Ansızın uyandı. Ter içinde kalmıştı. Kötü bir rüya görmüştü herhalde. Ama bir türlü hatırlayamadı. Susamıştı. Yataktan kalkıp ışığı yaktı. Gözleri rahatsız olmuştu. Saate baktı. Geceyarısını biraz geçiyordu. Mutfağa gitmek istedi. Geçerken gözüne bir zarf takıldı. Anlaşılan biri gelmiş ve kapının altından mektup bırakıp gitmişti. Peki neden hiç zil sesi falan duymamıştı. Belki de zil hiç çalmamıştı. Zarfın üzeri boştu. İçini açtı. “Sevgilim,…” diye başlıyordu. Bir çırpıda mektubu okudu. Yüzü kızarmış ve titremeye başlamıştı. Hemen üzerini değişip evden çıktı. Merdivenleri uçarcasına iniyor, gözyaşlarına engel olamıyor, bağırmamak içinse kendini zor tutuyordu. Hemen ilk bulduğu taksiye atladı. Yüzü cama yapışmış öylece duruyordu. Telaşla taksiden inip kordon boyunca koştu. Tam da o tenha köşede, her zaman buluştukları köşede durdu. Etraf kalabalıktı. Çığlıklar atılıyor, insanlar anlamsız hareketlerle sağa sola savruluyordu. Hemen kalabalığın içine daldı ve onu yerde yatarken gördü. Etrafta savrulan barut kokusu, kan kokusu ve bir de sevgilinin güzel kokusuydu. Gelmeden bir saniye önce ölmüştü. Yıkıldı… Elinde sıkı sıkı tuttuğu mektubu buruşturuyordu. Avazı çıktığı kadar bağırmak istiyor ama sesi çıkmıyordu. Nefes almak istiyor, boğazı düğümleniyordu. Uzandı, yerde kanlar içinde yatan o güzellik abidesinin elini tuttu ve kendini bıraktı. Ağlıyordu…Gözlerini açık göremediği o son “bir saniye”ye ağlıyordu…”Sevgilim,Seni sevdiğimi ne zaman anladım biliyor musun? Seni ilk gördüğümde bir saniye olsun gözgöze geldiğimiz an. Beni sevdiğini ne zaman anladım biliyor musun? Her ayrılışımda elimi çekine çekine utanarak bir saniye olsun tuttuğun an!Ama ben sonsuzluğu seçiyorum, sensizliği, yalnızlığı… Seni ilk buluştuğumuz yerde son “bir saniye” gözgöze gelmek için bekliyorum… ELVEDA…”