– Ana! Ne ki bu, kimin yazısı ki , sanki, Sanki! aman Allah’ım!!!!“Orada olmalıyım. Benim gibi birinden beklenmeyecek kadar uzakta. Tüm kaybettiklerimle beraber, gün ışığında iyice belirsiz, saydam, erimiş mutluluk hayallerimi, uykusuz bir gecede korkular içinde ve artık tamamen hissiz bir anda, sanki yıllardır orada duruyor ve beni bekliyorlarmışçasına sükunetle ve tereddütsüz buluvermeliyim. Bir yok oluş gibi orada olmalıyım.Ve işte kapı açılıyor tekrar ve tekrar. Beni bende tutan, her çarptığımda, yansımalarla durmaksızın kendimi sağladığım duvarlara açılan kapı açılıyor. Onun açılmasıyla, gündüzümü yitirdiğim gibi gecemin de yavaş yavaş yiteceğini biliyorum artık. İçerdeki insanları tanımıyorum bile.Büyük kavgalar var bu duvarların arasında. Kesin sınırlar var. Bense bu küçük insanların büyük savaşlarında, her zaman yarattıkları sınırlarda yaşıyorum.Ve bu duvarlar arasında karanlık değil aydınlık yeğleniyor. Aydınlığı, varlıklarının sinir bozucu kesinliğinden kurtulup, yalnızca ve basitçe kör olmak için istiyorlar. Bense rüyasız, yalın bir uykuyu yaşıyorum sadece. Onların aciz bedenlerinin seçkin gölgesiyim hiçbir zaman farkında olmayacakları.Tanrım! Onlardan öylesine nefret ediyorum ki! Bana gösterdikleri sevgi bile, uzattıkları “yardımsever” ellerinde her seferinde ruhuma sapladıkları bir bıçak darbesi…Burada kaybettiğim, bana çocukluğumdan kalan tek şey olan kayıtsız mutluluğu artık bir daha geri getiremeyeceğime eminim………”Kedim:- Ver onu bana, kimden izin aldın onu okumak için ha?- Burada duruyordu işte, şurada.- Haa tabi yaa! Ben de kendi kendime, ulan bir şeyleri unuttum gene sanki diyordum dün mama yerken. Okuyabildin mi bari hepsini?- Yok daha bitmedi, şimdi müsaade edersen…- Etmiyorum ya, etmiyorum.Ver bana onu!- Peki tamam al! Anladım ben zaten anlayacağımı çoktan. Ama üslubun hoş. Hoşuma gitmedi değil yani.- Yok bee. İçimi döküyordum sadece. Senin yazdıklarını okuyorum sen yokken, oradan bulaşmış herhalde. Ama sevmiyorum aslında, özgün bir çizgi yakalayamadım kendime, yoksa seninkiler boktan.- Oo sağ ol be, çok incesin.- Kafamda bir şey var baksana, pire mi yoksa? Bıktım bu pirelerden, yidiler beni yidileeer!- Bakıyım. Aaa evet bir tane var ama sen o pire tozunu da sevmiyorsun ki. n’apcaz biz senle?- Tamam tamam gene başlama… E madem sırrımız kalmadı hiç , ne diyorsun bakalım yazdıklarıma?- Valla ne diyeyim, haklısın yani ama yapacak bir şey yok. Bunu sen de biliyorsun. Biliyorsun ki ben de senden çok farklı bir durumda değilim.- Ya biliyorum da, yok mu yani şimdi benim bu sorunların çözümü?- Valla maalesef. Bir sonraki hayatta, şanslıysan insan olarak gelirsin de bir kediye nasıl bakılması gerektiğini anlatırsın insanlara ha? Hı hı hı.- Dalga geçmesene domuz!! Nefret ediyorum senden nefreeet ediyoruuum!!!. Miyaaav.!!!!(evdeki sıkı yönetimden dolayı, kedimizi geceleri sokağa salıyoruz.(yani sıkı yönetimin bir kedinin gözünden görülen hali) . Evet önceleri ev kedisiydi kendileri ve bu yeni duruma uyum sağlayamadılar maalesef. Size de tavsiyemdir; eve kedi alacağınız zaman, ona, hayatının sonuna dek rahat ve dahası durgun bir yaşam sağlayamayacağınızı düşünürseniz, onu sürekli evde tutmayın. Yani kediler de çocukken edindikleri tutumlarla, geri kalan hayatlarını idame ettiriyorlar. İnsanlar gibi. Ve gene insanlardaki gibi, büyük değişimler, onları da büyük buhranlara sevk edebiliyor.)