitabım, bulanık satırlar… Aklımda O. Yine nöbetler, yine titremeler. Nefrete bulanmış tutku. Sahip olamadığım vitrindeki pahalı bir elbise gibi, kapısından içeri giremediğim lüks bir restaurant gibi hem içimi eziyordu hem de hırslandırıyordu bu tutku. Çelişkilere boğuluyordum. Beni mutlu eden aynı zamanda suçlu hissettiren bir karabasanla yaşamak durumundaydım. Ama kurtulmak da benim elimdeydi. Sonsuza dek kurtulmalıydım ondan. Bir daha geri dönme şansı bile vermeden.Ebediyyen
“…Yağmurlu yine hava. Sınıfta ikimiz sadece. Aklımdan sıra sıra saplantılı düşünceler geçiyor. O pencerede, ben sıramda, gözüm onda. Yağmur yüzünde. O mutlu, ben dalgalı. Ayağa kalkıyorum aniden. Yavaşça ilerliyorum ona doğru, sessizce, sinsice. O hala pencerede, ben ayakta, arkasında. Nefretim haddini aşmış, bütün bedenimi sarmış durumda. Aniden bir elimle boynunu kavrayıp diğer elimle baldırını tutuyorum. Onu pencereden aşağı atıyorum. Çığlıklar kulaklarımda. Ben pencerede, o yerde. Hemen koşuyorum, merdivenleri atla atlaya aşağı iniyorum. Herkes başında. Kan yağmış sanki yere. Ben başucunda, ölüm onun içinde, ben ise bomboşum …”