Şöyle bir geriye bakıp gelişen olayları hatırlamaya çalıştığımızda memleketin bir çok yönden baskı ve tehdit altında kaldığı gibi bir izlenim doğduğu anlaşılıyor. Bu izlenim bizim, ülkenin bu durumunu büyük bir sorun olarak algılamamıza neden oluyor. Genelde ise sorunların üstesinden gelebilmek için durup düşüneceğimize, planlar yapacağımıza daha çok dağınık tepkiler vermekle sorunu geçiştiriyoruz. Bu geçiştirmeci anlayış sürekliliğini korursa torunlarımızın işi var demektir. (Belki de çocuklarımızın…)

Bir sorunu çözebilmenin en iyi yolu, tarafsızlığı kural edinip, sorunu bir bütün olarak ve her yönüyle inceleyerek yapılmak istenen şeyi olabildiğince az yanlışla tespit etmekten geçer. Biz, ülke olarak sorun çözmeyi “bilmiyoruz”. Zor değil, buna ülkenin gündemindeki “herhangi bir konuyu” örnek verebiliriz. Pişirilip önümüze getirilen sorunları “görüldüğü gibi” kabul ediyoruz ama madalyonun arka yüzüne hiç bakmıyoruz.

Mesela batı ile aramızdaki bağları demokratikleşmemizin güçlendireceği gibi bir görüş gerçeği pek yansıtmıyor. Demokrasinin vazgeçilebilir olduğunu söylemiyorum, aksine bu ve buna benzer konularda Türkiye’nin beklenenin de üzerinde ilerlemiş olması, Fransanın ve Ermenistanın doğru olmayan iddiaları ve bu konuda çıkarmaya çalıştıkları kanunlar, Avrupa Birliği’nin hala yetersizliklerimizden bahsediyor olması, sorunların sadece kanun çıkararak çözülemeyeceği gerçeğinin bilinmesine rağmen Türkiye’ye dayatılması, aslında bize başka bir şey söylüyor. Biz ülke olarak bu cümledeki gizli özneyi bir türlü bulamıyoruz.

Türkiye’nin sorunu Dünya için bir önem arzetmediğimiz, Askeri veya Politik açıdan güçsüz olduğumuz yanılgısından kaynaklanmıyor. Şu anki bu dağınık görünen gücümüz bile hem sorunlarımızı çözmeye hem de Dünyadaki gelişmelerde belirleyici ve kural koyucu olmamıza yeter.

Sorunumuz “fikir üreten insanlarımızın yetersizliğinden” kaynaklanıyor. Fikir üreten insanlarımız bütünü görüp sistemi anlamaya ve çözümlemeye çalışacakları, yol gösterici olacakları yerde veya ortaya “model” koyacakları yerde ufak tefek ayrıntılarda takılıp cımbızlarla boğuşuyorlar. O nedenle ortaya sağlam bir “model” koyamıyorlar. Bazen bu ayrıntılara kendilerini o kadar çok kaptırıyorlar ki farkında olmadan başkalarının maşası haline bile gelebiliyorlar.

Bu temel sorunun yansımalarını yukarıda da belirttiğim gibi çevremizdeki her yerde görebiliriz. Hem içeride Türkçe nin yozlaşmasında, hem Türkçe nin dünya üzerindeki etki alanının daralmasında hem ermeni meselesinde, hem Kıbrısta ve hem de daha bir çok yerde…

Hiroşimada üzerine atom bombası atılırken yapboz oynayan çocuklar gibiyiz…