Millenium her geçen gün daha hastalıklı bir koşuşturma içine giriyor.. Kapitalist düzenin zamanı ele geçirmesinin bir uzantısı diyebileceğimiz bu “hurry sickness” meselesi asansörlerden mikrodalga fırınlara kadar küçükten büyüğe tüm hayatı ele geçirmiş durumda.. James Gleick “Faster” adlı kitabında bu “mania” ya çarpıcı örnekler veriyor.. Mikrodalga fırınların çabuk ısıtma timer ının 90 yerine 88 saniyeye ayarlı olmasından (2 aynı digit’i yazmak daha çabuk olduğundan) tutun, Japonya da dakika başına ödeme yapan şirketlere kadar..

Bazılarını içine fazlaca dahil olduğumuz için kaçırdığımız küçük ayrıntıları biraz dikkat edince farkına varabiliyoruz.. Tüm ödül törenlerini -oscar heyecanı yaşayan Halle Berry’yi susturmaya çalışan prompter mesajı kimbilir nasıl panik içinde yanıp sönüyordur-, asansörlerin kapı kapama düğmesine çılgınca basanların 1 saniye kazanma çabasını ve bunun gibi birçok ayrınıtıyı düşününce yaşadığımız zamanın ışık hızıyla ilgili heyecanını anlamak biraz daha mümkün oluyor.. Belki biraz da bu yüzden Batı, tüm bu koşuşturmalardan yorulup hint/doğu kültürlerinin sandal ağacı tütsülerine, meditasyona, dekorasyonda minimalist eğilimlere, modada varla yok arası hafif kumaşlara ilgi duyuyor..

Yeni jenerasyon hayatın durmak bilmez yükselme hırsı günlük hayatı şekillendiriyor. 7 yaşından beri Canada da yaşayan 27 yaşındaki kuzenim koşuşturmacadan sıkılmış batılı modeline iyi bir örnek.. İkisi de 2 büyük şirkette bazen gece saatlerine kadar çalışan “meşgul” anne babasının evindeki küçük odasında sadece oturup tanıdıklarının yıldız haritalarını çıkarıyor, kızılderili mitolojisi okuyor, kendi doğulu kültürünü araştırıyor, uyuyor, marijuana yetiştiriyor, aromalı çekirdek kahve alıp kendi kahvesini kendisi yapıyor, yatağı hiç toplanmayan odasında kendi “keyif hayatını” yaşıyor.. Yavaş ve huzurlu.. kaygısız… Kuzenim Türkiye ye geldiğinde evimizin balkonunda oturup kahve içecektik.. Ben de hergün yaptığım gibi 2 fincana birkaç kaşık nescafeyi koyup kettle(?) da 30sn de ısınmış suyu doldurup götürdüm.. 1 dakikalık bir sürede hazırlanmış kahve fincanlarına bakıp yüzünde hoşnutsuz bir ifadeyle “siz instant coffee mi içiyosunuz?!” diye sordu.. Evet.. biz “instant” kahve içiyoruz… Biz “instant”ız.. Buzdolabımızı görmedin mi?.. Deep freeze’imiz dondurulmuş yiyeceklerle dolu.. karnımızı doyurmak için 2 dakikadan fazlasına ihtiyacımız yok.. biz yemek yemiyoruz.. biz “besleniyoruz”.. Biz instant ız.. evet… Hız ve keyif başka anlamlarda yanyana kullanıldığında doğru orantılı gibi görünse de başta bahsedilen “hurry sick” sistemin içinde açıkça bazı şeylerden mahrum kalmamıza sebep oluyor..

Bunlardan biri de belki de günün en huzur, keyif içeren “mahmur” anı; kahvaltı.. Ama “iş” denilen şey bir yandan uykusundan ödün veremezken, diğer yandan herşeyi yetiştirmek isteyen bireyler yaratıyor.. Bir fincan 2 dakikalık soğuk kahve (birşeylerle uğraşırken içilmeye çalışıldığı için genelde hep soğur), belki bir parça ağıza tıkılan lokma (yine sadece beslenme amaçlı) günün kahvaltı bölümünü oluşturuyor.. Bu çalışanlar için böyleyken bir de başka bir grup var ki onlar kahvaltının varlığını bilmeyen yeni genç jenerasyon… Onlar için (eğer okula gitmiyorlarsa) gün öğlenden başlıyor.. Uyanma ile “öğlen” arası geçen kısa zamansa “esnemenin geçmesini bekleme zamanı” diyebileceğimiz pijamayla öylece oturma süresi.. Bu kısa süre içinde dolap kapağı açılıyor.. Raflardan birinde ilk görülen “refreshment”, sersemliği giderebilecek soğuk bişiiler alıverilip şişeden kafaya dikiliyor.. Sonra belki şişeyle televizyon karşısına geçiliyor ve günün başladığı “öğlen” zamanına giriliyor.. Bu alışkanlığın daha “erkeksi” bir aylaklık türü olduğu herhalde gözden kaçmıyor.. Böyle bir erkeği kahvaltıya davet etmek, önüne kızarmış ekmek, en az iki çeşit peynir, renkli reçel kavanozları, demlenmiş çay koymak onun bir kadını akşam güzel biyere yemeğe götürmesiyle nerdeyse eş değer birşey gibi görünüyor..

–Bu arada öğlen uyanan için öğlenin sabah kabul edildiğini unutmamak gerek.. Sosyetemizin keşfettiği “brunch” fikrinin mideye zarar bir konsept olduğunu belirtmek lazım.. -Biryandan “sabah kahvaltısız erkeğe” krepler yapmak gibi bir seçenek çekiciliğini koruyor olsa da bazı durumlarda da onla beraber aynı şişeden gazı kaçmış cola yı anlamsızca yudumlamak daha sık yapılabilecek, daha az uğraştırıcı bir seçenek.. Burda da yine hızlı hayatın yan etkisi “miskinlik” seçeneklerimizi belirlemeye devam ediyor..

Erkeklerle kahvaltı, bahsedilen cinsin türleri gibi (“erkek diil misiniz.. hepiniz aynısınız” yakınmasını “kendini terkettiren” hoşnutsuz kadınlara mahsus bir belirme olduğunu araya sıkıştırmakta fayda var) sayılarca olabilir..Burdaki “colalı kahvaltı” sadece bir unutmanın, bir “yeni değerlendirme” düzeninin simgesi olarak görülüyor.. Millenium sevgililerimizin(yazar bir kadın) midesini asitleyip. babalarımızın ofisteki masasında öğle tatili sandviçinden sonra uyuklamasına sebep oluyor.. Kahvaltı türlerinde olduğu gibi çağın alışkanlıklarında da sayılarca çeşit var ama.. başka zamana.. benim de “yetiştirilecek” işlerim var:)