radikal’i okudum ve ayşe karabat’ın (israil muhabiri) yazısına gözüm takıldı. ben de bugünlük günlüğümü ayşe karabat’a ödünç vereyim dedim. işte yazı:

“Cumartesi haftanın en sevdiğim günü. Eğer kentinizde deniz varsa, biraz ufuk çizgisine daldırın gözlerinizi. Mümkünse dostlarınızla buluşun. Keyifli bir şeyler okuyup, sinemaya gidin. Ve ne olur bunları yaparken, bir 30 saniye İsraillileri, Filistinlileri ve beni düşünün.

Çoğumuz evimize hapsedildiğimizden ya da güvenlik endişesiyle, uzun süredir sinemaya, dışarıya yemeğe gitmiyoruz. Dostlarımız, koşturmaca içinde ya da sokağa çıkmanın tehlikesi nedeniyle, ‘telefonun öbür ucundaki ses’ yaklaşık bir aydır. Zaten yüz yüze gelsek bile ölümden, acıdan öteye geçmiyor muhabbet konularımız. Bölgede yaşayan gazetecilerin durumu da farklı değli. İki gün önce yine sabahın körü evden çıkarken, bir yandan kulağımdaydı cep telefonum, bir yandan da ortalıkta dört dönüp kör olasıca telefonu bulmaya çalışıyordum. Artık fiziki acıları da hissetmeme noktasına geldim. Bir arkadaşımın deyimiyle, ‘android gazeteci’ oldum. Mesela hiç acıkmıyorum. Ama her yere yüreğimi de götürdüğümden gördüklerim karşısında o ağlıyor. Vicdanımsa rahat. Gördüğümü, yaşadığımı yazıyorum. Bana ulaşan e-postalarda da aynı yazı için bir yanda Filistin yanlısı olmakla suçlanıyorum, diğer yanda Filistin halkını hiç anlamamakla… Hatta Ramallah’ta ölmüş olmamı dileyenler bile var.”